27 Eylül 2012 Perşembe

New Ottoman Dream (Kara Mizah-Öykü)

(BU HİKAYE TAMAMEN KURGU AMAÇLI YAZILMIŞTIR. BAHSİ GEÇEN KİŞİ, KURUM VE OLAYLAR HALİYLE HAYAL ÜRÜNÜDÜR...)


Sabahın köründe, kargaların kahvaltılarını müteakiben arşivin (Hayali bir arşiv, sizin bildiğiniz değil, kurgu amaçlı... M.B.Y) kapısına dayanmıştım. Tarihe diziler dışında ilgi göstermeyen bir toplumda arşive dökme demirden kale kapıları koymalarını ilkin yadırgamıştım. Yine de yakışıyordu ne de olsa koca imparatorluğun arşivi. Tımarından akıncısına bir nice kurum ve mevzunun bilgisi, belgesi burada. Padişahların yazıları var, sadrazamların mühürleri, fermanlar, buyruldular bilmem neler tozlu ve şatafatlı bir mezarlık. Kapıya geldiğimde ufak bir gözetleme deliği açılıp aksanlı bir bekçinin bir saatten önce açılmayacağını öğrenmemle birlikte biraz hayal kırıklığı yaşamıştım. Sonra açılışın ardından görevlilerden birinin yarım saat sorguya alması da hoş olmadı pek tabi. 

"Niye geldiniz?"
"Aile tarihimle ilgili kişisel bir araştırma yapacağım beyefendi."
"Sosyeteye mi mensupsunuz? Hani paşa dede tablosu aldınız bir yerden, sonra hakiki paşa çıkar diye aramaya mı geldiniz?"
"Hayır beyefendi."
"O zaman arazi işi felan değil mi? Dedeme padişah arazi vermiş mi diye gelen giden çok oluyor, bakın söyleyeyim aile yaşlılarınızın her söylediğine inanmayınız!"
"Ne alakası var beyefendi?"
"Anladım şimdi. Muhteşem Yüzyıl içinize bir ateş düşürdü, paşa dede, soylu bağıntı hevesi sardı... Kardeşim burada işimiz gücümüz var uğraştırma bizi hadi geri dön."
"Allah Allah! Tarih araştırmacısıyım ben!"
"Hmm. Uzmanlık yok demek ki. Bitirme tezi konunuz neydi?"
"Anadolu Selçuklu Devleti'nde İsyanlar."
"Geldiğiniz yerin Osmanlı arşivi olduğunu biliyorsunuz değil mi?"
"Beyefendi aile tarihimi araştırmaya gelmişim araya niye fazladan hanedan karıştırıyorsunuz?"
"Hangi kısımlarda araştırma yapacağınızı biliyor musunuz?"
"Biliyorum tabi efendim. Kırım Hanlığı, Kırım Harbi sonrası göçler."
"Eskişehir'li misiniz?"
"Yok, Nevşehir'liyim ama her Eskişehir'li Tatar değil diye biliyorum? Neyse beyefendi aile tarihiyle ilgili özel bir mesele, bir belgenin fotokopisini alıp gideceğim bu kadar basit niye memleket meselesi haline getiriyorsunuz?"

Allah'tan merhamete geldi de aldı içeriye. Sorgular gözle bakan memurların nezaretinde tozlu arşivlere doğru yöneldim. Bir doktora araştırmasından aldığım gömlek ve dosya numaralarına göre aradığımı bulduktan sonra taramaya koyuldum. Okul yıllarında paleografya derslerim sınıfa göre oldukça iyiydi, Osmanlı Tarihi konusunda araştırma yapmak istemiştim aslında ama sınıfın yarısı çeviri nedeniyle danışmanımızın başına biriktiğinden başka bir danışmana yönlendirilmiş, yine çeviri kabiliyetime göre Selçuklu Tarihi'ne yönlendirilmiştim. 

Peki bu arşiv hikayesi, bu aile tarihi meselesi nereden çıkmıştı?

Bir sabah kahvaltı sırasında konu aile köklerinden açıldığında amcamdan duyduğum Kırım göçü, verdiği bir aile ismi ve eski ihtişamlarına dair bazı sözler, sonrasında yaptığım merak sebepli bir kaç önaraştırma kafamda tuhaf bir fikrin oluşmasına yol açmıştı. Kırım'daki Geray Hanedanı'nın Osmanlı Hanedanı'ndan sonra protokoldeki yeri, III.Selim'in tahttan indirilmesi esnasındaki yeniçerilerin Kırım Hanı'nı başa geçirme düşüncelerini okuduğumda şunu görmüştüm. Benim de herhangi bir yerel aileden gelme ihtimalim vardı. Eğer ailenin hanedanla bağıntısını bulabilirsem, dolayısıyla Osmanlı hanedanıyla da bir bağıntısını yakalayabilir, çok satan uydurma ama gerçekçi bir tarih romanı yazarak yırtacaktım. Niye mi yırtacaktım? 25 yaşına gelip işsizlik sıkıntısına düşmüşseniz yırtmak istemesiniz normaldir. Formasyon dedikleri Osmanlı'nın eşkıya aflarına dönmüş bir kaldırılıyor bir ilan ediliyor, KPSS desen ayrı garabet dedim bulaşmadım. Akademide kalalım desem İngilizcem yerlerde, eh malum İngilizce olmadan Gelibolulu Âli gelse fakülteye giremez o yol da kapalı. Tarihten yırtayım diye böyle bir yol tutmuştum. 

Kaldıki bu zamanlarda ciddi tarih kitabı yazarak tutunamazsınız. Romanlar, senaryolar, metin araklamalarıyla dönen sektör, kurguyu her zaman için el üstünde tutuyordu. Şeytani bir planı devreye sokmuştum. Yapay bir aile bağlantısı ve yaşantılar uydurup bunu romansı bir biçimde anlatacaktım. İçine bir de aşk hikayesi koyacaktımki hanımlar tarafından destek bulsun. Eh bir de kendime böyle bir siyasi duruş felan icat ettim kitlelerden de destek görecektim. Önce internetten yayılan reklamlar ardından romanla şöhreti aralayacaktım. Sonra yolumu bulurdum zaten...

Aile bağlantısı kurmam zor olmadı. İsim benzerliğinin gözünü seveyim. Her nasılsa Geray Hanedanı'ndan kız almış bir Hacır Mirza bulmuştum. Amcamın verdiği isim de Hacıroğlu değil miydi? İlk belgeyi ayarlamıştım. Gerisini kurguyla halledecektim. 

İlk hamlemi internet üzerinden yaptım. "Kayıp Şehzade'nin Sırrı" diye bir site açmıştım. Osmanlı arması, bir kaç tuğra ve padişah portresi ve kısa bir tanıtım yazısı: "Kayıp Şehzadenin enteresan anıları... Kırım'dan Nevşehir'e oradan İstanbul'a uzanan hazin bir göç öyküsü... Ümitsiz bir aşk hikayesi... Çarpışan kavimlerin gölgesinde entrikalar ve bir nice dönen dolaplar... Kayıp Şehzade hakkını arıyor..." Sonra siteyi güç bela parayla sözlüklere koydurttum. Siyasi tartışmalarla geyiklerle birlikte muazzam bir mevzu husule geldi. Bir yandan Osmanlıcılar bir yandan Karşı Osmanlıcılar birbirine girdi, internet tartışmaları alevlendi. İnternet fenomenlerinden biri olmaya gidiyordum...

Sonra romanı yazdım. Kurguladım da kurguladım. Kurgu şahsiyetler, hatta hanedana bir işaret olarak taşıdığım uydurma bir doğum işaretine kadar bir nice şeyi yazdım. İnternet fenomenlerinin yazılarını kitaplaştıran bir yayıneviyle anlaştım. Fenomen olduktan sonra ne yazsanız tutar sonuçta.

Kitap çıkar çıkmaz tartışıldı. Herkes benim sahte şehzadelik mevzusuna kapılmıştı! Tarihçiler karşı çıkıyordu, şarlatanlığımı ayan beyan yazılarıyla açıklıyorlardı ama ne acıki onları kimse okumuyordu. İçim kan ağlamıyor değildi. İnsanlar ciddi araştırmalardan ziyade bir şarlatanlığa nasıl kapılabiliyordu? İnternet tartışmaları, röportajlar derken ayan beyan ben bu şehzadelik işinin ekmeğini yemeye başlamıştım. Hanedanın torunlarından tepki çektiklerim de oldu ama insanlar onlara değil bana inanıyordu. Temel'in meşhur Kontes fıkrasındaki unsurlara dayanan bir hikaye yazmıştım ve internetle, belge manipülasyonu ile insanları inandırmıştım. 

Bir gün bir televizyon programına davet edilmem kaçınılmazdı. Bu da başka bir plana kurmama yol açtı tabi. Bana sağlam bir imaj lazımdı. Çok abartırsam kadim dönemlerin televizyon fenomenleri gibi kendi ayağıma sıkardım. Ama dozuna göre ayarlarsam bana yeni kazanç kapıları açabilirdi. Hemen bir fes buldurdum, gittim gümüşçüden iki üç Osmanlı tuğrasına benzer takı amaçlı bir kaç kolye alıp terziye götürüp bunları madalya yaptırdım. Hatta terzi benim kitabı okumuş, duvarına astığı Osmanlı armasına binaen para almamış üstüne oracıkta sırmalı hamaylı kuşak hazırlayıp fazladan vermişti. 

Kılığımı kıyafetimi sokakta giymeye cesaret edemediğimden takılarımı takmadan normal takımla kanala gittim elimde poşetle. İçeriye girdikten sonra o hazırladığım kostümle çıktım ekrana. Çıkış o çıkış. Tabi meşhurluğum tescillendi bir yerde. İnternet sitesine de bu kılığımla çekilmiş bir portremi koyduktan sonra artık evde ve sokakta böyle gezmeye başlamıştım. Sanırsın doğuştan şehzadeyim. Olmayan devletin sahte şehzadesi...

Tabi bizim toplumun tuhaf bir yönünü de keşfetmiştim. Bana karşı hürmet gösterirken bundan dolayı gizliden gizliye bir hayranlık, bir övünme yaşıyorlardı. Misal bizim ev için artık "şehzadenin evi" deniyordu. Bindiğim taksideki Osmanlı tuğrasının gözüme çarpmasıyla adamın benden para almayışı bir olmuştu. Ulan demek ki millet asırlarca böyle şeylere meraklı kalmış, turistik de olsa bir ilgi var diye ses etmedim. Ama iş gittikçe ciddileşmeye başlıyordu. "Yüzde yüz En Gerçek Osmanlı Torunları" isimli forum sitelerinde, adıma açılan  başlıklarda beni şehzadelikten ziyade siyasette de görmek isteyen bir kitle çoğalmaya başlamıştı. Artık diziden mi etkilendiler ya da aşırı doz ortaokul tarih kitabı mı okudular bilinmez insanlardaki Osmanlı merakı siyasi bir şeylere dönüşmekteydi. Katıldığım bir televizyon programında "Siyasete de atılmak mümkün" diye bir demeç verince iyice coşmuştu ortalık. İnternette şehzade konusu tartışılıyor, hanedandan siyasete tartışmaları geçiyor, evlerden kahvelere cümle memleket çalkalanıyor, kaynıyordu...

Ben de bunun gazına gelmiş ve rolüme inandırmıştım kendimi. Yine bir programdaki karşımdaki konuğun kavga gazına gelerek: "Bir gün bu insanlar beni hak ettikleri yerde görecekler" minvalli bir söylemde bulunmuştum. Vay sen misin bunu diyen? Daha o anda internette öven de söven de gırla... Gecenin dördünde program bitti, kanal çıkışına birikmiş bir kalabalık gördüm sandım ilkin linç edecekler. İçeriye kaftanlı sarıklı bir adamlar geldi, sandım Muhteşem Yüzyıl setinden figüranlar sandım reyting meselesi yüzünden beni dövmeye gelmişlerdi herhalde... Hayranlarım çıkmasınlar mı? Dışarıya bir çıktım ellerinde bayraklar, armalar, bir sürü kalabalık... Başıbozuklar, işsizler, macera arayanlar... Gecenin dördü ben omuzlarda eve gidiyorum, arada mehter marşı okuyorlar felan... 

Sonra televizyonda bir profesör çıkıp açıklama yapar gibi yeni bir komplo teorisi yazmıştı. İnsanların ekonomik krizi, işsizliği, yeni zamları bırakıp şehzade peşinde koşmasının nedeni bir komploydu. Ya dış ya iç güçler, gündem değiştirmek amacıyla beni öne sürmüştü. 

Rolüme inanmıştım, hikayeyi yazan bendim doğal olarak bu komplo iddialarına gülüp geçtim. Sonra bir olaylar gelişti mevzu öyle sakat bir yere geldi ki...

Uykumun en güzel yerinde uyandırdılar. Gözümü bir açtım yanımda yöremde takım elbiseli eli silahlı adamlar çivi gibi dikilmekteler! Bıyıklı, kelli felli bir adam hemen yanı başımda. Olacağı buydu, dün o kalabalık olayında sonra hükümet el attı defterimi dürmeye geldiler dedim. Adam "Günaydın sultanım!" dediğinde rüya felan görüyorum sandım. Hakikatti?

"Sultanım?"
"Evet artık padişahsınız devletlüm."
"Kamera şakası mı bu?"
"Ne münasebet? Anlatması biraz uzun, gittiğimiz yerde anlatırım size uzun uzun buyrun gidelim efendim."

Dedim kesin öldürmeye götürüyorlar ya da bir temiz dövecekler. Etrafımda o koruma kılıklı adamlarla apar topar evden çıktım, siyah camlı resmi plakalı bir arabaya bindirilerek yüksek bir binaya götürdüler. Kelli felli adamla bir odada yalnız kalınca sordum:

"Ne yapacaksınız?"
"Tahta çıkarılıyorsunuz."
"Ne tahtı?"
"Yeni Osmanlı Devleti'nin padişahı sıfatıyla."
"Niye?"
"Şöyle açıklayayım. Ekonomik kriz malumunuzdur. Ülkede sosyal bir patlama kapıdaydı. Halkın gazını almak gerekiyordu. Gündem değiştirmek için böyle sahte bir uygulama yapmak zorunda kaldık."
"Nasıl yani?"
"Şimdi güya Yeni Osmanlı kurulmuş gibi yapıp halkı yepyeni bir gelişmeyle meşgul edeceğiz. Aslında hiç bir şey değişmedi. Göstermelik olarak değişti gibi göstereceğiz zamanı gelince de düzelteceğiz."
"Düzeltme?"
"Korkmayın. Usülen bir tahttan indirme ve kayd-ı hayat garantisi. Yani aslında halihazırda sistem sürüyor ama bize yapay bir gösteri lazımdı."
"Anladım. Hem milletin gazını alma hem de olur ya gerçek niyetini belli edenler ortaya çıkacak onları tespit edeceksiniz. İyi ama neden ben?"
" Hanedanın soyundan gelenler arasında toplumun gazını almaya ve bu operasyonu yürütmeye en müsait kişi sizdiniz. Hanedan olayının yalan olduğunu biliyoruz ama biz yine de bu sırrınızı saklayacağız."
"Başka biri yok muydu gerçekten?"
"Aslında hanedan üyesi olduğunu iddia eden alakasız bir grup vardı ama yarısı istihbarat servisleriyle içli dışlı diye güvenemedik."
"Şimdi ne olacak?"
"Siz bir gecede tahta sahip çıkmış durumdasınız. Kostümünüz hazırlanacak ve at üzerinde Topkapı sarayına götürülerek tahta çıkacaksınız.  Bazı eski kurumlar yeniden kurulacak göstermelik olarak ama ne meclis, ne diğer kurumlara dokunulmayacak. Eh bir süreliğine saklandıkları numarası ayarlandı bunun için."

Beni paşa üniformasına büründürüp madalyalarla, nakışlarla süsleyip bir de belime altın savatlı bir kılıç taktılar. Tepemde sorguçlu kavuk, elimde kamçı bindirdiler bir beyaz ata, etrafımda korumalar, yanımda kelli felli adam, arkamda mehter takımı ilerliyorum. Halk sokağa toplanmış, "Padişahım Çok Yaşa" diye bağırışıyorlar. Bir ara kalabalıkta bir adamın bana hareket çektiğini gördüm. Artık nasıl havaya girmişsem "Yakalayın!" diye bağırdım. Mehteranla yürüyen o zırhlı kılıçlı abiler benden beter gaza gelmiş tuttular getirdiler önüme. Ben nasıl bir havaya girdiysem: "Urun kellesini!" diye bağırdım. Bir anda kelli felli adamın beni dürtüp: "Padişahım sistem hala aynı sistem. İdam kalkmış durumda, kelle uçurmada yok haliyle salın gitsin!" demesiyle kendime geldim.

Topkapı Sarayı'na bir geldim, kapıda yeniçeri külahları giyen, sarık takan, miğfer giymiş bir sürü insan. Dizi seti zanneder gören. Meraklı turistler ise cabası. Zaten bunun şov amaçlı olduğunu bir bizim baştakiler biliyor bir de bu turistler o da şov zannettiklerinden. 

Tahta çıkar çıkmaz canlı yayınlar eşliğinde göstermelik atamalarım ve yeni kurumlar, kurumsallaşmalar bir bir gerçekleştirildi tarafımdan. 1826'da kaldırılan tüm askeri kurumlar "göstermelik" ve "deneme amaçlı" olarak yeniden ihdas edilmişti. Kıyafetlerine dek aynı, sokaklardan ve kahvelerden devşirilme 2000 nefer yeniçeri şehre konuşlandırıldı. 500 nefer Bostancı da saraya yerleştirildi. Cebecisidir, sağ ve sol ulufelisidir, kapıkulu sipahisidir derken 500'er adet her birinden olmak üzere Kapıkulu Ocakları'nı tamam ettik. Tımar sistemi tartışmalı olsa da göstermelik olarak ismen tımar 1000 sipahiyi işe aldık. 2000 nefer akıncı bile ihdas olundu da eskisi gibi serhadlere gönderildi. Akına çıkmak üzere değil tabi, Edirne-Keşan havalisinde "göstermelik" takılacaklarını söylediler. Sonra hafiyeler göreve dağıldılar ve dahi göstermelik kadılar, kethüdalar.

Yemekler yendi, basın toplantısı verildi felan beni bir merak sardı. Ulan acaba göstermelik de olsa bir harem yapılmış mıdır? Kelli felli adam olduğunu söyledi. Gece vakti girdim Harem'e ilk gördüğüm kıza "Nerelisin?" diye sordum "Üfff! Sana ne be salak!" diyerek kaçtı. Kelli felli adamın uyarısıyla anladım ki harem gerçekten göstermelikmiş. Kızları cast ajanslarından felan toparlamışlar, rol icabı cariyelermiş. "Fazla ilişme tatsızlık çıkmasın" diye de ekledi. Ne lanet bir çirkinliğim varsa padişahlığım bile örtemedi, ben de fazla dolanmadım harem civarında.

Padişahlık güzel gibi. Hani yediğin önde yemediğin arkada, arada divan toplantısı oluyor felan ama o da göstermelik. Göstermelik sadrazam, göstermelik devlet ricali ile görüşüyor mevzu bundan ibaret koca divan. Harem ayrı bir dünya. Bütün gün yiyorlar, içiyorlar bir de dizi izliyorlar. Tabi saraya biz yerleştiğimizden Muhteşem Yüzyıl bir süredir yayınlanmıyor ama olsun kameralar canlısını çekiyorlar gece gündüz buradalar, BBG kafasında herkes haremin hakiki çekişmelerini izliyor. Eskidenmiş Harem'in eğitim kurumu olması, saraya hizmetli yetiştirmesi milletin dizi ihtiyacını ihdasından sonra da karşılıyor...

Ama ekonomi berbat. Ben zaten bir müddet sonra bu haltı niye yediklerini anladım. Ekonomik kriz yüzünden tepkiler artmış, vergi üstüne vergi koymak zorunda kalıyorum. Gerçi garip bir durum, bütün gün sarayda yiyip içiyoruz, deve yüküyle vergi alıyoruz kimsenin gıkı çıkmıyor. Muhalif ses seda yok, garibime geliyor bu durum. Anadolu'da bir fabrikada isyan mı ne çıkmış, ortalık çalkalanıyor. Bize yeni bir sansasyon lazım dedi kelli felli artık silah zoruyla ikna mı ettiler bilmiyorum, cariyelerin biriyle halvet olduğum söylentisi çıktı. Bir süre bu dedikodu ortamı idare etti sonra iş döndü dolaştı "Kahrolsun Padişah" nutuklarına dönüşmeye başladı. İş bana patlayacaktı. Kelli felliye diyorum gidişat kötü bırakayım tahtı gösteri devam etmeli diyor. 

Bu işi bana yıkacaklar galiba diyordum ki yıkıldı da... Bir baktım sarayda kimse yok. Sarayın dış kapısı hınca hınç dolu. Yeniçerisi, cebecisi, bostancısı hatta harem halkı komple kapıda. Ülke çapında ayaklanma çıkmış. Kelli felli aldı beni helikopterle orada şehir dışına çıktık. Haberleri izliyordum aylar sonra. Baldırı çıplaklar vardı dükkanları yağmalayan. Sonra doğu sınırlarından akın akın geçen Moğol atlılarını görüyordum. Kadı Burhaneddin diye bir kadım gittiği yerde isyan çıkarmış, akıncılardan başka bana bağlı birlik kalmamıştı. Kelli felli rolüne devam et diyerek bıraktı beni Trakya'da bir yere. Ulan yer bilmem iz bilmem. Bari kılık değiştireydim sünnet çocuğu gibi geziyorum ortada. 

Bir grup akıncıya rastladım, gittim yanlarına selama durdular. Dağılmışlar Trakya'da isyan çıkınca bunlarda kurmuşlar nevaleyi alem yapıyorlar. Aha dedim işte saltanatım buraya kadar beş akıncıyla dağ başında kala kaldım. Oğlum kalkın toparlanalım isyan çıktı diyorum, bir çoğunun mesleği bıraktığını söylüyorlar. Bunlar bile bırakmış aslında. Şehrin yolunu öğrenip yola çıkıyorum vakit geceyi buluyor. Amacım sınırı geçmek siyasi ilticacı olarak. Ancak kellemi böyle kurtarabilirim. 

Sınıra yaklaşıyorum bir başka akıncı grubuna denk geliyorum. Bir tanesi içip içip sarhoş olmuş "Tutmayın beni dalacağım" diyor ötekiler tutuyor garip bir mevzu dönüyor. Bana bakarlarken  garip garip ben sınır kapısını arıyorum. 

Atlılar geliyor peşimde. "Tutun! Vurun! Padişah orada!" Nasıl buldular? Nereye kaçarım? Koşmaya başlıyorum deli gibi. 

Sonra...

Yerimden kalkıyorum. Camı kapatıyorum. Sırtım açıkta kalmış. Tuhaf bir düş... Arşive gitmekten vazgeçiyorum. Uyanır uyanmaz ilk işim KPSS'ye başvurmak oluyor...

SON

27 Eylül 2012 - İstanbul 


Son Not: Sonu "aslında rüya" olarak biten hikayeler klişenin önde gidenidir. Bir şeyin sonunu "her şey rüyaymış" diye bağlamak acizliğe oynamaktır. Okuyucuya haksızlıktır. Basittir, ucuzdur, yapmacıktır. Hepinizden özür diliyorum. Bu hakkımı bu hikayem için tek seferlik kullandım varsayın... Tehlikeli yönlere kayabilecek bir hikaye için bu gerekliydi.

Son Gulyabani