12 Şubat 2013 Salı

Büyücünün Tuhaf Romantizmi-3


Büyücü: “Aldığı kitap… Bu oldukça kötü şöhretli bir kitaptır. Derslerde bahsedilebilecek denli kötü şöhretli! “İblisleri Etkilemenin Binbir Yolu”, hiçbir büyücünün dokunmaya cüret edemeyeceği kitaplardan biri.”
Eşkıya: “ “Dünyanın En Tehlikeli Büyüleri”nden bile mi kötü şöhretli?”
Büyücü:  “O dediğin, bu kitabın yanında sokaklarda koşturan beş yaşında bir çocuk gibi kalır. Bu kitap boyut kapılarının ileri seviyelerine ilişkin bir çalışmadır. Boyut kapıları üzerine çalışsam bile benim de dokunmama izin verilmezdi!”
Eşkıya: “Ama kız alıp götürüyor. Tabi soylu olmayınca… Bürokrasi zaten senin benim gibi garibana işliyor, zenginin çarkına dönüyor…”
Büyücü: “Bırak şimdi İsyanist (yöreye özgü bir siyasi akım) söylevleri. İçinde farklı boyutlardan iblislerle irtibat kurmanın ve çağırmanın yolları vardır. Aslında öğretici bir kitap ama öğrettiği şeyler tehlikeli!”
Eşkıya: “Aga saç yaptırmaktan, arkadaşlarıyla kahve için düşmanlarına nispet yaptığını sanmaktan başka bir şeyden anlamayan bir kızcağızın iblisle miblisle ne işi olur? Aşk büyüsü mü yapacak daha zengin ve soylu birisini bulmak için?”
Büyücü: “Bunu öğrenmenin tek bir yolu var. Mekânın geçmişine bakmak.”
Eşkıya: “Sen falcı değildin hani?”
Büyücü: “Geleceğe bakmayacağım aptal! Geçmişe bakacağım! Mekanla bütünleşmek deniyor buna. Ben konsantre olacağım, ben konuştukça soru sor, söylediklerimi ben aklımda tutarım yönlendirmeyi sen yapacaksın!”
Büyücü ellerini demirden kafese koyarak gözlerini kapattı. Bir süre sonra kaynağı belirsiz mor dumanların, ışıklar saça saça sağdan soldan gelerek büyücünün etrafında topladığını gördü Sansar. Büyücünün cezbe gelmiş hali bir şeyler söylüyordu:
Büyücü: “Büyük Kahraman Agrabul (Akdiyar’lı, evrensel şöhrete sahip mitik bir kahraman) geliyor!”
Eşkıya: “Agrabul asırlar önce Gizem Kulesi’nde inzivaya çekilmedi mi? Aga zamanda yanlış döneme gittin, bugünlere gel. Kitabı buradan alan kıza!”
Büyücü: “Hissediyorum. Kızın içinde muazzam bir öfke var. Erkeklere karşı duyduğu amansız bir nefret… Kitabın varlığını bir cadıdan öğrenmiş. Bir iblis çağırmak istiyor. D’hka’lın! Onu çağırmak için bir ölümsüzün kanına ihtiyacı var ancak kendisine kazık atmak isteyen, aşık olmamış, onu sadece cinsel yönden tatmin amacıyla arzulayan bir ölümsüzün kanına. Uzun ömür süren, büyülü bir varlığın kanı… Sonra kitabı almadan çıkıyor, günler sonra geri dönüyor…”
Büyücü kendine gelir gelmez mor dumanların etrafa saçılarak yok olduğunu gördü Sansar.
Eşkıya: “Aga?”
Büyücü: “İyiyim ben. Biraz geri gittim ilkin ancak yönlendirmenle doğru zamanı tutturup kızın yaptıklarını gördüm.”
Eşkıya: “Aga kız gelmiş buraya ilk, bu kitabı…”
Büyücü: “Hatırlıyorum. Kızın çağırmaya çalıştığı iblis, D’hka’lın! Onun kim olduğunu öğrenmemiz lazım. Demek vampirle önceden çıkıyordu. Sonra büyüyü uygulamak isteyince ölümsüzlerin sayısını arttırıp şansını da arttırmak istedi! Dahice! Sonra gelip kitabı aldı, çünkü üzerlerindeki tılsımdan ötürü kopyalanamazlardı! Dahice! Gulyabaniyi bu yüzden seçmiş?”
Eşkıya: “İblisi nereden öğreneceğiz?”
Büyücü: “Yasaklı kitaplar yolumuzun üzerinde hali hazırda yukarıda, oraya bakacağız.”
Wyern ile Sansar, “Gerçekten Yasaklanmış Büyü Kitapları” kısmından çıktılar. Wyern çıkarken ejderhanın önündeki belgeyi alıp katlayarak cüppesinin iç ceplerinden birine sokuşturdu. Yasaklı kitaplar kısmında “Tekmili Birden İblisler Ansiklopedisi”nin “D” harfli maddesini ihtiva eden cildi kolayca bulan Wyern, sayfaları hızla çevirmeye başladı. Bir anda durup, korkutucu görünümlü ancak güzel sayılabilecek bir kadın resmine baktığını gördü Sansar.
Eşkıya: “İblis de iblis ha!”
Büyücü: “Görüntüsü yanıltmasın.”
Eşkıya: “Bu iblis ansiklopedisi neden yasak?”
Büyücü: “Diğer dünyalardaki iblisler hakkında da bilgiler verdiğinden sakıncalıdır. İşte burada yazıyor kızın çağırmak istediği iblis. İblis D’hka’lın, intikam iblisi. Paralel bir evrende müzikle ilgisi olan biriymiş o yüzden bu iblisin gelişi sırasında gürültülü müzikler duyulurmuş. Tapınanları genelde yaz mevsiminde gürültülü müziklerle ayin düzenleyip eski sevgililerini lanetleyen bir topluluk. İntikam tanrıçası Demserortkal’ı andırıyormuş ki onun kozmik alemlere yansımasıymış.”
Eşkıya: “Ben Demserortkal tapınanlarını bilirim. Yaz geceleri içkiler seller gibi çağıldar ve şarkılarında eski sevgililerine sövüp onları unuttuklarını yeni sevgilileriyle mutlu olduklarını söylerler, kitleler halinde eski sevgililerinin aşağılarlar. Hele şarkıların nispetli kısımlarında “eller havaya” yaparlar ki onların o halini görsen kanın donar!”
Büyücü: “Benzeri şeyleri burada da yazmışlar. Demek ki kainatın her köşesinde intikam iblisleri arasında bazı benzerlikler var. Keşke İblisoloji üzerine yoğunlaşsaymışım. Ama boşver, o kadar kendini beğenmişlerdir ki senin Karanlıklar Efendisi olmana fırsat vermezler, “efendimiz efendimiz” diye gezinirsin yanlarında sırtında paçavralarla. Kız yeryüzünden tüm erkek nüfusunu kendisine köle yapması için çağırmak istemiş bu iblisi.”
Eşkıya: “Neyi neye alet ediyorlar vay arkadaş!”
Büyücü: “Kız galiba bu gece ayin yapacak. Onu bulmamız lazım, kapıyı açmasına engel olmalıyız!”
Eşkıya: “Artık itiraz yok aga seninleyim!”
Büyücü: “Tama… Bir dakika. Biri geliyor, saklanalım!”
Wyern’in yaptığı bir el hareketi ile ellerindeki meşaleler söndü. Bulundukları kısma bir gölgenin süzüle süzüle yaklaştığını gördüler. Wyern’in bir başka el hareketiyle meşaleler yandığında gelenin Gorour Sandıkçızade olduğunu gördüler.
Eşkıya: “Hah! Bir sen eksiktin tam oldu!”
Büyücü: “Ne işin var burada? Hatta bizi nasıl buldun?”
Vampir: “Kokunuzu takip ettim. Bulmam zor olmadı.”
Eşkıya: “Aga hatırlat av mevsimi gelince birlikte gidelim, hayvan takibi için boşu boşuna köpek alm…” (Büyücünün kızgın bakışları üzerine susmak zorunda kalır)
Büyücü: “Buraya niye geldin?”
Vampir: “Engizisyon galiba bizden şüpheleniyor. Siz şatodan çıktıktan sonra dört-beş kişi bahçenin dışından gözlemeye başladı şatoyu. Bir tane rahip kılıklı adam da onlara katılınca başıma bir iş gelmesin diye yarasaya dönüşüp kaçtım.”
Eşkıya: “İyi de niye peşimize takıldın? B.k mu vardı affedersin?”
Vampir: “Ne bileyim? Bir planınız vardır diye size sığınmaya geldim bir süreliğine.”
Eşkıya: “Biz de zaten Engizisyon Mağdurları Sığınma Derneği’ni yeni kurmuştuk, tam üstüne geldin.”
Büyücü: “Hakikaten bu yaptığının ne manası var? Ya peşine takıldılarsa?”
Vampir: “Bir şey olmaz. Hem konuşmalarını duydum, sadece  kimdir necidir şüphesi üzerine siz o vakitte şatodan çıkınca şüphelenmişler, sokakta rastladıklarını tutup sorguluyorlarmış. Sizin yüzünüzden oldu o da!”
Büyücü: “Her şeyi duyduysan, bizim konuşmalarımızı da duydun mu? Duvarlar dışarıdan sihre karşı yalıtımlıdır ama?”
Vampir: “Bu sihir değil, doğal yetenek. Konuşmalarınızı işittim ama sadece şu iblisle ilgili olanı. Bu kız ne yapmaya çalışıyor öyle?”
Büyücü: “Olabildikçe kötü şeyler. Ancak durdurabileceğimizi zannediyoruz.”
Eşkıya: “Beyler. Bu kızın burnunu havaya kaldıran sizlersiniz. Siz kaldırdınız, siz indirin.”
Vampir: “Zaten gidebilecek başka yerim yok, sizinleyim. Anca beraber kanca beraber… Yani dediğin kadar tehlikeliyse durum, hepimiz tehdit altındaysak elbirliğiyle halledip bu meseleden paçamızı kurtarmalıyız!””
Eşkıya: “Kan man dedi? Aga bir yamuk yapmasın?”
Büyücü: “Lafın gelişi söyledi geri zekalı! Tamam hep beraber kızı engelleyelim. Ancak engizisyon dışarıda her gördüğünü çeviriyorsa, bir tedbir düşünmeli.”
Vampir: “Bunlara kaba güç yetmiyor. Yasaların bir kısmı kendilerinden yana, rahipleri de yamandır.”
Büyücü: “Ben biraz zorlasam duman ederim ama büyücülerden oluşma yegane askeri birliği üzerime salarlar. Meşhur 27. Alay, Büyücülerin Alayı… Onlarla tepişecek denli güçlü olsam zaten…”
Eşkıya: “Hah. Şimdi bana işiniz düştü işte.”
Büyücü: “Aha. Şimdi tutup şehrin başrahibini dağa kaldıralım diyecek…”
Eşkıya: “Yok yahu! Sen hep kızıyordun benim İsyanistlerle konuşmama görüşmeme ama işimize yarayacaklar.”
Vampir: “Sen İsyanist misin?”
Eşkıya: “Fikirleri yaşam tarzıma uyuyor diyelim.”
            Büyücü: “Bize ne faydası var bunun?”
            Eşkıya: “Görürsünüz şimdi. Yürüyün yurtlarına gidiyoruz.”
            Büyücü: “Haydi! Engizisyondan kaçalım derken sen bizi İsyan Komitaları’na teslim edeceksin herhalde?”
            Eşkıya: “Aga hiç korkmayın. Basit bir tedbir alacağız, takip edin.”
            Akdiyar kıtasında siyaset aslında çok da eski sayılmazdı. Ne zaman ki yerel lordlar ve krallar yerlerini seçimle belirlenen şehir konseylerine ve konfederasyon sistemine bırakmış, seçimle birlikte siyasi görüşler ve akımlar da yaşamlarına girmişti. Gerçi herkes konsey üyeliğine aday olanları seçmekteydi yani bunlar zaten zengin burjuvalar, soylular ve bağlantıları sağlam olan nüfuzlu kimselerdi, bireyden bireye değişirlerdi. Buna rağmen ahali arasında çeşitli görüşler vardı ve konsey adaylığında da bu görüşler etkin oluyordu. Ahalinin bir kısmı “Konfederasyoncu”ydu yani ne etliye ne sütlüye karışırlardı onlar için önemli olan esnafın dükkanını açık tutması, ticaretin akması ve ortamın “isyanizm”e teslim olmamasıydı. Bunların büyük bir çoğunluğu palazlanmasının ardından Güneş Rahiplerinin başını çektiği, Güneş Dini’ne inanların saflarına katılmışlardı. Halkın yarısından fazlası onları destekliyordu. Tapınak adına gelir olsun diye kiralanan veya satın alınan dükkanlar, araziler, ticarethaneye dönüştürülen eski-yeni binalarla muazzam bir rant söz konusuydu ki işin kaymağını tapınağı doğrudan temsil edenlerle, aracı zengin aileler yemekteydi. Bir de yerel cin-peri, yecüc, mecüc ve bazı gulyabani unsurlarının kendi yönetimlerini desteklediği, yerelci yani “Federasyoncu” görüş hakimdi. Kendi şehirlerinden, bölgelerinden gayrısını düşünmezlerdi. Bunların haricinde hatırı sayılı miktarda sempatizanı ve partizanı bulunan “İsyanistler”di. İsyanistlerin büyük bir kısmı kölelik hususunda çalışmalar ve tasarılarıyla bilinen kişilerdi. Bunların arasında sadece kölelik hususuyla alakalı olarak “Madenisyanistler”, tüm hükümetlerden ve idarelerden ayrı bir yapı kurmak isteyen “Özerkisyanistler” olmak üzere iki ufak yapı daha vardı ancak geneli “İsyanizm” hususunda hemfikirdi. Özellikle maden bölgeleri ve Üniversiteler şehrinde yoğunluk kazanıyorlar, loncalara, tüccarlara, rahiplere, burjuvalara aksi gidiyorlardı. Aklı bu işlere erer pek çok Akdiyar’lı kara efendilerden kara tanrılardan sonra Akdiyar’ın başına bunların musallat olduğunu dillendiriyordu –daha çok muktedirler. İsyanistler bulundukları yerlerde barikatlar ardına kendi bölgelerini kuran, kendi içlerinde bir teşkilatlanmaya sahip kimselerdi ve kendilerine hoş bakmayanlarla başları pek hoş değildi.
            Wyern, Sansar ve Gorour, şehrin kuzeyindeki öğrenci yurtlarında kendilerine ayrılan kısımda, barikatlar ardında bulunan İsyanistlerin bölgesine gidiyorlardı. Çoğu öğrenci, az bir kısmı Muhafızlar tarafından aranan kaçaklardan müteşekkil İsyanistlerin, gerisinde üç tane gri, yeşil pelerinli insanın nöbet beklediği “Güney Barikatı”na gelmişlerdi. Buradaki bölge hakkında üniversite yönetiminin pek şikayeti yoktu ancak Güneş Rahipleri, başına buyruk yaşamalarından ve fikirlerinden ötürü kendilerinden hiç hazzetmezlerdi. Onlar da rahiplerden hoşlanmaz hatta fırsat bulurlarsa engizisyon ve muhafızlara karşı toplanarak yürüyüş yaparlar, eleştiri yazıları yayınlarlardı. Güneş Tapınağı yanlısı politika ehli Konsey üyelerinden birisinin: “Ben de oraya gidecektim öğrenciliğimde ama baktım kızlarla, çimenlerde takılıyorlar. Orada kalsam yoldan saparım” açıklamalarıyla hedef gösterilmeleri üzerine yeni bir çatışma konusu çıkmış, yurtlarının etrafına barikatlar kurmuşlardı.
            Wyern, Sansar ve Gorour, güney cephesine bakan barikatların önüne geldiğinde gri pelerinli öğrencilerden birisi onların karşıladı. Gorour’la el sıkışıp tanışıklığını belli eden öğrenci, görece daha giyimi debdebeli Wyern ve Gorour’a, onların üzerindeki birkaç adet tılsım ve süs eşyasına kötü kötü baktı:
            Öğrenci: “Bu soylu takımıyla ne geziyorsun?”
            Eşkıya: “Bunlar soylu değil, öğrenci. Önemli bir durum var, o yüzden benimle geldiler. Setner ile görüştür beni.”
            Öğrenci: “Tamam geçin. Buradan dümdüz ilerleyin, havuzun sol çaprazındaki ev. Kapıda sorarlarsa benim gönderdiğimi söylersiniz.”
            Eşkıya: “Sağolasın.”
            Üçlü, barikatı geride bırakıp havuzun olduğu yere ilerlediler.
            Büyücü: “Bunlar muhafız gördü mü dayak mayak girişen adamlar, biz elimizi kolumuzu sallayarak girdik içeriye. Sen ne ara muhabbeti bu kadar ilerlettin?”
            Vampir: “Onun tek muhabbeti bunlarla değil. Şimdi hatırladım, bizim fakültenin kantinine de gelip gidiyordu Sansar. Birçok öğrenci grubunu tanır herhalde, hatta bana gelip kız ayarlasana demişliği bile var.”
            Büyücü: “Ben de az kalsın, bilinçli bir yardımcım var diye övünecektim. Yine sapık emellerin çıktı karşıma.”
            Eşkıya: “Ben de hatırladım aga şimdi o konuştuğumuzu, o zaman üstünde pelerin yoktu ondan hatırlayamadım demek ki? Aman! Neyse ne sonuçta içeriye girebildik ya!”
            Büyücü: “Ben hala anlamadım buraya gelmemizin amacı ne?”
            Eşkıya: “Bekleyin görün.”
            Tarif edilen yere geldiklerinde, Sansar ile yapılan kısa bir görüşmenin ardından üçünü de eve aldılar. İçeride masalar üzerinde veya yerde oturan, harıl harıl bildiri yazan (Mecüc Burjuvazisinin Tarım Ürünleri Üzerindeki Etkisini Protesto), sandalye üzerinde nutuk atan (, hararetli bir tartışma çeviren İsyanistler içeriye girenleri görür görmez faaliyetlerine ara verdiler. Setner yerinden kalkıp samimi bir gülümseme ile Sansar’ın elini sıktı.
            Setner: “Nasılsın Sansar abi? Bu saatte işin ne?”
            Eşkıya: (Olabilecek en ciddi yüz ifadesini takınarak) “Çok karışık olaylar dönüyor Setner! Engizisyon şehirleri bitirdi şimdi de okullara el attı!”
            Setner: “Nasıl yani?”
            Eşkıya: “Bu yanımdaki arkadaşlar öğrenci. Biri büyücü, biri vampir… Bunları yakmak istiyorlar, hani farklı türleri yakıp yıkalım hesabı…”
            Masadaki Öğrencilerden Birisi: “Ben şu pelerinliyi tanıyorum, ticaret fakültesinden. Şatosu var, burjuvadır!”
            Eşkıya: “İşte ben de tam onu söyleyecektim. Tapınağın muhabbetini biliyorsunuz bir çok arazi satın alınıyor ya da kiralanıyor, yerlerine kendi tapınaklarını, merkezlerini dikip bunların yanına vakıftan para gelsin diye ticarethane açıyorlar. Hatta bazı aileler bu işlerde aracılık ettiğinden daha büyük arazilere daha büyük ticarethaneler açıyorlar. Engizisyon mallarını müsadere etmek için onu bunu yakıyordu ya şimdi işi iyice azıttılar. Önce öldürüp sonra arazisine el koyuyorlar, bu bahaneyle öğrenci yurtlarını da dağıtacaklarmış!”
            Setner: “Böyle şey olmaz! Nasıl cesaret ederler buna?”
            Eşkıya: “Biz de bu yüzden buna bir dur demek için karar aldık. Bazı arkadaşları şehirdeki merkezlerine götürüyorlar sorguya çekmek için. Oranın önünde toplanacağız, kuzey yakasında büyük tapınağın aşağı sokağında. Sizlere de haber vermeye geldik.”
            Setner: “Gerçi biz bir yürüyüş düzenlemeyi düşünüyorduk ama zamanı belirsizdi. Gecenin köründe, sokaklar kapatılamadan yapılan bir yürüyüş daha etkili olabilir. Hem yaptıkları Zarboizm (oraya özgü bir görüş, baskıcı anlamında kullanılır) yanlarına kalmamalı!”
            Eşkıya: “Ben şimdi bu arkadaşları saklamaya gidiyorum. Katılımınız çok önemli arkadaşlar, gecenin köründe Engizisyon’un oraya yığıldığımız zaman korkup geri adım atacaklardır.”
            Setner: (Etrafındakilere dönerek) “Bütün arkadaşlara haber verin, yürüyüş var. Gece olduğundan hızlı hareket etmemiz lazım, tarihimizin en büyük yürüyüşü olacak! (Eşkıyaya döner) Siz de gidin bir an önce, yakalanmayın!”
Wyern, Gorour ve Sansar evden çıktıktan sonra başkalarının da evden çıkarak başka evlere ve sokaklara dağıldıklarını gördüler.
Büyücü: “İçeride sesimi çıkarmadım ama bu yaptığın neydi şimdi?”
Gorour: “Engizisyon peşimizde. Muhafızlar peşimizde. Federasyon askerleri hakeza peşimizde. Bu son siyasi olaya da karışmamızın ardından devreye Konfederasyon Ordusu girer!”
Büyücü: “Bir isyan eksikti!”
Eşkıya: “Aga bilerek yaptım bunu. Şimdi Engizisyon bizim tepemizdeyken biz nasıl rahat hareket edeceğiz? Düşünsene tapınağın oraya yüzlerce isyanist toplanınca ne yapacaklar, bizi bırakıp onlarla uğraşacaklar! İblis meselesine inandırmaya göre daha kolaydı. Öbür türlü: “Sizin işlerinizden bize ne?” derlerdi ancak iş siyasi olunca bize yardımları dokunacak!”
Büyücü: “Ben hedef şaşırtma diye buna derim!”
Eşkıya: “Cahiliz mahiliz ama salak değiliz aga! Eşkıyalıktan geliyoruz o kadar pusudur, şaşırtmacadır öğrendik bir şeyler!”
            Büyücü: “Yine de aklım almıyor. İnsanlar durup düşünmeden bir cahilin sözleriyle nasıl hareket edebiliyor ki?”
            Vampir: “Bu yeni bir şey değil ki. Eskidenmiş o siyaset okullarından yetişen esaslı politikacılar. Politikacının esaslısı ya asırlardır taşrada pişmiş derebeyi kökenlilerden çıkıyor yahut halkın içinden, onun zaaflarını bilen ve bunu kullanabilenlerden çıkıyor.”
            Büyücü: “Siyasete pek aklım ermez zaten. Şimdi Taryal’ın şatosuna gidiyoruz, onu bulup engellememiz lazım.”
            Vampir: “Şatosunda olduğundan emin miyiz? Belki o gulyabaninin şatosuna gitmişlerdi.”
            Eşkıya: “Belki mezarlığa gitmiş de olabilirler. Dünyanın anasını satmadan önce son romantik piknik hesabı…”
            Büyücü: “Kızın okuduğu sayfayı gözümde canlandırdığımda gulyabaniyi neden seçtiğini görmüştüm. Yani kendisine aşık olmayan, sahte bir aşık kurban olacak ve bu insan haricinde bir kurbanın kanı için gerektiğinden kız onu kendisine bağlayacak. Ayin için yapacağı hazırlık için şatosunu kullanmış olabilir.”
            Vampir: “Ayin için hazırlık? Şey mi hani sekiz tane mum var hilal şeklinde diziliyor, gül yapraklarından semboller çizilmiş, kanla yazılmış yazılar ve havaya kaldırılmış bir pençe çizimi? Ayrıca büyük, taştan bir sunak, altından bir bıçak ve birkaç tuhaf görünüşlü taş? Sunak taşı güneye bakıyor, tam karşısında büyükçe bir boy aynası var, kenarları kanla lekelenmiş?”
            Büyücü: “Sen nereden biliyorsun? Kitabı mı okudun?”
            Vampir: “Hayır, Taryal’a ait bir kır evinde. Şehrin kuzey çıkışına yakın bahçeli bir ev.  Hiç görmedin mi?”
            Eşkıya: “Wyern daha aşıklar korusunu göremedi ki orayı görsün?”
            Büyücü: “Öhmm… Neyse, o zaman dediğin yere gidelim orada olmaları lazım.”
            Vampir: “Ayini orada yapacaksa birkaç saat evvel şatosunda ne işi vardı?”
            Büyücü: “Bizi şaşırtmak için olabilir. Peşinden geleceğimizi tahmin etmese kapıya muhafız koydurmazdı. Eve daha sonra geçecekti belki çünkü sen geleli bir saat bile olmamıştır, gulyabani de senden yarım saat önce gelmiş olabilir? Ancak bizim şatoya gelebileceğimizi tahmin edemedi.”
            Eşkıya: “Ne girmesi aga bastık bildiğin?”
            Vampir: “Şikayetçi olmaması da acelesini gösteriyor. Bir an önce kır evine gidip ayini tamamlamak için. Demek ki bu gece ayin olacak!”
            Büyücü: “Bu söylediğimden nefret ediyorum ama dünyanın geleceği bizim ellerimizde. Bir an önce gidelim!”
            Wyern, Sansar ve Gorour, barikatı geride bırakır bırakmaz yurtla aynı mesafedeki tahtadan mamul “Çürük Köprü”üzerinden Sırlı Nehri’ni geçip şehrin kuzey yakasına geçeceklerdi. Hızlı adımlarla kah koşup kah tökezlenerek Taryal’ın kır evine doğru ilerlemekti amaçları. Ancak köprü bekçisinin durmalarını haykırmasının ardından bekçi kulübesinin arkasından fırlayıp gelen engizisyoncular, birkaç rahip ve birkaç Şehir Muhafızı’nın etraflarını sarması bu niyetlerini sekteye uğrattı. Rahipler bir ellerinde kutsal semboller, diğer ellerinde Güneş Kitabı olduğu halde dualar okumaktayken engizisyoncular ellerinde urganlar olduğu halde onlara yaklaşmaktaydı. Şehir Muhafızları kılıçlarını tehditkar bir pozisyonda tutarak Wyern ve diğerlerinden gelebilecek herhangi bir hamleyi beklemektelerdi. Sembolleri gören Gorour iki büklüm olduğu yere çöküp kalmıştı. Wyern cadılar için yazılmış büyü karşıtı duaların tesiriyle hareketsiz kalmıştı. Karşı koyabilirdi ancak o an için nasıl bir keşmekeşin patlak verebileceğini tahmin edemiyordu. Türünden dolayı ne duadan ne sembollerden etkilenmeyen Sansar ise kah muhafızları kah rahipleri süzüyor, en mahrem küfürleri mırıldanıyordu.
            Büyücü: “Sansar! Sen dualardan etkilenmiyorsun.”
            Eşkıya: “Ben dua bilmem ki? Yoksa kötü bir şey mi söylüyorlar?”
            Büyücü: “Onu demiyorum! Bak sen rahiplere saldır, ben muhafızları indiririm!”
            Eşkıya: “Neyi nereye indiriyorsun aga? Baksana rahip, asker elele. Dinle devlet işlerini birleştirmişler. Ben rahibe ilişsem muhafız var, ona ilişsem engizisyoncu var ben ne yapayım?”
            Muhafızların Komutanı: “Wyern Kızılaba, Gorour Sandıkçızade, Dağlıgillerin Sansar. Bir soylunun evini basmak, haneye tecavüz, darp, sözlü tehdit, kanundan kaçma, suçlulara yardım ve yataklık, yasadışı işler için büyü kullanımı suçlarından dolayı tutuklusunuz.”
            Kıdemli Rahip: “Aynı şekilde aydınlığın yapısını tehdit ettiğiniz, özel güçlerinizi zarar vermek için kullandığınızdan ötürü Engizisyon tarafından tutuklanmış bulunmaktasınız.”
            Eşkıya: “Sözün bittiği yerdeyiz beyler…”
            Büyücü: “Kim tarafından tutuklanıyoruz anlamadım? Hatta niye suçlanıyoruz onu da anlamadım?”
            Muhafızların Komutanı: “Biz de ilkin bunu tartıştık, zaten bu yüzden geç tutukladık sizi.”
            Büyücü: “Nasıl olur?”
            Muhafızların Komutanı: “Şimdi engizisyon bu şato baskınından sonra peşinize düştü ya, siz de kaçtınız? Biz şatoya gittik, şikayetçi olmadı Taryal Hanım. Ama sonuçta ortada suç vardı. Bizim casus şebekelerimizin yarısı Tapınağa mensuptur, Engizisyon’un istihbarat ağı da daha geniş diye yine bizim tapınağa bağlı şehir konseyi mahkemesi tarafından yasa çıkarttırıp onaylattırdık. İstihbarat tapınakla ortak hale geldi, böylece biz de peşinize düştük.”
            Eşkıya: “Yargı tapınak, şehir muhafızları tapınak, engizisyon cübbesi giyin bari?”
            Muhafızların Komutanı: “İsyanist isyanist konuşma! Hoş konuşsan da bir şey olmaz zaten sağ çıkamazsınız. Her neyse yasa gereği artık engizisyon vakalarında biz onlara, bizim vakalarda da onlar bize yardım edecekler.”
            Büyücü: “Bizi yakalıyorsunuz ama şatoyu niye bastığımızı bir bilseniz! Asıl Taryal Hanımı tutuklamanız lazım. Bizi bırakmazsanız hepimiz öleceğiz! İblis çağıracak!”
            Kıdemli Rahip: “Peh! Laf! Kurtulmak için yalan söylüyor! Ne konuşturuyoruz bu zındıkları, meydana götürüp gün ortasında yakalım gitsin!”
            Büyücü: “Hemen yakın! Büyücüleri yakana kadar politika hokkabazlarını yaksaydınız daha hayırlı bir iş yapmış olurdunuz! Kız büyü yapacak iblis çağıracak!”
            Kıdemli Rahip: “Şikayet ediyorsunuz ama engizisyon bunun için var işte. Bizim istihbaratımız kuvvetlidir. Büyücüleri, büyü yapanları, cadıları, tüm ecinni taifesini fişliyoruz. Kimse gözetimimizden kaçamaz! Biri bir büyü yapmaya niyetlense anında haber alırız!”
            Eşkıya: “Engizisyon ayakta uyuyor ayakta! Wyern, aga göster delilleri de inansınlar!”
            Wyern: (Cübbesinin iç cebindeki kağıtları çıkartıp göstererek) Bak bu üniversite kütüphanesi kayıt defterinden. Taryal Hanım’ın aldığı kitap kodu, yasaklı kitapların olduğu kısım.”
            Kıdemli Rahip: (Kağıdı uzaktan inceleyerek) “Bu imkansız! Yasaklı kitaplardan kitap çıkarılamaz. Hatta bu 06 koduyla başlıyor, bunlar çıkarılmasını bırak dokunulması bile yasa kitaplar.”
            Wyern: (Öteki kağıdı gösterir) “Başmüdürün imzaladığı izin kağıdı, Taryal Hanım’a özel. İblis çağırma üzerine yazılmış bir kitap var elinde, ayin yapacak!”
            Muhafızların Komutanı: “O da suç tamam ama sizin yaptığınız da suç!”
            Eşkıya: “Aga bak ben cahil eşkıya aklımla bile akıl ediyorum siz nasıl akıl edemiyorsunuz? Biz evi bastıysak Taryal Hanım neden şikayetçi olmadı?”
            Vampir: (Çöktüğü yerden) İsyanımı şiirle haykırıyorum! “İftiralar değildir, yaralayan sensin sen!”
            Eşkıya: “Tanrısını seven beni önden yaksın! Yine şiir okuyacak!”
Kıdemli Rahip: “Yahu daha ne konuşuyorsunuz? Mahkeme falan yok size bence o kitap geyiği de tamamen hurafe bunlar kurtulmak için yalan söylüyorlar. Şatoyu kız meselesinden bastığınızı da biliyoruz, Taryal Hanımın sevgilisi söyledi.”
            Eşkıya: “Ben o gulyabaninin çıktığı mezarı…”
            Vampir: (Bir anda ayağa fırlayarak haykırır) “Şuraya bakın! Şuraya bakın!”
            Kafalarını gayri ihtiyari vampirin gösterdiği yere çevirdikleri zaman her biri dehşete düşmüşlerdi. Şehrin kuzeyinde, çıkışa yakın bir noktada göğe doğru uzanan ancak ses çıkarmayan bir hortum vardı. Hortumun tepesinde yıldırımlar saçana kara bulutlar döne döne toplanmaktaydı. Bir süre sonra hortuma benzeyen siyah ışık halesi oldukça genişlemiş sanki büyük bir yarık açılmıştı. İnsanlar pencerelere çıkıyor, sokaklara çıkarak bu acayipliği seyrediyorlardı. Daha aklı başında olanlar ise ne olur ne olmaz diyerek ailelerini dahi bırakıp şehir dışına kaçmaya başlamıştı. Yarığın içinde belli belirsiz, dev gibi bir insan bedeni görüntüsü belirmişti.
Sansar: (Kıdemli rahibin omzunu dürterek şekli gösterip) “Biz öyle ecinniyi mecinniyi yakarız diyordun! Aha iblis orada! Git onu da yak! Hadi! Hadi!”
Tam da o sırada Wyern ve diğerlerinin işine yarayacak bir gelişme vuku bulmuştu. Yürüyüşe gitmek üzere topluca yurtlarından çıkan İsyanistler, köprünün orada engizisyoncularla, muhafızların bir grup öğrenciyi rehin aldığını öğrenince taşlar ve bağrışmalarla oraya doğru yaklaşmaya başlamışlardı. Wyern ve diğerleri karışıklıktan istifade onların kıskacından kurtulup ayinin yapıldığı yere doğru koşmaktayken taşlara hedef olan muhafızlar ve engisizyoncular köprüye dek gerilemek zorunda kaldı:
Kıdemli Rahip: (Yanındakilere bağırarak) “Üniversiteler şehrinde paganların olduğunu bilmiyordum! Arka çıktılar!”
Muhafızların Komutanı: “Arka çıkmadılar, burası İsyanistlerin bölgesi takviye almadan gelmeyelim demiştim. Muhafız zırhı ve cüppe görünce dayanamaz hücum ederler böyle!”
Kıdemli Rahip: “Öte yandan adamlar haklıydı gibi galiba! İblis var! Gelmeye çalışıyor! Ne yapacağız?”
Muhafızların Komutanı: “Şehirde isyan çıkmak üzere buraya takviye ekip çağırmalıyız.”
Kıdemli Rahip: “Ben de başrahibe gidiyorum! İblis için bir şeyler yapılmalı!”
Sanki sözleşmiş gibi önce geri çekilip ardından kaçmaya başlayan engizisyoncularla muhafızları isyanistler kovalamaya başladıkları sıra, Wyern ve diğerleri çoktan Taryal’ın ayin yeri olarak kullandığı kır evine yaklaşmıştı. İblis de daha bir görünür olmuş, muazzam gürültülerle bu dünyada cisimlenmeye çalışıyordu.
İntikam iblisi D’hka’lın’ın geldiği yerden şarkılar ve gürültülü müzik sesleri geliyordu. Kendilerinden geçmişçesine dans eden zebanileri ve düşük seviyeli iblisleri görmüşlerdi orada. Şarkıların sözleri tanıdıktı, eski sevgililerine lanet okuyanlar, onları unuttuklarını söyleyenler, hiç umurlarında olmadıklarını haykıranlardan bahsediyordu. Paralel bir evrende, sahil şehirlerinde yaz mevsiminde sokakları gümbürdeten, “gider edebiyatı” olarak nitelendirilebilecek uğursuz şeylerdi… İblis’in kendisi de bir şarkı haykırıyordu. Lanetli şarkının sözlerinde kah bir semtte yeni sevgilisiyle dolaştığını eski sevgilisini unuttuğunu, yeni yerler gezmek istediğini, onu bilerek terk ettiğini söylüyordu. Büyücü, geldiği yerde sürekli bu lanetli şarkıların kulaklarında çınladığı talihsiz insanlara hayatında ilk defa acımıştı…
Oraya yaklaştıklarında İblis’in açıldığı yarığa doğru kuvvetli bir yıldırım büyüsü yapmıştı ancak hiçbir tesir göstermeyen büyü kolayca dağılmıştı. Büyü bile yetersiz kalıyordu. Daha güçlü bir şeyler olmalı diye düşünürken bir anda aklına bir fikir gelmişti Wyern’in. Parlak bir fikir değildi ancak tutma ihtimali vardı.
Büyücü: “Ne yapacağımızı şimdi buldum.”
Eşkıya: “Kızı mı öldüreceğiz?”
Büyücü: “Hocalarım beni uğursuzluk ve lanet üzerine araştırmalara yönlendirdiklerinde üzülmüştüm. Ancak şimdi anlıyorum. Bendeki en doğal güç bu… Lanet ve beddua… Neden bu alan yönlendirdiler? Çünkü uğursuz yaratıkları çekebiliyordum kendime, ben uğursuzdum zaten ben lanetliydim. Daha kötü ne olabilir ki?”
Eşkıya: “Sonuç olarak?”
Büyücü: “O canavarı geri gönderirken yapabildiğim şey nedeniyle beni yönlendirdi hocalarım. İçimden gelerek okuduğum bir lanetle geri yollamıştım o iblisi.”
Vampir: “Sakın iblisi beddua ederek durduracağını söyleme?”
Büyücü: “Teoride öyle… Ama pratiği farklı, o zaman ki gibi konsantre olabilirsem yaparım. Ben de doğal lanet var, ailemde de var bu. Tüm bu karanlık isteği demek ki nedensiz değildi… Burada kalın.”
Eşkıya:(Wyern’in kolunu tutar) “Aga öleceksin… Dur… Zaten ortalık karışık, bedduayla iblis mi kovalanır ya?”
Büyücü: “Bekleyin dedim!”
Elini kurtarıp onlara dönen Wyern, topraktan çağırdığı dev sarmaşıklarla Gorour ve Sansar’ın ayaklarını bağlattıktan sonra İblis’e döndü. Biraz önce ağzından kaçırdığı ancak detayıyla bahsetmediği, herkesten sakladığı sırrını düşündü. Büyük büyük atalarından birisi, daha Agrabul’un yeryüzünde yeni yeni yürümeye başladığı devirde hüküm süren karanlık efendilerden birinin soyundan gelmekteydi. Kara Tanrı Aldı Koca’nın oğlu ilk karanlıklar efendisi Bolog Han’ın, içindeki özü kaybetmeden önce bir peri kızından doğan oğlu ve kuşaklar boyunca kimselerin bilemediği “karanlık bir töz”ün nesillerce aktarılması konusu olmuştu. Ne Bolog bilebilmişti bu devam eden tözü ne de Kızılaba’ların üyeleri kendileri dışında kimseye ifşa etmişlerdi. İyi büyücüler yetişmiş ancak uğursuzluk yakalarını bırakmamıştı. Wyern, İblis’e bunları düşünerek dönmüştü. Ellerini ona doğru uzatıp bildiği tüm bedduaları, lanetlerim okumaya başlamış, bir yandan da ona doğru ilerlemişti. Dünyaya gelmeye çalışan iblis onu ilkin fark edememişti ancak Wyern’in içindeki karanlık töz harekete geçtiğinde görmüştü. Wyern’in gözlerinden saçılan kızıl ışıltılar ve vücudunda dolaşmaya başlayan siyah, sarı şuadan haleler karanlık sokağı aydınlatacak denli fazlalaşmıştı. İçindeki töz öyle bir noktaya gelmişti ki iblis binlerce yıllık ömründe ikinci kez korkmuştu (ilkinde muhtemelen Wyern’in kovaladığı ahtapot kafalı iblisle aynı soydan gelme ancak daha güçlü bir iblis ile karşılaşıp evrenin bilinmeyen bir zaman dilimine geçiş yapmıştı).
Wyern’in okuduğu lanetlerden bir tanesi muazzam bir gürültü ve uğuldamayla tözünden ayrılıp iblise doğru zamanı ve gerçekliği yararak ilerlemiş, tuhaf ışıktan hortum ile iblise çarpmıştı. Yer gök sarsılıp iblisin korkunç çığlığıyla çınlarken muazzam bir aydınlık neredeyse her yeri gündüz gibi aydınlatmıştı. İblis gelmeye çalıştığı yarıktan geri dönüp tekrar hiçliğe karışınca tüm o acayip ışıklar kaybolmuş, bulutlar kısa sürede dağılmış, yıldızlar yeniden gökyüzünde parıltılarıyla arz-ı endam etmişlerdi. Karanlık geri geldiğinde, Wyern’in belli belirsiz yerde yattığını gören Sansar ile Gorour, sarmaşıklardan güç bela kurtularak Wyern’in yanına koştular. Yanına vardıklarında Wyern’in gözleri açık bir şekilde gökyüzünü seyrettiğini görünce korkuyla üzerine eğildiler. Nefes alıyordu ama hareketlere tepki vermiyordu. Bir anda olduğu yerde doğrulup: “Gitti mi?” diye sormasıyla kendine geldiğini anlayıp kalkmasına yardım ettiler.
Eşkıya: “Gitti de laf mı? Kaçtı, kaçtı! Yaman büyücüymüşsün aga!”
Vampir: “O şey büyü değildi. Belki bedduayla alakalı bir şey bilmiyorum ama kesinlikle büyü değildi.”
            Büyücü: “Lanet işte… Değişik bir alan… Taryal nerede?”
            Gorour ve Wyern, Taryal’ı hatırlar hatırlamaz sokağın öbür ucunda bulunduğunu tahmin ettikleri kır evine doğru koşturdular. En azından Wyern, yerini tam bilen Gorour’u takip etti. Eşkıya arkalarından koştururken kendi kendine söyleniyordu: “Yok olmanın eşiğinden döndük bunlar hala kız peşinde!” diyerekten.
            Çatısı tamamen yok olmuş kır evine giren Wyern ile Gorour moloz yığını arasında Taryal’ı aramaya başladılar. Taryal’ın kokusunu belli belirsiz duyumsayan Gorour’un odanın birindeki tahta parçalarını kaldırmasıyla gulyabaninin boğazı kesik ancak hala hırıltıyla nefes alan bedeninin yanında baygın durumda yatan Taryal’ı gördüler. Wyern, tam Taryal’ı kaldırmak için hamle yapacakken istemsizce Gorour’un onu kolları arasına alıp dışarı çıkarmasına müsaade etti. Biraz etrafa bakınıp bulduğu o yasak kitabı yanına aldıktan sonra halen hırıldayan gulyabaninin bedenini sürükleyerek dışarıya çıkardı. Bahçenin bir köşesinde, Taryal’ı taştan bir banka yatırmış, bileklerini ovan Gorour’u gördü. Sansar, Wyern’e öfkeyle bakmaktayken kolundan tutup bahçenin diğer köşesine sürükledi:
            Eşkıya: “Senin ben beynine… O kadar Taryal, Taryal diye ağladın! Başımızı belaya soktun! Mülki idareden tut dini idareye tüm bürokrasiyi peşimize taktın! Niye? Bu lavuk gidip ayıltsın diye mi? Adam kızı dışarıya çıkarıyor, bizimki kitapla peltesi çıkmış mezarlık gulyabanisiyle çıkıyor! Ne yapacaksın, gulyabaniye mi çıkma teklifi edeceksin?”
            Büyücü: “Sansar! Unutuyorsun. Kız önceden onunla çıkıyordu. Benimle değil. Ayılınca yine onu seçecek beni değil. Hem niye seçsin? Maddi gücüm belli, lanetli bir kara büyücünün tekiyim. Tamam altıncı seviyede böyle bir büyüyü yapabilmek her büyücünün harcı değil, ancak yine de o beni tercih etmeyecek.”
            Eşkıya: “Niye peşine takılıp kızın ölüp ölmediğini kontrol etmeye geldin o halde?”
            Büyücü: “Öldüğünü sandım. Ölüp ölmediğini görebilmek için.”
            Eşkıya: “Dünya münya hikaye sen kızı kurtarmaya geldin değil mi? İblisi kovup kızı kurtaracağım diye hem kendini hem bizi tehlikeye attın değil mi?”
            Onların konuşmaları sürmekteyken bir anda yolun iki tarafından kalkanlarını kuşanmış, mızraklarını almış şehir muhafızlarının bahçenin etrafını sardığını gördüler. Engizisyoncular da yanlarındaydı. Kendilerini tutuklamaya gelen ancak isyanistlerin kovaladığı Şehir Muhafızlarının Komutanı’yla Kıdemli Engizisyon Rahibi’nin de onlarla birlikte olduğunu görmüşlerdi.
            Muhafız Komutanı: “Şehir muhafızları adına teslim olun! Etrafınız sarıldı!”
            Eşkıya: “Şekle bak, sanırsın eli kanlı haydut çevirmişler!”
            Komutan ve kıdemli rahip, onların silahsız olduğuna kanaat getirince bahçeye girmişlerdi. Taryal Hanım’ı görür görmez şaşırıp büyücü ile eşkıyaya dönmüşlerdi:
            Muhafız Komutanı: “Bu Şehir Konseyi üyesi Beyazhisarlızade Torgun Bey’in kızı Taryal Hanım değil mi?”
            Büyücü: “İblis çağıracak dedik ya! Neyse ki iblisi geri göndermeyi başarabildim!”
            Kıdemli Rahip: “Yok artık! Sen daha birkaç senedir altıncı seviyeymişsin hala iblis çağırma üzerine eğitimin sürüyor, nasıl öyle ha deyince kovaladın iblisi?”
            Vampir: “Büyü yapmadı ki? Beddua etti.”
            Kıdemli Rahip: “Nasıl? Ne etti, ne etti?”
            Vampir: “Beddua etti, ilendi, lanet etti…”
            Kıdemli Rahip: “Lan büyüyü bilmiyoruz diye çocuk mu kandırıyorsunuz? Bedduayla iblis mi kovalanır?”
            Büyücü: (Yasak kitabı göstererek) “İşte bu da delili… Şu mezarlık gulyabanisi de kurban edilmiş ama hala yaşıyor. Taryal hanım kendinden beklenmeyerek başarılı bir ayin yaptı ama büyüyü bilmediğinden iblis gücünü toplayamadan bedenini buraya aktardı. Ben de güçlü bir lanet yolladım, uzmanlığım bunun üzerinedir. Böylece iblisi geri yolladım!”
            Bir anda sokağın sonundan nedeni belirsiz bağrışmalar, çağrışmalar gelmeye başlamıştı. Aşağıdan gelenleri gördükleri zaman her birisi kah korkudan kah şaşkınlıktan ne diyeceğini şaşırmıştı. Akdiyar Konseyi’nin mavi kumaş işlemeli zırhlarına bürünmüş gaddar ve silahlı ifritlerin arasında ilerleyen görkemli ve zengin bir araba sokağa doğru ilerleyip evi tam önünde durmuş ve içinden dört kişi inmişti. Bu görülmeye değer bir manzaraydı zira çok ciddi bir mesele olmadıkça doğrudan Konfederasyon’a bağlı birlikler pek ortalıkta görünmezler, şehir muhafızlarını ve engizisyoncuları itekleyerek yol açmazdı. Şimdi ise her birisi ifritlerin koruma amaçlı sağa sola iteklemeleriyle istemeye istemeye yol vermeye zorlanmışlardı.
Arabadan inenler Şehir konseyi üyesi Torgun Bey, Üniversiteler’in başmüdürü ve Büyü Okulları’nın müdürü Marag Eskisunak ile onun kalem işlerini Hırdal Çelegir, pek kimsenin tanımadığı ancak o civara yakın konuşlanmış olan Konfederasyon Ordusu’nun komutanı olan azman suretli bir gulyabani olan Cengir Topuzkıran’dı. Bahçeye giren ifritlerden ikisi Taryal’ın yanına geçip Gorour’u geri ittikten sonra Cengir’in emriyle iki ifrit Sansar, Gorour, Wyern, Şehir Muhafızlarının komutanı ve kıdemli engizisyon rahibini kır evinin içine sürüklemişlerdi. Ardından arabadan inen dörtlü kır evinin içine girip kapıyı kapatmışlardı. Bölgenin en tepesindeki şahsiyetler, kendilerine göre bile ayaktakımı sayılacak kişilerin önünde tüm haşmetiyle dikilmişlerdi.
            Torgun Bey: “Açıkçası bir rezalet yaşandı. Duyulmaması gereken birçok skandal… Buraya bunları kapatmaya geldik. Taryal ile ilgili yaşananları ve yapılanları unutacaksınız. Aynı şekilde onun olaya karışmaması için buradaki herkes birbirini unutacak. Kimsenin suç hanesine bir şey işlenmeyecek.” (Komutan’a döndü) “Dışarıdaki gulyabaniyi de öldürüp saklayın, hiçbir iz istemiyorum.”
            Marag: “Wyern Kızılaba, üzerinde bazı deliller varmış. Bunları teslim etmeni istiyorum.” (Wyern sabıkası tehlikeye girmeyeceğinden çekinmeden kağıtları sakladığı yerden çıkarıp müdüre verir, ayrıca işaret etmesi üzerine büyü kitabını da teslim eder) “Teşekkür ederim. Aynı zamanda bir iblisi kovmayı başardın. Üzerinde çalıştığın tez kabul edildi ve seni yeni bir araştırma konusuyla ödüllendirdik. İşlemlerin hazır. Gerekenleri teslim et Hırdal…”
            Hırdal: “Yedinci seviyeye geçmene karar verildi. Bir iblisi kovabildiğine göre artık iblisler üzerinde uzmanlığını kanıtladın sayılır. Artık Ölüm Büyüleri üzerine çalışacaksın. İblisiyye Nişanı’na ve onun getirdiği tüm haklara sahipsin. Yakında fakülteden kadro alıp araştırmalarını da öyle sürdüreceksin.” (Nişanı ve gereken beratı Wyern’e teslim eder)
            Cengir: “Olay kapandıysa daha fazla kimse burada oyalanmasın, olanlar üzerinde konuşmasın. Konfederasyon bu tip şeylerden rahatsız olacaktır. Herkes alacağını alıp mesele halledildiyse dağılabiliriz.”
            Dörtlü, beraberlerinde Taryal da olduğu halde arabaya binip ifrit muhafızlarla geldikleri gibi gittikten sonra birini yakamadıkları için üzülen engizisyon rahibi ve komutanla birlikte ötekiler de kır evinden çıktılar.
            Eşkıya: (Rahibin sırtına vurup kinayeli bir şekilde gülerek) “Üzülme aga. Sizin tapınağın el atmadığı yer kalmadı. Yargı sizden, asker sizden, biraz dişinizi sıkın konfederasyonda da adamınız olur. Hehehe…”
            Kıdemli Rahip: “Sen kiminle dalga geçtiğini zannediyorsun?”
            Büyücü: “Ben artık yedinci seviyeyim. Kanun gereği bir suç işlediğimde beni ancak Büyü Okulları Müdürü yargılayabilir. Kölelerim yani parayla satın aldığım hizmetkarlarım da bu kanuna tabi olarak ancak benim tarafımdan cezalandırılabilir.”
            Rahip ile komutan dişleri kenetli bir şekilde bahçeden çıktılar. Engizisyoncular gözden kaybolurken, muhafızlardan birkaç tanesi gulyabaninin gırtlağını tamamen keserek cesetle birlikte sokaktan uzaklaşıp gözden kayboldular.
            Vampir: “Hepimiz ucuz atlattık. Hatta senin için iyi bile oldu Wyern. Benim gitmem lazım gün doğumundan önce evimde olmalıyım. Sizinle tanıştığıma memnun oldum. Bir gün muhakkak yine ziyaretime beklerim. Tabi peşinizde engizisyoncular olmadan!”
            Büyücü: “Gorour… Peki şimdi ne olacak? Taryal meselesi?”
            Vampir: “O mesele kapandı bile bence. Aslında bırakmazdım onun peşini. Konuşmalarınızı işittim, sana da üzüldüm ama onu ben de seviyorum. Yine de Taryal’ın peşini bırakmak zorundayım.”
            Eşkıya: “Anladım aga. Bu idarilerde, soylularda bir durum var. Kızları bir skandala karışınca anında daha soylu ya da dengi biriyle evlendirilirler. Taryal’ı size kaptırmazlar yani…”
            Vampir: “Arabaya binerlerken Taryal’ı Gapara Beg diye biriyle evlendireceklerini duydum. Kvagan soylularından olması lazım. Neyse Wyern, üzülme. İleride daha iyi birilerine rastlama olasılığımız yüksek. Sizinle tanıştığıma memnun oldum tekrar, güzel bir geceydi. Görüşmek üzere. Şatoma davetli olduğunuzu tekrar hatırlatmak isterim!”
            Eşkıya: (Gorour yarasaya dönüşüp uzaklaşınca) “Şiir okumadığın sürece neden olmasın?”
Gorour gecenin karanlıklarına kanat çırparken, Wyern ve Sansar da oradan uzaklaştılar. Çürükköprü üzerinden geçip civardaki İsyanistlerle ufak ufak görüştükten sonra kulelerinin yolunu tutmuşlardı.
            Eşkıya: “Hep lanetliyim, hep uğursuzum diyorsun ama bak kısa sürede nelere kavuştun!”
            Wyern: “Bence konuşmak için hala erken. Ama yine de dediğin gibi iyi oldu.”
            Bir anda sokağın öbür ucundan duydukları bir araba gürültüsüyle o yöne baktıklarında siyah bir arabanın atlarının son hızla üzerlerine doğru koşturduğunu gördüler. Bir anda önlerinde duran arabanın kapısı açılarak esrarengiz görünümlü, oldukça süslü elbiseler giymiş ve değerli taşlar kuşanmış bir Yecüc’ün sırıtarak kendilerine baktığını gördüler. Yecüc kendilerini arabaya davet edince arabaya bindiler. Yecüc kapıyı örttü.
            Yecüc: “Umarım sizi korkutmamışımdır.”
            Büyücü: “Bir iblis kovaladıktan sonra bunu söylemek garip gelecek ama biraz çekiniyorum açıkçası.”
            Yecüc: “Haberim var. Her şeyden haberim var. Ben buraya Akdiyar Konseyi adına geldim. İkiniz için. Sizin gibi yetenekli kimselerin elimizin altında olmasını isteriz.”
            Eşkıya: “Ben de mi?”
            Yecüc: “Biriniz iblis kovabilen bir büyücü. Sen ise İsyanistler arasında dün geceden sonra popüler olmuş birisin, aralarındasın. Tek bir casus bile sızdıramadık aralarına. Ama sizler bu iş için biçilmiş kaftansınız.”
            Eşkıya: “Biz konseye casusluk yaptığımızı nereden bileceğiz peki?”
            Yecüc: (Ceketinin içindeki gümüşten rozeti gösterip korkudan sarardıklarını gördükten sonra) “Sanırım bu yeterli olmuştur. İstihbarat bu zamanda oldukça iyi her şeyi öğrenebiliyoruz. Ama sızamadığımız yerler var ve yetenekli, iş bitirici birilerini bulmak her zaman kolay değil.”
            Büyücü: “Kabul etmemiz bile beklenmediğine göre… Ki kesinlikle reddetmeyiz, zira canımızı sokakta bulmadık. Tamamdır. Konsey’e gönüllü casusluk yapacağız.”
            Yecüc: “Güzel. Benim asıl adımı bilmenize gerek yok. Bana “Arabacı” diyebilirsiniz. Lazım olduğunda size bu nişanın bir benzerini taşıyan ufak bir altın yüzük gönderip haberci yollarım ya da arabamla size denk gelirim. Sizi her halükarda bulurum, size ulaşırım Siz ise sadece emredilenleri yapacaksınız.”
            Büyücü: “Görevimiz ne peki?”
            Yecüc: (Kapıyı açtı) “Artık gidebilirsiniz. Benden haber bekleyin. Siz çalışmalarınızı sürdürün, Sansar ise isyanistlerle daha sık görüşsün ve bizim adımıza bilgi toplasın.”
            Eşkıya: “Muhbirlik sevdiğim bir şey değil ama Konsey’le de pek tepişmemek lazım.”
            Wyern ve Sansar arabadan indikten sonra siyah araba geldiği gibi gitti. İkili yollarına devam ettiler. Yorgun görünüyorlardı. Bitkinlerdi ve gün doğumuna çok az kalmıştı. Kendilerini tuhaf hissediyorlardı. Wyern hala Taryal’ın acısından muazzep bir şekilde düşünceliydi. Eşkıya efendisi olmasına rağmen daha yakın gördüğü Wyern’in omzuna elini koydu. Wyern ses etmedi, o anda ne efendilik ne kölelik kalmıştı. Sansar, Wyern’in gözlerinin bir tuhaf baktığını görmüştü. Bir iblis kovalamanın zaferini ve şanını bile kutlayabilecek, sevinebilecek hali yoktu.
            Eşkıya: “İstersen gidip zaferini kutlayalım?”
            Büyücü: “Sevinemeyecek kadar yorgunum…”
            Eşkıya: “Doğru ya… Bir ömre sığabilecek bir macerayı bir gecede yaşadık. Kuleye… Pardon şatoya gidip iyi bir uyku çekmek istiyorum.”
            Büyücü: “Ben de… Hadi uyuyalım. Sabah nasıl olsa geçer değil mi?”
SON
Mehmet Berk Yaltırık
Mayıs 2012, 8 Şubat 2013 – Edirne/İstanbul

Büyücünün Tuhaf Romantizmi-2


Vampir bir anda pelerinini savurup karanlığa doğru kanat çırparken büyücü son kez Taryal’a kindar bir bakış atarak eşkıyanın çekiştirmesiyle şatodan çıkarak Üniversiteler Şehri’nin eğri büğrü taş yolları üzerinden karanlıklara karıştılar. Ancak kaçarlarken büyücünün kafasında hesap daha kesilmemişti ve aklında başka ihtimaller de vardı. Karanlık ihtimallerdi. Meşaleliler ile meşale yakmaya bile fırsat bulamayıp taşlarla sopalarla mücehhez öfkeli bir kalabalık, kör karanlıkta kendilerine söylenen büyücüyü aramaktayken şehrin ıssız köşelerine doğru kaçışmakta olan iki lanetli, sefil gölge adımlarını hızlandırmıştı. Aralarında hararetli bir tartışma geçmekteydi:
Eşkıya: ”İddia ederim bunu yapacağını biliyor olamazdın…”
Büyücü: ”Doğruya doğru bilemezdim…”
Eşkıya: ”Büyücü değil misin aga tahmin etmen lazım aslında…”
Büyücü: ”Nasıl tahmin edeyim geri zekâlı? Münneccim değilim, kahin değilim. Medyum hiç değilim! Benden durmuş küçük hesaplar peşinde koşan, tuhaf bir kızın geleceğini görmemi, zihnini okumamı bekliyorsun!”
Eşkıya: ”Tamam aga bilemezdin. Kimse bilemezdi. Ama yine de anlayamıyorum. İçinde yaşadığımız durum kasaba kasaba gezen meydan tiyatrocularının komik oyunlarına benziyor… Pardon o tiyatro gecesini hatırlattım ama…”
Büyücü: ”Aydınlanmaya başlıyorsun. Ne yalan söyleyeyim ben de yeni aydınlanmaya başlıyorum bazı konularda…”
Eşkıya: ”Bizi yakacaklar değil mi?”
Büyücü: ”Aydınlanma hedefine ulaşmış… Ellerine düşersek evet… Ama şehir muhafızlarının eline düşersek zindanı da boylayabiliriz. Durumumuz her halükarda sakat. Hatta yakalandığımızda kilise ve konsey arasında çıkacak “devletin öncelikleri mi dinin öncelikleri mi” temalı bir tartışma ve iç savaş bile çıkabilir, bizim durumumuz ilk. Fakülte tezlerine, araştırmalarına konu olacağım… En acısıysa tarihçilerin ağzına sakız olacağım. Bu gece ve beceriksiz aşk hikayem her zaman konuşulacak. “Her şey sarsak bir büyücünün aşık olduğu soylunun şatosunu basmasıyla başladı”lı cümleler kuracaklar, kitaplar yazacaklar. Karanlıklar Efendisi olmak isterken sosyolojik bir vakanın öznesi olacağım!”
Eşkıya: “İyi yönünden bak en azından tarihe geçeceksin. Tabi birinden biri önceden ele geçirmezse.”
Büyücü: “Büyücü, vampir, gulyabani… Şuraya bak, altın versen bu kadar farklı ırktan adamı bir araya getiremezsin. D’hemel’in müdahale ettiği fıkralarda olur bu ancak!”
Acunal’ın tanrıları arasında mizah tanrılarının oldukça önemli bir yeri vardı ama bu detay açısından önemliydi. Yoksa onların çoğu sonradan tanrı yapılmıştı ve bir özellik bahşedilmişti. Mesela Celmyelez sıradan bir tiyatrocuyken yaptığı şakalar nedeniyle kıtalar arasında ün kazanmış, en son gösterisinin ardından Espri Tanrısı yapılmıştı. Nasradan bir çok hikayeye konu olmuş mizah kabiliyeti gelişkin bir cin-insan melezi iken Mizah Tanrısı olmuştu. D’hemel ise Bazilikaros’un kıyı yecüclerinden biri olarak olmadık ırktan kişilerle olmadık fıkralara ve hikayelere neden olan, her fıkraya müdahil olan bir tip olduğundan Fıkra Tanrısı yapılmıştı. Onun fıkraları hep “Bir cin, bir insan, bir gulyabani bir de bizim D’hemel” şeklinde başlamasıyla ünlüydü. Diğer tanrılarla birlikte, batı denizlerindeki buzulları ve denizi kaplayan gemilerden ve arabalardan oluşma muazzam bir trafik denizinin ardındaki Beylikdağı’nda otururlardı.
Eşkıya: ”Cahil bir eşkıya olabilirim ama bana bile garip geliyor. Basit bir soylu nasıl olur bu kadar ölümsüzü birbirine kırdırabilir? Birbirine düşürebilir? İnsan olsanız anlarım ama bir vampir, basit bir mezarlık gulyabanisi ve bir büyücüyü birbirlerini anlamadan etkileniyor ki bunlar hesaplarını asırlara yayan, ölümlülerden daha zeki varlıklar sayılıyor, sonra ölümsüz bir vampir ya da büyücü kraliçe olma şansı varken, mezarlık gulyabanisini seçiyor. Neden? Orman ortasında sefil bir sofra kurdu diye! Ayrıca mezarlıkta piknik nedir aga nasıl bir mide bu?”
Büyücü: ”Ben anlamıyorum işte. Bir mezarlık gulyabanisi bir insana ne vaat edebilir ki? Bu kız asırlarca ölümsüz olabilir yahut dünyanın tılsımlarına sahip olabilirdi. Ömrünü mezarlıklarda taze çürümüş ceset arayarak geçirmek mi istiyor?”
Eşkıya: ”Cahil bir eşkıyayım… Ama kadınları biliyor zannederdim kendimi. Şimdi ise hiç bir fikrim yok…”
Büyücü: ”Peh! Hadi sen cahilsin! Ya ben! Okuyanların delirdiği, insan derisinden yapılma kitaplar okudum. Duvarlarında kanlar akan, etten ve kemikten inşa edilme lanetli mezarlarda ve hortlakların cirit attığı tozlu kütüphanelerde sabahladım! Hala anlayamıyorum! Uğursuzluk mekanizmasını anlıyorum bunu anlayamıyorum!”
Eşkıya: ”Şimdi özetle, ikiniz aynı zamanda şatoya tesadüf ettiniz ve o üçüncüyü seçip çığlık çığlığa üçünüzü ihbar etti. Bu bence bir kadının dürtüleri olamaz. Daha örgütlü bir şey bu… Nereden baksan ahmakça…”
Büyücü: ”Örgütlü?”
Eşkıya: ”Vampir avcıları ve Engizisyonun ortak çalışması olabilir. Ölümsüzleri ölümlüye çek ve birbirine düşür! Sonra onları ortaya çıkar!”
Büyücü: “Uzun ve saçma bir plan. Bu kadar zekasız olsalar ikinci mabedi açmaları bile şüpheli olurdu. Ayrıca vampir avcıları ve engizisyon bir arada… Bunun mantığı yok…”
Eşkıya: “Neresi mantıksız? Amaçları aynı değil mi?”
Büyücü: ”Düşman krallıkların ve hanlıkların şövalyelerini düşün. Şövalyelerdir ama birbirlerine düşmandırlar. Engizisyoncular, vampir avcılarına pagan gözüyle bakar, sarımsaklar, tılsımlar vesaire yüzünden. Vampir avcıları ise engizisyonculara yobaz ve radikal ruh hastaları gözüyle bakar ki öylelerdir.”
Eşkıya: ”Doğru söylüyorlar. Biri pagan diğeri yobaz…”
Büyücü: ”İşte iki taraf da haklı olduğu için zıtlaşırlar. Üstelik bu yüzden bir araya gelmelerini tehlikeli sayarlar. Bir engizisyoncu ile bir vampir avcısını, vampir tabutunun başına getir. Saatlerce vampiri öldürme yöntemleri üzerine tartışırlar. Biri diğerine “Ulan pagan! Ölü yakılır mı lan? Bu Ateş Kültü bildiğin!” der. Öteki de “Seni geri kafalı! Cadıları yakmak da Ateş Kültü sayılır o zaman!” der. Sonra öteki der ki: “Cadı cadıdır! Vampir vampirdir!”. Öteki de der ki: “Vampir avcısı olan benim, cadı yakmak senin işin, bana işimi öğretme!” Tartışma o kadar uzar ki sonunda güneş batar ve tabutundan uyanan vampir iki angutun işini oracıkta bitirir.”
Eşkıya: ”Anladım. O zaman büyücü avcılarının işi olabilir mi? Seni yok etmek için?”
Büyücü: ”Büyücü avcısı diye bir şey yoktur. Hem ben henüz karanlıklar efendisi olmadım bile niye öldürülmek isteneyim?”
Eşkıya: ”Neden? Vampir avcısı, hayalet avcısı var. Ejder avcısı bile var.”
Büyücü: ”Çünkü büyücüler salgın hastalık gibi geldikleri şehirdeki insanları kan emicilere çevirmezler. Yahut bir eve yerleşip geceleri uğuldayıp, zincir şakırtısı sesleri çıkartmazlar. Yahut bütün bir şehri yağmalayıp güzel prensesi mağarasına kapayıp ortalığı ateşe boğmazlar. Prenses kaçıran büyücüler var gerçi ama eh onlarda hikayenin sonunda öldürülür bilirsin, dev kılıçlı kahraman gelir ve büyücüyü gebertir, kızı öper, sonra da bilirsin işte… Bu yüzden insanlar büyücüleri avlamak için bir kurum düşünmemiştir. Gördüklerinde korkmak ve titreyen parmakla göstermek haricinde…”
Eşkıya: ”Ama engizisyon sizi avlıyor ve yakıyor?”
Büyücü: ”Engizisyon mallarına el koymak için zengin toprak sahibi köylüleri de yakıyor. Şifalı ilaçlar yapıp doğum kontrolü engelleyen, böylece kilise için daha fazla vergi kaynağını kurutabilecek insanları da yakıyor. Kilise reform isteyenleri de yakıyor. Bazilikaros’a Güneşli Seferi yaptıklarında paganları da yakmak istiyor. Onlarınki dinsel bir mesele…”
Eşkıya: ”Peki şimdi ne yapıyoruz?”
Büyücü: “Kaçıyoruz işte…”
Eşkıya: “Öyle değil genel olarak. Şatoya saklanalım diyeceğim ama kız çoktan eşkâlimizi vermiştir adamlara, bulurlar bizi. Bence yine dağa çıkalım, Vampirain dağları burnumuzun dibinde hemen.”
Büyücü: ”İlk önce şehirlileri atlatıp bir an önce buradan uzaklaşacağız. Engizisyon peşimizdedir şimdi ve bizi ele geçirmeleri pek de iyi olmaz.”
Eşkıya: ”Peki ya sonra? Hani kurtulduk diyelim. O soyluya bir şey yapmayacak mıyız? Yahut kapanacak mı mesele?”
Büyücü: ”Bir planım var elbet. B planım değil tabi bunu biraz önce geliştirdim. Büyücülükte öğrendiğim yegâne önemli şey, o anda bile bir B Planı üretebilmektir. Bu da onlardan birisi.”
Eşkıya: ”Ne yapacağız?”
Büyücü: ”Öncelikle bu hengâmeden kurtulacağız. Sonra da o vampir bozuntusunu bulacağız.”
Eşkıya: “Anladım. Engizisyon eline düşmektense şiir dinleyerek intihar edeceğiz. Bu da bir çözüm tabi.”
Büyücü: “Ne intiharı be? Aklımda bir şüphe belirdi, senin şu kızla ilgili sözlerinden sonra mantıklı gelmeye başladı.”
Eşkıya: “Kız örgütlü mü yani?”
            Büyücü: “O değil, kızın bizleri tesadüfen seçmediği hakkında söylediğin. Bana öyle geliyor ki bu kız bizleri tesadüfen seçmedi. Şehrin gizli cadı oluşumlarıyla bağlantılı olabilir, gizli pagan olabilir. Sadece ego peşinde de koşabilir. O yüzden o vampiri bulacağız. Vampirlerin istihbarat ağı oldukça geniştir ve bir falcıya göre daha garantilidir.”
Eşkıya: ”Peki sonra?”
Büyücü: “Tabi elimizdeki vampir şiir ve edebiyatla uğraşan ama bunu pek beceremeyen birisi... Düşün bu adam karizmatik bir vampir ama rakibi olan gulyabani bunu alt edebiliyor. Tam bir umutsuz vaka… Gerçi beni de alt etti ya neyse. Onda aradığımız cevaplar olabilir…”
Eşkıya: ”Onda yoksa?”
Büyücü: ”Düşündüğüm bir kaç kişi var elbet… Bir büyücünün çevresi her zaman geniştir! Tabi sayımızdan dolayı belki ama sadece yeryüzünden değil. Yeraltından, ötelerden de tanıdıklarım var.”
Eşkıya: “İblisler kahvesinden adam döker gibi konuştun…”
Gölgeler daha da sindiler duvar diplerine ve şehrin öteki ucundaki grotesk ve ucubik görünümlü karanlık şatoya doğru tabiri caizse sürünerek ilerlediler. Taş binaların saçak gölgelerinin birinden çıkıp diğerine giriyorlardı. Engizisyonu şimdilik atlatmış gibilerdi ancak çok uzaklardan belli belirsiz bazı sesler gelmekteydi. Meşhur Kemik Köprü’den geçerek (kadim bir yöresel kahraman Vampirainli Agrabul’un yok ettiği çok eski bir karanlıklar efendisi’nden kalma kaval kemiğinden işlenerek yapılmıştı) üniversiteler yakasına geçmişlerdi. Büyücünün lazım olabileceğini düşündüğü birkaç şeyi almaları gerektiğinden yolu bu denli uzatıp kaldıkları mütevazı kuleye gelmişlerdi. Öğrencilere tahsis edilen hem yurt hem laboratuvar amaçlı mekanlardı ancak bu sadece büyücülere uygulanan bir ayrıcalıktı. Yine de Wyern, burayı “şato” olarak anmayı kişisel komplekslerinden ötürü tercih ediyordu. Büyücü kirli bir çuvala buhurdanlık, bir-iki kitap/defter, birkaç kemik parçası, çeşit çeşit kutular ve cam eşyalar, kat kat kağıtlara sarılmış birkaç ceset parçası, birkaç gün görmemiş tılsım doldurduktan sonra, geldikleri gibi ışıkları yakmadan ses çıkarmadan “şatodan” (kule yani) arazi olmuşlar, dış mahallelere doğru yönelmişlerdi. Yine gölgelerde saklanarak yürüyorlardı. Onları gören kenar mahalleliler tekin bir tip olmadıkları gerekçesiyle onlara yanaşmaya çekinmişler, yollarını kesmekten imtina etmişlerdi.
Eşkıya: “Gecenin bu saatinde sokaklarda ne işimiz olabilir?”
Büyücü: “Niye? Garip mi geldi? Bizleri bilirsin… İşlerimiz birazcık gizemlidir ve karanlıkta yapılması gerekmektedir. Çünkü gündüz vakti çuvalında ceset parçalarıyla dolaşan gulyabani kırması eciş bücüş suretli bir varlığı görmeyi insanlar normal karşılamaz. Normal karşılamayan insanlar anormal yollara saparlar, ellerine meşale alıp “Lan hadi şu harap şatoyu yok edelim! İçindeki büyücüyle beraber!” gibi…”
Eşkıya: “Bana kısa cümleler kur aga eğitimimiz yok bizim…”
Büyücü: ”İyi işimiz var… Böyle bil, evet işimiz var…”
Eşkıya: “Ne yapıyoruz anlamıyorum ki? Peşimizde bir sürü kişi var ki hala buraya gelmedilerse kız bizi ihbar etmemiş muhtemelen. Daha ne aranıyoruz? Birini mi boğazlayacağız?”
Büyücü: ”Hayır…”
Eşkıya: ”Ayin için kız kaçırma? Hani lanet büyüsü geyiği?”
Büyücü: ”Hayır…”
Eşkıya: ”Mezardan ceset çalma…”
Büyücü: ”Çeneni kapa, engizisyoncuları tepemize toplayacaksın!”
Eşkıya: “Ben de bunu anlamıyorum. Cadı yakıyorlar tamam ama büyücü niye? Fakültesi bile var yasadışı değil ki. Hem bir büyücü büyücüdür cadı ise cadıdır. Niye gerilim yaratıyorlar?”
Büyücü: ”Gece yarısı kadifeden cüppe ve kukuletaya bürünüp kanlı bir katille, ceset parçalarıyla yürüyen birisini gördüklerinde onlar için cadı olup olmadığı fark etmez. Yakarlar… Mecaz olarak değil, gerçekten yakarlar, kelimenin tam anlamıyla…”
Eşkıya: ”Sen de ne yapacağımızı söyle o zaman ona göre hazırlayım kendimi?”
Büyücü: ”Kendini niye hazırlıyorsun gerdeğe mi gireceksin? Ama susman için söylüyorum bir çare arıyorum. İçinde bulunduğumuz bu duruma. Genel olarak sadece Taryal ile olan olmayan ilişkim için değil. Uzun yıllar yaşadım ve yeryüzünü gezdim. Tam birini buldum derken bir bakıyorsun gerçek aşk sandığın bir mucize! İşte o kişi seni istemiyor. Bunu hiç birimiz istemeyiz. İşte istememeyi isteğe çevirecek bir şeyler arıyoruz… Yani kıza kötülük yapsam daha beter olacağıma kızı kendime aşık ederim daha iyi.”
Eşkıya: ”Vaay ince iş! Zaman vermen yeterli, hemen dağa kaçırırız!”
Büyücü: ”Senin sorunun da bu işte… Büyüyle ilgili bir meselede bile dağa kaldırmak, yol kesmek, adam öldürmek! Boyut kapısı açıp uyuyan bir iblisi çağırmayı denesek, sen gidip iblisin çocuğunu dağa kaçırıp, fidye olarak yeryüzüne gelmesini isteyecek tıynette birisin!”
Eşkıya: ”Ne yapacaksın o zaman?”
Büyücü: ”Şimdilik bilmiyorum. Kabiliyetlerim bu konuda sınırlı… Yani aşk büyüleri uzmanlık alanıma giren bir şey değil. Sanırım kendi tarzımla yapacağım bu işi. Ona musallat olmakla başlayacağım…”
Eşkıya: ”Niye? Niye ona bir şeyler musallat edeceksin ki?”
Büyücü: ”Hoş değil, değil mi?”
Eşkıya: ”Yok ondan değil ama bir düşün. Şimdi Taryal korktuğu zaman seni isteyeceği sonucuna nereden varıyorsun? Aynada tuhaf şekiller görünce, “Aaa! Tanrım! Wyern’e koşmam lazım!” mı diyecek?”
Büyücü: ”Ona ben ona musallat olacağım geri zekalı! O anlamda yani.”
Eşkıya: ”Başlangıç için fena değil… İyi de vampire niye gidiyoruz?”
Büyücü: “Kızdan şüpheleniyorum. Eğer kızın ardında bilinmedik bir şeyler varsa ki biliyorsun büyücüler şüphe konusunda her varlığa fark atarlar…”
Eşkıya: “Bilmez miyim? Şatoda gördüğün fareyi sınıftan bir rakibinin casusu sanıp şekil değiştirmeyi deneyip peşine düştüğün bile vaki. Ama bunu normal görebiliriz bu güvenlikle alakalı.”
Büyücü: “İşte bu yüzden kızı araştıracağım. Eğer tesadüfi bir şeyse aşk büyüsü yaparız. Ama olmaya bilir de. Üç metafizik tesadüften sayılamaz…”
Eşkıya: “Bunu daha sakin bir zamanda yapsak? Peşimizden arayanlar olabilir ya durumumuz pek müsait değil hani…”
Büyücü: “Bu iş bu gece bitecek Sansar!”
            Gorour Sandıkçızade’nin şatosunun bulunduğu yokuşu tırmanmaya başladılar.
Eşkıya: “Aga daha hızlı gitsek?”
Büyücü: “Tabanı yarık it gibi koşamam ya! Kramp girdi zaten ayağıma demin. Kısa sürede iki kramp! Kız bana ağır beddua etmiş olmalı...”
Eşkıya: “Vampirin şatosunda gerekli cevapları bulabilecek miyiz peki?”
Büyücü: “Bir vampirin istihbarat ağı muazzamdır. Yani her şeyi çarçabuk ve daha güvenli olarak öğrenebilirler. Denemedim ama söylenen bu. Gerçi elimizdeki vampir pek klasik vampir tipine uymuyor ama en azından deneyeceğiz. Dahası kızla olan alakası da bir ipucu taşıyabilir…”
Eşkıya: “Aga tamam kız sizi değil gulyabaniyi seçti bana da saçma geliyor ama ne bileyim belki biz abartıyoruz. Belki sadece aşk meselesidir.”
Büyücü: “Sıradan bir kadın olsaydı buna inanabilirdim. Ama sorun şu ki o bir asil!”
Eşkıya: “Niye soylular aşık olamaz mı?”
Büyücü: “Hikayelere bakarsan en ateşli aşk maceraları soyluların başından geçmiştir değil mi?”
Eşkıya: “Evet o hikayeleri bilirim. Ben de hanlarda, içki masalarında ozanlardan, meddahlardan çok dinledim. Hatta edepsiz bile sayılabilirler. Meşhur bir hikaye bile var hatta "Ulu Koca adına! Kontes'i Kim Becerdi?"
Büyücü: “Ama gerçekler farklıdır Sansar. Soylular aşık olmak için değil, mallarını ve arazilerini, ayrıca ailenin devamını ve şanını koruyup devam ettirebilmek üzere yetiştirilirler. Vergi toplama, köylü kırbaçlama, arada bir seferlere falan katılma bilirsin işte... Onlar salonlarda ve şatolarda yüzyıllardır oynayan bir oyunun, devamlı bir tiyatronun aktörleri gibidir. Yalnızken bile hayatlarını yaşayamazlar. Yani belki seferler esnasında biraz çapkınlık, ancak asil kadınlar öyle değildi. Okuldan görmüşsündür, kendileri dışında kimseye yanaşmazlar. Prenses Zihniyeti diyorlar, kendilerini öyle görürler. Hoş krallık zamanlarında da öylelerdi ya neyse. Bunlar hep daha güçlü ve daha zengin erkekleri arzularlar. Anladın mı?”
Eşkıya: “O zaman bu kadında bir numara var diyorsun?”
Büyücü: “Şatoya yaklaştık. Bir şeyler varsa bu vampir biliyordur. O da bilmezse başkalarına danışacağız artık. Gece uzun!”
Vampirin koca bir tepenin dikilmiş şatosunun bahçe kapısından içeriye süzüldüler. Şatonun bahçesinden geçerken bahçede gezinen ve yerlerde sürünen bir sürü tuhaflık görüyorlardı ki böylesine varlıkların daha acayiplerini Wyern öğrencilere tahsis edilen mütevazı kulesinin dehlizlerindeki akvaryumlarda ve kafeslerde deney hayvanı olarak besliyordu. Dev kapıların önüne geldiklerinde durarak etrafa bakındılar.
Eşkıya: “Aga şimdi şiir miir okumaya kalkmaz değil mi? Safi işkence... Keşke kulaklıkları alsaydık. Sirenler inatla şarkı söylerken sinirden tepiniyorlardı biz de kahkahadan kırılıyorduk… Öhm… Tamam sustum.”
Büyücü: “Bazen hayat seni boğar öldüm sanırsın, yaşadığını hissetmen için acı çekmen gerekir. Bir tür ilk doğumda vurulan şaplak gibi… Bu işkenceli şiirlere de böyle bak bence…”
Eşkıya: “Edebiyattan anlamam ama onun okuduğu şiir değil. İşkence kesin, sen iblis diline aşinasın, cehennem kapılarında yaygın bir lisan bile olabilir!”
Büyücü: “Bak o konuda haklısın. Bir boyut kapısı açıp iblisi dünyaya getirme ayininde iblise okusan bunu, iblis dünyayı ele geçirmek yerine hatır koyar, geleceği varsa da gelmez. Zaten bir soru sorup gideceğiz kapı önünden hemen.”
Kapıyı çaldılar. Kısa süren bir sessizliğin ardından kulak tırmalayan gıcırtılarla açılan çift kanatlı demirden kapıların arasından Gorour’un kafasını uzattığını gördüler.
Vampir: “Gelirken takip edilmediniz değil mi?”
Büyücü: “Engizisyoncular? Atlattık!”
Vampir: “Olsun, başımız belada! Buraya gelin!”
Wyern ve Sansar ne olduğunu anlayamadan Gorour ikisini de şatonun kapısından içeriye çekerek kapıyı örtüp arkasına kalasla koyup kapıyı sürgüledi.
Eşkıya: (Eline geçirdiği şamdanı vampire doğru sallayarak) “Bize mi halleniyorsun lan!?”
Büyücü: (Şamdanı elinden alır) “Dur bir dur! (Vampire dönerek tek mum ışığıyla aydınlanan salonu gösterip) Bu karartmanın anlamı nedir?”
Vampir: “Siz içinde bulunduğumuz durumun farkında değilsiniz galiba? Bir soylunun şatosunu bastık ve peşimizde engizisyon var!”
Büyücü: “Ne fark eder? Kız bizi ihbar etmemiş sonuçta, olsa benim kule… Şatoma gelirlerdi.”
Vampir: “Sen öyle san. Engizisyon’un casusları vardır. Meşale almadan sadece takip ederek hizmete gönüllü olanlar! Muhtemelen ilk şüphelendikleri kişilerin peşine düşmüşlerdir!”
Büyücü: “Hiç duymamıştım?”
Vampir: “Yeni bir uygulama. Engizisyon çok sert önlemler aldığından kovaladıkları kişiler daha iyi ve daha hızlı kaçmayı öğrendiklerinden dolayı daha etkin yakalama yöntemleri üzerine çalışıyorlar. Mesela Cinler Konseyi’ne bir teklif yapıldı hala görüşülüyor, keskin nişancı cin okçusu alacaklarmış. Kaçanların uzak mesafeden ayağına sıksınlar diye?”
Büyücü: “Sen bunları nereden biliyorsun? Ah! Tabi vampir istihbaratı…”
Vampir: “Bizlerin kendine has zihinsel bir algısı vardır, yani beynimizin içinden çıkan bazı titreşimleri türdeşlerimiz ve kandaşlarımız duyabilir. Biliyorsundur. Kuzenimin söylediğine göre peşimizdelermiş ama kim olduğumuzu bilmiyorlarmış. Taryal hiçbir şey söylememiş.”
Büyücü: “Büyüklük ben de kalsın diye mi düşünmüş acaba?”
Vampir: “Bilmiyorum. Dediğin gibi olsa şikayette bulunmazdı. Bu hiç tanımadığını söylemiş.”
Büyücü: “Acaba sakladığı bir şey mi var?”
Vampir: “Bilmem. Deminden beri şiir yazmaya çalışıp kafamı dağıtmaya uğraşıyordum.”
Eşkıya: “Ne? Biz ufaktan kaçalım, ilham perilerinize ayıp olmasın…”
Vampir: “Sahi siz niye buraya geldiniz? Beyaz Bölge'den kaçma ihtimali için mi? Sakın denemeyin. Kaçmayı ben de düşündüm. Bu kısımdaki limanların sayısı belli, çıkış yapmak ve izin almak oldukça uzun sürüyor.”
Eşkıya: “İyi de şehir konseylerine göre yönetiliyorlar, Güneş Tapınağı karışamaz ki?”
Vampir: “Her limanda bir ufak ribatları vardır, türbe gibi bir şey. Kendi aralarında haberleşirler, güvercin yahut at fark etmez. Yani şimdiye çoktan karışmıştır oraları. Dahası haneye tecavüz vakası kaydedilmiş, Muhafızlar da arıyor. Dahası Konfederasyon artık Güneş Tapınağı’na pek karışamıyor, adamlar neredeyse kendi Muhafızlarını, sivil hakimlerini devşirecekler, biliyorsunuz Güneş Bursları’yla yetiştirilenler…”
Eşkıya: “Bunlarla uğraşana kadar dua mua etseler hayır işlerlerdi…”
Vampir: “Yani liman çıkışı tehlikeli. Ak Hisar'dan dışarıya çıkmak mümkün ama çok tehlikeli. Biliyorsun izin belgesi olmadan surlar dışında gezinirsen madenciler tarafından köle olarak alıkonulabilirsin. Büyük limana da gidemeyiz, oraya da haber gitmiştir. Kalan yerler de ya harabe ya boş, lanetli yerler. O yüzden ortalıktan kaybolmak önemli, bizi tanımıyorlar çünkü bulamazlarsa vazgeçerler.”
Büyücü: “Ben kızdan şüphelendim, onun için geldim buraya. İstihbarat mevzusu… Kızla ilgili bilgi almak için gelmiştim sana.”
Vampir: “Çok abartma bence basit ama hazin bir aşk yarası…”
Büyücü: “Kız bizim eşkâlimizi niye bildirmemiş? Hatta şatosu basıldığı halde niye üstelememiş peki? Hatta bu kadar ölümsüzü birbirine çekmesinin ardında bir acayiplik yok mu? Engizisyon’un bir ajanı olabilir mi?”
Vampir: “Aşırı şüphecisiniz dostum, bu kadar büyütmemelisiniz. Yine de gönlünüzün rahatlaması için söyleyebilirim Taryal Hanım’ın aile bağlantılarının ne engizisyonla ne başkalarıyla bir alakası yok. Okulunu okuyan sıradan bir soylu, pek enteresan bir yönü yok. Ama…”
Büyücü: “Ama?”
Vampir: “Kitap okumayı ve kitaplar üzerine konuşmayı seven birisi. Her aldığı kitabı da gösterirdi, tartışırdık. Bir gün kütüphaneden çıkarken gördüm, bir kitap vardı elinde ve ben görmeden çantasına atmıştı. Ne olduğunu sorduğumda geçiştirmişti, sadece bir kısmını gördüm kitabın. Üzerindeki etikette “Büyü Kitapları” gibisinden bir yazı vardı. İşinize yarar mı bilmem?”
Eşkıya: “Aşk büyüsü falan araştırıyordur ya da kısmet büyüsü. Bizim köyde kızlar hep yaptırırlar öyle şeyler, soylu diye çok farklı hareket edecek değil ya?”
Büyücü: “Benim burnuma yeterince kötü koku gelmeye başladı…”
Vampir: “Büyü yapma niyetindeyse niye peşine düşesin? Kız onu seçti sonuçta, bizimle uğraşmak istediğini sanmıyorum.”
Büyücü: “Şüphe, bir büyücünün olmazsa olmazıdır. İzninizle biz artık gidelim. Yürü Sansar.”
Vampir: “Fazla ayak altında dolanmayın. Meselenin biraz siyasi kısmı da var. Yani sadece Konfederasyon muhafızları değil, federasyonların ve şehir meclislerinin de askerleri işin içine karışabilir. Kız soylulardan biri, engizisyon falan da var. Acımazlar! Yakalanırsanız birbirimizi tanımıyoruz.”
Gorour’a başka söz söyleme fırsatı vermeden şatonun kapı sürgülerini ve kalasları bir el hareketiyle yerinden oynatıp kapıları ardına dek açan Wyern, Sansar ile birlikte dışarı çıktı.
Eşkıya: “Aga bak bu iş gittikçe sakatlaşmaya başladı. Biz de saklanalım mı dağa mı kaçıyoruz ne yapacaksak yapalım. Tırsmaya başladım!”
Büyücü: “Kız şikayetçi olmuyor, sanki iş uzamasın istiyor gibi. Aynı kız bir de büyü kitabı taşıyor? Vampir, büyücü ve gulyabani yakınlaşması?”
Eşkıya: “Aga sana ne? Bize ne? Bu seneden sonra büyücülük okuluna mı girecek, rakip mi olacak sana? Büyü kitabı taşıyorsa bize ne ya?”
Büyücü: “Sezgilerim! Çok kötü şeyler hissediyorum Sansar!”
Eşkıya: “Ya sen kendin demedin mi ben kahin değilim medyum değilim diye. Tut ki kötü niyetli sana bana ne kastı olacak kızın? Kaçıp gidelim, yeniden zindana düşmeye hiç niyetim yok!”
Büyücü: “Bak. Kıza aşk büyüsü yapmayı düşünüyorum demiştim ya. Kız belki karşı koruma büyüsü falan yaptırmıştır. Bunu öğreneceğim. Kızı kendime aşık edince kız beni seçince önce o gulyabaniyi sepetleyecek. Sonra zaten bizi kimse bulamadığından olay kendiliğinden kapanacak. Büyü malzemelerini niye aldım sanıyorsun?”
Eşkıya: “Öyle diyorsan… Şimdi kızın şatosuna mı gidiyoruz tekrar?”
Büyücü: “Hayır. Kütüphaneye. Kayıtlardan hangi kitabı aldığını öğreneceğiz. Muhakkak kopyası vardır, ona göre bir büyü yapacağım. Çünkü uzmanlık alanım değil.”
Eşkıya: “Çarptırmayalım kendimizi?”
Büyücü: “Salak salak konuşma! Bugüne kadar bir şey oldu mu?”
Eşkıya: (Kinayeli) “Ahtapot iblisi babam çağırdı sanki…”
Büyücü: “Ne alakası var geri zekalı! Düş önüme…”
Wyern ile Sansar, yeniden kenar mahallere saparak fakültelerin, okulların kısmında bulunan Kütüphane’ye yürüdüler. Bir ses duyduklarında veya yabancı bir varlık gördüklerinde saklanarak, hızlı adımlarla ilerliyorlarken aralarında tartışmayı sürdürüyorlardı:
Eşkıya: “Ama sen gerçekten sevmiştin bak onu. Sevmesen çekince duymazdın her görüştüğünde. Sahi niye çekinirdin?”
Büyücü: “Eskiden çok düşünür, çok hayal kurardım. Hayallerim bir noktadan sonra hep takılır, ileriye gitmezdi. Hadi birini buldun, tut ki o da seni kabul etti? Ya sonrası? Yoktu. İlerisi yoktu. Hayal edemiyordum. Çoğu kişi göremediği, bilemediği şeyden korkar ya. Ben hayal edemediğim şeylerden korkarım. O kızdan da o yüzden o kadar çekince duydum.”
Eşkıya: “Kız ne yaptı peki? Seni bu hale koyduğu yetmiyormuş gibi başımızı da belaya soktu. Biz de deli gibi olayı kovalıyoruz!”
Büyücü: “Aslında haklısın başımız beladayken bunlara kalkışmamız delilik ama… Her şey benim suçum. Kötülüğü pek beceremiyorum.”
Eşkıya: “Yo… Bence gayet bencil, çıkarcı, hırslı birisin…”
Büyücü: “Teşekkür ederim. O anlamda demedim! Hani derler ya kızlar böyle aykırı, kötü tiplerden hoşlanır. Öyle biri olsam kız gulyabaniyi değil beni seçerdi.”
Eşkıya: “P.ç olsaydım diyorsun yani? O zor zanaat. İçinde olacak önce. Yani kötü olabilirsin ki senin karanlık planların falan da var. Ama p.çlik çok başkadır, emin ol. Bir ortama girince herkesin dikkatini çekmek, hazır cevap olmak, altta kalmamak, sağlam bir mizah anlayışı, karizmatik görünüş ve davranış…”
Büyücü: “Haklısın. Bunlar bende yok. Kadınların elde edemeyeceği bir insan oldum hep. Çünkü beni elde etmek istemezlerdi…”
Eşkıya: “Zaten aksi olsa “karanlıklar efendisi” olmaya niyetlenmezdin, haksız mıyım?”
Büyücü: “Eh. Doğruya doğru.”
Eşkıya: “Ayrıca p.ç olsan o kıza tutulmazdın. Çok güzel biri olup olmaması önemli değil. Kız midesiz! Yapacaksan bir peri kızına falan yap, candır!”
Büyücü: “Mezarlıkta bir gulyabani ile piknik yaptı, ona aşık oldu diye mi midesiz? Yoksa aynı anda bu kadar erkeğe umut verdiği için mi?”
Eşkıya: “Her iki anlamda da…”
Wyern ile Sansar kütüphanenin olduğu kısma geldiklerinde kısmen rahatladılar. Dev çınar ağaçlarının altından kütüphaneye yaklaştılar. Normal şartlarda Wyern’in sahip olduğu ayrıcalık gereği her zaman kütüphaneye girebilmeleri mümkündü ancak şüpheli tiplerin engizisyon casuslarının takibine alınabilme ihtimali olduğundan kütüphanenin arkasına dolaşıp camlardan birinin önüne geldiler. Wyern’in yaptığı basit bir büyü ile pencereyi açıp içeriye tırmandılar. Kör karanlıkta çıt ses çıkarmadan kitap raflarının arasından ağır ağır geçip giriş salonuna doğru ilerlediler. Wyern, girişteki bölmesinde bekleyen kütüphane memurunun üzerine basit bir uyku efsunu yerleştirdikten sonra görevlinin olduğu kısma girip ödünç verilenler listesine baktı. Kızın adının yanında sadece kitabın etiket numarası ve bölümünün numarasının yazdığını gören Wyern şüphelenmişti:
Büyücü: “Kitapların ismi kaydedilir. Ancak burada sadece kitabın etiket numarası ve bölüm numarası yazıyor.”
Eşkıya: “Bu normal mi?”
Büyücü: “Evet normal… Ancak özel izinle alınabilen kitaplarda… Bunlar genelde yasaklı kitaplar olduğundan insanlar merak etmesin, herkes ulaşamasın diye isimleri açıktan yazılmaz.”
Eşkıya: “Yasaklı kitaplar derken? Büyü kitapları mı?”
Büyücü: “Sadece büyü kitapları değil. Her alan için yasaklı kitaplar vardır ayrı bir kısımda tutulurlar.”
Eşkıya: “Büyü kitaplarını anlarım da öteki kısımlarda yasaklanacak ne var?”
Büyücü: “Olmaz mı? Mesela iktisat ve ticaret bölümünün yasaklı kitaplar kısmında ekonomi bozma, düzeltme yöntemleri, siyaset bölümünün olduğu kısımda hükümet yıkma, devlet devirme, imparatorluk kurma, askeriye kısmında ordu yetiştirme, suikast ve adam öldürme gibi bir nice konuyla ilgili yasaklı kitaplar var. Tehlikeli konulardan bahsedenler. Hoş Güneş Tapınağı mensuplarına sorsan onlara göre kendi dinleri hariç her kitap yasaklı kısma alınmalı ya neyse… Bir an önce gidelim!”
Wyern kütüphane defterinin o kısmını kopartıp yanına aldı. Sansar ile kütüphanenin bodrum katına inerek yasaklı bölümün girişine doğru yürüdüler. Önlerinde, birkaç kat demirden yapılma, dev asma kilitli bir kapı ve boynuna asılı bir halkada da anahtarı bulunan kırmızı derili, korkunç görünüşlü, beli kılıçlı, dev yapılı bir ifrit haricinde pek de önemli bir engel olduğu söylenemezdi.
Eşkıya: “İfrit mi o? Uyutacak mısın?”
Büyücü: “Benim uyku efsunum buna işlemez. Daha farklı bir varlık türünden sonuçta. Ama yine de deneyeceğim bir şey var…”
Wyern en iyi bildiği şeyi denemeye karar vermişti. Lanet ve Uğursuzluk… İfrite yoğunlaşarak okkalı bir kem talih büyüsü yollamıştı. Büyü ifritin tenine temas eder etmez dağılmış, tılsım kokusunu alan ifrit ateş kızılı gözlerini açarak olduğu yerden doğrulmuştu. Eşkıya: “Hay senin yapacağın büyüyü…”  diyerek gerisingeri kaçtığı sırada, Wyern sanki yapmak istediği buymuş gibi ifrite ağır bir beddua etmişti. Bu ifritin derisine nüfuz etmekle birlikte elini kolunu sanki zincire vurulmuş gibi hareketsiz kılıp sırt üstü devirmeye yetmişti. İfrit doğru dürüst uyanıp karanlığın içinden kendine saldıranları göremeden hareketsiz kalmıştı. Eşkıya: “Ama senin bedduan sağlam hacı…” diyerek döndüğünde, Wyern ifritin boynundan koca anahtarı çıkarıp yasaklı kitapların olduğu kısmı açmışlardı.
Uzunca bir koridor, sağlı sollu koridorlar ve üzerlerinde bölüm adları yazan levhalar ile oldukça girift bir görünüm arz etmekteydi. Duvardaki meşalelerden iki tanesi alarak “Yasaklanmış Büyü Kitapları” bölümüne girdiler. Kimi duvara zincirli, kimi metal kafeste muhafaza edilen, kimi kan kokulu, kimi çığlık atan çeşit çeşit ciltte ve görünüşte büyü kitaplarının numaralarına baka baka ilerliyorlardı. Dahası Wyern okuyor, Sansar ise çeşitli Akdiyar küfürlerini sıralayarak şaşırıyordu. En sonunda tüm rafları gezip, bölümün en sonundaki bir başka koridor girişinin önüne geldiklerinde Wyern’in yüzü korkunç bir şey görmüş gibi sararmıştı.
Eşkıya: “Aga ne oldu?”
Büyücü: “Kitap bu bölümde değil.”
Eşkıya: “Numarayı yanlış mı yazmışlar?”
Büyücü: “Öyle değil. Kitap “Dokunulması ve Bahsedilmesi Yasak Kitaplar” kısmına ait.”
Eşkıya: “O nasıl bir şey o?”
Büyücü: “Yasaklı kitaplar var. Ama bununla birlikte dışarıya çıkarılmasını bırak, sırf kimse dokunmasın, ellemesin, korunsun diye kapatılan kitaplar var. Bu ise diğer kısımlara ait değil. Sadece yasak büyü kitaplarına ait ayrı bir kısım yani sadece büyü kitapları için yapılan bir uygulama.”
Eşkıya: “Kız nasıl kitap çıkarmış ya buradan?”
Büyücü: “Soylu işte! Babasının nüfuzunu kullanmış olmalı.”
Eşkıya: “Sen böyle sararıp solmazsın kolay kolay? Bu kitapların içeriği ne ki?”
Büyücü: “Kız tahminlerimin ötesinde şeylerle uğraşıyor olabilir. Buradaki kitapları kullanmaya kimse cesaret edemez! Tarihin karanlıklarına gömülen karanlık lordların, büyücülerin toplamından daha acayip şeyler barındırır! Bir kere bahsedilir ve sonra konu kapatılır, üzerine konuşulmaz bile!”
Eşkıya: “Aga gel yol yakından vazgeçelim. Bak böyle bir kitabı çıkartmış, biri büyü yapar biri kanımı emer diye korkmadan sizi birbirinize düşürmüş… Kadın kısmından korkacaksın! Hele böylesini gördün mü kıta değiştirsen yeridir! Başka kız mı yok ya? ”
Büyücü: “Hangi kitabı aldığını öğrenmem lazım. Dengesiz birileri eline geçirmek de istiyor olabilir!”
Eşkıya: “Akdiyar’ın canına okumak için? Bize ne arkadaş muhafız mıyız asker miyiz bize ne ya?”
Büyücü: “İyilik ve dünyayı kurtarmak elbette yaşam amacım değil ama üzerinde bulunduğumuz dünya tehlike altında olabilir. Kellemizin selameti açısından kızın ne yaptığını bulmamız lazım!”
Koridora girip, koridorun sonundaki merdivenlerden aşağıya inerek kapısı bir mağara ağzına denk gelmişlerdi:
Eşkıya: “Burada niye kapı yok?”
Büyücü: “Bekçisi var buranın, ondan kapıya gerek duymamışlar.”
Eşkıya: “O nasıl bekçi ki kapı koymamışlar?”
Büyücü: “Yanlış hatırlamıyorsam epeyce yaşlı bir ejderha…”
Eşkıya: (Duraksar) “Ejderha mı?” (Küfreder gibi bakar büyücüye) “Senin yapacağının da büyücüsünün de… Ben canımı sokakta bulmadım, gidiyorum ben!”
Büyücü: “Hay ben senin olmayan mantığını! Geri zekalı! Niye korkuyorsun?”
Eşkıya: “Senin kafan mı iyi? Ejderhanın tekinin mağarasına elimizi kolumuz sallayarak girmeye ramak kalmış, neyine korkmayayım lan? Mantıkla ne alakası var?”
Büyücü: “Buradan kitap çıkarmak yasaktır, büyücülük fakültesinin başmüdürü haricinde kimse giremez! Eğer kız buradan kitap çıkarabilmişse bir şekilde ejderhayı kimsenin haberi olmadan alt etmiş olmalı.”
Eşkıya: “Daha kötü ya! Ejderhayı tepeleyen kız bize ne yapmaz? Bulaşmayalım aga!”
Wyern sinirle söylenerek mağaradan içeriye girdi. İleride bir galerinin içinde her biri ufak kafesler içinde bekleyen yüze yakın “gerçekten yasaklanmış” kitaplar bulunmaktaydı ki her birinin önündeki pirinç levhalarda uzun uzun kitapların isimleri, yol açtıkları felaketler ve neden yasaklandığı yazmaktaydı. Etrafına biraz bakındıktan sonra bir köşeye kıvrılıp uyumakta olan devasa ejderhayı görerek istemeden de olsa ürperdi. Meşalenin ve duvardaki kandillerin ışığında yeşil pulları ve koca kanatları parıldayan, kocaman kafası ve koca sakallarının arasından hırıltıyla nefes alan, her pençesi değme mızraklara denk ejderhanın tam önünde, yerde bir kağıt parçasının durduğunu görmüştü. Kağıt parçasını usulca alıp okuduktan sonra yine sararmış bir halde eşkıyanın yanına dönmüştü:
Eşkıya: “Ejderha iyi mi? Bu nasıl soru ya? Her neyse ejderha nasıl?”
Büyücü: “Kız her şeyi ayarlamış. Bu elimde gördüğün kağıt bizzat başmüdürden alınma bir izin kağıdı. Ejderha bir süre uyusun, gelene gidene karışmasın diye imzalanmış resmen!”
Eşkıya: “Sizin başmüdürlükte ne pis rüşvet dönüyormuş aga? Anlamamışlar mıdır?”
Büyücü: “Rüşvet gayet iyiydi demek ki. Ayrıca basit bir soylu kızının büyü kitaplarını bir süreliğine alsa bile kullanamayacağı gibisinden “gerzek derecede iyimser” bir bahaneye sığınmış olabilirler.”
Eşkıya: “Bu kız buna nasıl cesaret etti diyeceğim ama abes kaçacak…”
Büyücü: “Aldığı kitabı öğrenelim, ona göre el atarız meseleye.”
Eşkıya: “Aga bu bizi aşar. Muhafızlara falan söylemek lazım?”
Büyücü: “Başmüdür rüşvet ortaya çıkmasın diye hayatta konuşmaz! Hatta kütüphane görevlilerinin uyutulmasından ve yasaklı kısma girmemizden ötürü bizi sorumlu tutar. Kız zaten soylu, hükümet kanadından umudunu kes. Geriye yegane otorite Güneş Rahipleri kalıyor, onlar da zaten “İftiracı zındık!” diyerek konuşmamıza fırsat vermeden yakarlar. Ancak! Kızı durdurmayı başarıp kitabı geri getirirsek olay kendiliğinden kapanır. Engizisyoncular’ı nasıl atlatırız bilemem ama. Eşkalimizi bilmedikleri sürece sorun yok!”
Eşkıya: “Dünyayı kurtarmaya çalıştığımızın farkında mısın?”
Büyücü: “Hem dünyayı, hem de aşkımı. Benim romantizmim saplantı üzerine kurulu.”
Eşkıya: “Oldukça tuhaf bir romantizm anlayışın var…”
Büyücü: “Hayatım boyunca hiçbir işim, iyi bir büyücü olmama rağmen rast gitmedi zaten. Sayılı iyi büyücüden biriyim ama umutsuz vakayım. Bu iş kala kala bana kaldı. Kör talih canımı alana dek, gelişine yaşamak lazım!”
Wyern, kitapların muhafaza edildiği kafeslerin üzerindeki numaralara baka baka gezinmeye başladı. Boş bir kafesin önünde durduğunda önce neredeyse korkudan dizleri üzerine düşecekti. Sansar yanına giderek Wyern’in kalkmasına yardımcı oldu.
Büyücü: “Biz öldük Sansar! Mahvolduk biz!”
Eşkıya: “Ne oldu ki?”
DEVAM EDECEK