30 Kasım 2012 Cuma

Destanların En Bi Sonuncusu

Arpad Bağatur'a ithafen...
 
 


Rivayetlerin yerini dedikoduya bıraktığı,
Eserlerin postmodern zamanları yazdığı,
Hükümdarların ve yüksek kulelerin illa ki varolduğu günümüz zamanlarında,
Can çekişen tarihimsi şehrin en eski rıhtımlarından birinde beliren iki siluetin,
Bağatur ile Gulyabani'nin destanıdır bu.

İki ihtiyar hayalet, bir sabah vakti sisler içinde geldiler.
Çökmüş gibilerdi ama en az cin peri söylentileri kadar korkutucu görünüyorlardı.
Süleymaniye'nin tepesindeki binlerce hayaleti kıskandırıp,
Dehlizlerinde yatan Bizans kemiklerini sızlatarak,
Sisler içinde çıktılar en eski rıhtıma.

Rıhtımdaki yosunlardan daha yaşlı olduklarını söylüyordu,
Kesik başını Galataya doğrultmuş bir Ceneviz korsanının hayaleti.
Her birinin peşlerinden geliyordu,
Eski aftoslarının, manitalarının, sevdalıklarının hayaletleri.
Her biri bir siyah leke ya da paslı şeref madalyası yosunlu rıhtımda.

Bağatur ile Gulyabani'nin ardından,
Kara siluetler gibi ilerliyordu her biri.
Harem'den koparılıp çuvallarla denizi boylayan cariyeler bile,
Onları görüp deniz kızlarıyla birlikte yaktıkları ağıtlarını onlara ithaf ettiler.
Tepkisizdi hayaletler, uzun zaman önce ölmüş anıların hayaletleriydiler.

Bağatur dedikleri kim bilir hangi bozkırlardan geçmiş,
Kaç Sedd-i İskender, kaç Temir Kapu aşmış,
Kaç Yecüc, Mecüc saymış?
Attığı okların sayısını Erlig bile unutmuş,
Kim bilir hangi oba baskınının kılıç artığı?

Gulyabani derler mezar ecinnisidir.
Kendisi kendini hortlak kabul eder ancak zinhar kan içmez,
Ardındaki hayaletler kanını kurutalı beri.
Geceni zehir edecek denli korkunç,
Her gece köşe başındaki mezarlıktan çıkıp gelmekten çekinmeyecek denli arsız.

Suriçi'ne girende sadrazam kelleleri,
Yeniçeri bedenleri selama duruyorlar.
Şehrin son sokak şairleri, son delileri ayakta,
Osmanlı'dan Bizans'tan sayısız siluet,
Camiilerden, kiliselerden, mezarlıklarından seyrediyor onları.

Tarihe geçecektir o gün.
Şehrin ölmeden önceki son destanı yazılmaktadır.
Hatta yeryüzünün son destanı kim bilir?
Yine de alır seyir koltuklarında tahtlarında yerlerini,
Fil gövdeli imparatorların, hükümdarların hortlakları.

Ne zaman bir araya gelip aynı yolları arşınladılar belirsiz.
Lanet mi bir araya getirmiş, yoksa birilerinin savurması mı bilinmez.
Birlikte kılıç çalıp ok salladıklarını anlatır herkez,
Kendi destanlarını yaşamışlardır,
Arkalarında sevgili siluetleriyle.

Gulyabani ve Bağatur dehlizlerin ağzını kapatan ışıklı tünellere indiler.
Orada bekliyordu son masal prensesi.
Hatta son masal dişisi, kaçırılacak kişisi.
Bağatur'la Gulyabani'ye bakmadan sustu.
Sessizlik bile sükut etti.

Tünellerden çıktı geldi elektrik emen ejderha,
insan seliyle birlikte yuttu prensesi.
Kayıplara giden prensesle birlikte,
o andan itibaren masal camiası son buldu zaten.
Destanları müzelere kitlemeye başladılar.

Giderayak son tılsımı söylemişti prenses.
Sevgili hayaletlerini zincirlerinden boşaltıp her birini kanlar içinde bırakmıştı.
Unutmasını istemişti onlardan sihirli kelimeyi.
Unutsalardı kurtulacakları hayaletlerin gadrından.
Can verdi asırlık heyulalar kara lekelerin elinde.

Son destan diye yazdılar bunu,
Şehrin zevksiz mimarisi pis pis sırıtıyordu.
Görmezden geliyordu yüksek duvarlı siteler.
Kenar mahalleler semtlerini bıçaklayalı çok olmuştıu.

Dehlizden akan kanlarla, son şairler kaleme aldı bu destanı.
Ondan sonra yetmiş yedi göbek dillerde yaşadı destan.
Yetmiş yedinci torun da unuttuğunda,
Bilinmeyen bir yere gömdüler.
Toprağının unutkanlığa iyi geldiği rivayet edilecekti...


SON


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder