Köşeyi
döner dönmez sokak boyunca yanan lambaların hep birden söndüğünü gördüler. Sokak
hayli ürkütücü görünüyordu. İnsanın adım atmadan önce çekince duyacağı bir yer
gibi…
Çağıl etrafa bakınara: “Şu sıralar
çok denk geliyorum…” dedi. Sesinde belli belirsiz bir korkuyu bastırma çabası
seziliyordu. Yaren de sokağın ortalarına doğru bakınırken yürümeyi bırakıp bir
anlığına duraksadı. Çağıl’ı duymazlıktan gelerek bir süre soluklandı. Aklı
Engin’deydi. Bir yandan da gecenin bu saatinde kapısına dayanacağı bir yazara
nasıl dert anlatacağını düşünüyordu. Cümleleri aklında tutmaya çalışırken bir
yandan da Muzaffer Taş’ın oturduğu apartmanı silueten görerek heyecana kapıldı.
Sokağın orta kısmında dikilmekte
olan biraz eski görünümlü bir apartmanın sokak kapısına doğru koşar adımlarla
ilerledi yeniden. Çağıl da hemen arkasından takip ediyordu. Muzaffer Taş’ın
adının yazılı olduğu zili cep telefonunun ışığıyla bularak bir-iki kere bastı.
Çağıl’a bakarak: “Umarım açar…” diye söylendi. Çağıl apartmanın girişindeki loş
ışıkta Yaren’i seyrediyordu. Saçlarının tuhaf parıltısı ve gergin duruşu onu
gözünde daha da çekici yapmıştı. Hislerini kendisinin bile fark etmesinden
ürkerek öteledi. Engin gibi sorunlu birinin kendisinden atak davranmasına
içinden küfretti.
Yaren bir anlığına sanki bakışlarını
yakalamışçasına arkasını dönünce utanarak bakışlarını yere indirdi. O esnada
şansına kapının açıldığı duyuldu. Eski tip dar ve dönen merdivenlerden üç kat
yukarıya çıkarak çatı katına açılan boşluğa bakan bir sahanlığa ulaştılar.
Demirden kahverengi bir kapının onların gelişiyle hafif aralandığını gördüler.
Eşofmanlı birinin karanlık içindeki belli belirsiz görüntüsü kendilerini kapı
arasından karşıladı:
“Kimsiniz?”
“Muzaffer Bey benim Yaren. Hani
sizinle röportaja gelmiştim geçen yıl?”
“Tanıdım. Hayırdır bu saatte?”
“Özel bir durum var. Nasıl
söyleyeceğimi bilmiyorum ama yardımınıza ihtiyacım var?”
“Ödev projesi falan mı? İnternette
çoğu yayınım var. Faydalanabilirsiniz istediğiniz gibi.”
“Hayır, hayır. Daha başka bir
mesele. Erkek arkadaşımla ilgili. Şey… Kendisinin bazı psikolojik sorunları
var. Belki de bir tür takıntı bilemiyorum…”
“Benimle ne alakası var?”
“Kendisi… Bakın çok komik gelecek
belki ama gerçekten zor durumda olmasam size gelmezdim. Kendisi komşularından
birinin sizin hikayelerinizdeki şeylerden olduğunu zannediyor?”
“Hortlak?”
“Galiba…”
“Hasbinallah! Bu vampir çılgınlığı
nereden çıktı yine? En son Alacakaranlık romanı popüler olduğunda vampirlerin
gerçek olup olmadığını soran ergenlerle muhatap olurdum. Şimdi üniversitelere
mi sirayet etti? Daha bugün bir delikanlı daha yolumu kesip benzeri bir şeyler
geveledi!”
“Adı Engin miydi?”
“Nereden bildin?”
“Sizinle bugün konuşmuş, bir-iki
saat önce.”
“Seni kapıma mı yolladı?”
“Kendisi göndermedi ben geldim.
Bakın gerçekten zor durumda. Kendisi şu an Selimiye’de. Bizlerin ve kendinin
tehlikede olduğunu düşünüyor.”
“Benden ne istiyorsunuz? Gidip vampir
avlamamı mı? Erkek arkadaşının bir cadıcıya değil psikoloğa ihtiyacı var
bence…”
“Siz onu ikna edebilirsiniz. Bu tür
şeylerin tamamen kurgu olduğuna inandırırsanız düzelecektir. Psikolog ne derece
yardımcı olur bilemem ama siz başarabilirsiniz bence.”
“Üzgünüm ama kapıyı suratınıza
kapatmak zorunda kalacağım!”
“Lütfen Muzaffer Bey! Siz de bizim
okulumuzdan mezun oldunuz. Sizin bir dönemler yazarlık yaptığınız toplulukta
başkan yardımcısıyım. Sizden herhangi biri olarak değil, topluluğunuzda sizden
sonra yetişmiş bir üniversite arkadaşınız olarak yardım istiyorum…”
Kapının bir anlığına örtüldüğünü
işittiler. Yaren boynunu bıkkınca bükerek merdivenlere yöneldi. Tam o esnada
kapının ardından zincirinin açıldığını ve antre ışığının da yandığını gördüler.
Muzaffer elinde eski dönemden kalma bir Alman yapımı Parabellum’la karşılarında
dikilmekteydi. Yaren ile Çağıl’ın silaha korkulu gözlerle baktığını görünce
açıklama gereği duydu:
“Endişelenmeyin. Bazı hikâyelerimi
gerçek zanneden define meraklıları kapıma dayanabiliyor. Malum Edirne’deyiz…”
Çağıl ancak savaş oyunlarında
rastladığı bir silahı gördüğünden şaşkındı: “Alman Luger… İkinci Dünya
Savaşı’ndan kalma sanırım.”
“Evet. Dedeme ait. Bir Alman
subayından almış. Tabi öldürdükten sonra. Partizanin ve yatakların Almanlarla
çatıştıkları dönemden… Kapıda beklettiğim için özür dilerim. Lütfen içeriye
geçin.”
İçeriye girdiklerinde kendilerini
bir ucu genişçe bir salona diğer ucu ise bir koridora açılan sade bir antrede
buldular. Hemen karşılarında yetmişlerden yahut seksenlerden kalma kenarı bakır
işlemelerle süslü bir ayna vardı. Kendilerini ışığı yanmakta olan salonda
bulduklarında daha önce görmedikleri türden bir evdelerdi.
Salonun duvarlarının bir ucunda dört
adet büyük kitaplık var. Pek çok kitap, yazma, defter, dosya ve dergi bin bir
çeşit bibloyla birlikte burada duruyordu. Hemen önünde üstü defterler, not
defterleri ve çeşitli kırtasiye malzemeleriyle dolu bir çalışma masası vardı.
Karşısındaki duvarda ise Muzaffer Taş’ın bazı etkinlik ve kitap tanıtımlarının
çerçevelenmiş afişleriyle birlikte, öykülerinde bahsi geçen bazı nesnelerin
kendileri yahut replikaları asılıydı. Hemen girişte duvarın dibinde bir üçlü
kanepe, karşısında da camın önünde bir tekli koltuk duruyordu.
Yaren daha önce gördüğünden pek
garipsemediğinden üçlü kanepeye oturuverdi. Çağıl ise daha önce Muzaffer Taş’ın
öykülerinde, kitaplarında tarif ettiği bir takım eşyaları duvarda karşısında
görünce heyecana kapılmıştı:
“Bunlar… Bunlar hikâyelerinizden…
Replika mı?”
“Hayır. Balkanlar dâhil çeşitli
seyahatlerimde topladığım şeyler. Öykülerimde kullandığım şeyler…”
“Şu şekilli tahta kazık… Bozhidar’ın
Ağacı’ndan yapıldığı söylenen. “Mezarlıktakiler” ve “Boğdan’da Vahşet”
öykülerinden! Gümüş kurşunlu tabanca, “Tutrakan’da Dolunay”dan. Meşhur gümüş
kama, “Istrancaların Korkusu”ndan. Şu gümüşlü küçük kafesli haznelerin olduğu
gerdanlık, içine sarımsak konulan… O da “Kanlı Mehtap”tan. Oh! Bu en sevdiğim,
Orta Asya kurganlarından ufak ama etkili bakır ayna, “Kurgandan Gelen”
öykünüzden! Şu muska “Lofça’da Gece”den. Şu tütsü kabı da “Alkızı’nın
Düğünü”nden…”
“Öykülerimi gerçekten seviyorsun…”
“Buraya geleceğimizi bilsem
imzalamanız için kitaplarımı getirirdim. İmza günlerini kaçırıyorum hep…”
“Başka bir zamanda…”
Yaren’in manalı bir şekilde
öksürmesi onları öyküler ve imza günleri üzerine bir sohbete girmekten
alıkoydu. Çağıl da Yaren’in yanına oturduktan sonra Muzaffer tam karşılarındaki
koltuğa oturdu:
“Ev kılığım için kusura bakmayın.
Misafir beklemediğimden sizlere bir şey de ikram edemiyorum. Gerçi geliş
maksadınız misafirlik değil… Şu delikanlı, Engin. Ne zaman başladı şu
takıntısı?”
“Aslında sizin öyle sürekli
okurlarınızdan değil.” diye söze girdi Yaren. “Televizyondan falan tanıyordu
bir de kitapçılardan göz aşinalığı. Bu tür konulara bir ilgisi bile olduğunu
söyleyemem.”
“Durduk yere mi komşusundan
şüphelenmeye başladı?”
“Birkaç gün önce kendi bölümünde
kaybolan kızlardan birini karşısındaki apartmana girerken gördüğünü söyledi.
Polis falan çağırdı hatta. Kimse bir şey bulamadı. Komşusu yine anlayışla
karşıladı, konuştu ama ikna olmadı. Bir anda oldu her şey…”
“Psikolog değilim ama ilgi alanım
gereği bazı araştırmalarım oldu. Zihin bazen insanlara bu türden oyunlar oynar.
Psikolojik bir rahatsızlık olmasa da algıda yahut yargıda bozukluk dediğimiz
olay söz konusu olabilir.”
“Nasıl yani?”
“Yani bir varlığı, doğaüstü bir
olayı gördüğünü zanneden birisi gördüğü bir gölgeyi yaratık sanabilir. Birkaç
kişi birden tanımlayamadıkları bir karaltıyı yaratık olarak tanımlayabilir. Benim
vampir hikâyelerimin birçoğu bu yüzden tarihi kaynaklara dayanmaktadır.
İnsanlar toplu histeri krizlerine kapılabilmektedir. Bugün Afrika’da,
Sırbistan’da ve Romanya’da ölü kazıklama, vampir sanıp linç etme olaylar
olabiliyor halen.”
“Engin de bir şekilde o gördüğü kıza
benzettiği birini belki üzüntüsünden sorumluluk duyarak orada gördü ve böyle
bir ilişkilendirme yaptı öyle mi?”
“Galiba. Çünkü sıkıntılı bir nokta
var. Genelde vampirlere karşı duyulan histeri, o varlıktan korku duyulan
toplumlarda, o toplumların fertlerinde görülür.”
“Anladım. Bizde tabi vampir yok.
Cinlerle ilgili olabilir bu yüzden sıkıntılı bir nokta var değil mi?”
“Kısmen evet. Vampirler bizde yüz
yıl öncesine kadar muhtemelen korku öğesiydi. Balkanların Osmanlı toprağı
olması bir yana pek çok mahkeme kaydına giren vampir hadisesinde Edirne’yi
görürüz. Bugün bile hala o inanışın kalıntısı ölü gelinlerin, hayalet
siluetlerin varlığından bahseden söylenceler derleyebilirsiniz buralardan.”
“Sıkıntılı nokta nedir?”
“2016’nın ortasında, 20’li yaşlarda
bir gencin, muhtemelen buraya okumak üzere dışarıdan gelen bir gencin 100 yıl
önceki insanlara benzer reaksiyonu göstermesi. Bu yüzden anormal. Umarım bir
tür histeridir. Psikolojik bir rahatsızlık olması ihtimali var. O kızlara karşı
neden suçluluk duydu? Durduk yere böyle bir suçluluk duyduysa neden hortlak
söylencesiyle açıklamaya çalıştı? Beyinsel bir hasar olabilir. Başına bir darbe
falan aldı mı?”
“Bildiğim kadarıyla hayır.”
“Anlaşıldı. Önce onunla konuşmak
lazım. Sonra ikna faslı. Onun için de aklıma bir fikir geldi…”
“Evet?”
“Tek başımıza yapamayız. Yardıma
ihtiyacımız var. Şu komşusuna gitmeliyiz hep birlikte.”
“Akşam akşam?”
“Buraya vakitli geldiniz sanki! Gece
gitmemiz iyi olur. Engin böylece korkulacak bir şey olmayacağını anlar ilk
başta. Komşusuna ufak bir test uygulayacağız. Vampir olmadığını görünce bunun
bir tür yanılsama olduğunu görecek.”
“Komşusuna da danışmalıyız
herhalde?”
“Elbette. Çat kapı insanlara gidip
hortlak imtihanından geçiremeyiz. Önce o kişiye gidelim…”
“Gerek yok. Bize telefon numarasını
vermişti. İsmi Dmitri.”
“Bulgar mı?”
“Evet. Buraya taşınmış. Güzel Türkçe
konuşuyor. Çok da kibar birisi.”
“Numarasını ne için verdi?”
“İnceliğinden. Engin yine
rahatsızlanırsa kendisini arayabileceğimizi, konuşabileceğini söylemişti.”
“Çok güzel. Kendisini arayıp
Engin’in sağlığı için ufak bir test yapacağımızı söyle.”
“Test?”
“Vampir olmadığını göstermesi için
sarımsak, zemzem suyu tarzı şeyler götüreceğim yanımda işte Engin’i ikna etmek
için. Bir tür mizansen…”
Yaren, cep telefonunun rehberine
bakınırken antreye geçti. Çağıl onun çıkmasının ardından sordu:
“Mizansen derken?”
“Bir tür tiyatro. Tıpkı
öykülerimdeki gibi. Engin’i gerçekten ikna edebilmemiz ve bu yanılsamayı
gösterebilmemiz için…”
“Öykülerdeki gibi derken… Yoksa?”
Yaren kulağında telefonla antreden
salona uzattı kafasını: “Pardon. Dmitri Bey’in bir ricası var…”
Muzaffer: “Nedir?”
“Sarımsak kokusundan hiç
hazzetmediğini söylüyor.”
“İsabet! Ben de sevmem. Yemekte
güzel oluyor o da kokusu olmadığından! İşkembe çorbasını bile sarımsaksız
içerim ben…”
“Bir de inançlı bir Hristiyan
olduğundan zemzem suyunu mizansen amaçlı da olsa içemeyeceğini söylüyor.”
“İsterse bizim buradaki Bulgar
kilisesinden kutsanmış su ayarlayabilirim. Rahibi tanıyorum. Ama gerek yok.
Edirne’nin altı su dolu. Musluk suyu işimizi görür. Yeter ki Engin inansın!”
Yaren yeniden antreye geçti.
Ardından telefonu sallayarak salona girdi: “Bizi beklediğini söyledi. Kardeşine
sofrayı hazırlamasını da söylemiş. Gelmişken bir ziyafete hayır demezsiniz
dedi. Gerçekten kibar birisi…”
Çağıl hınçla: “Engin yetmiyordu
şimdi bir de Dmitri çıktı!” diye geçirdi içinden.
Muzaffer bir hamlede yerinden
fırladı: “O halde konuklarımızı bekletmeyelim! Fena halde acıkmıştım, çarşıya
inip kokoreççilere uğramaya da üşeniyordum. İyi gelecek… Ben hemen mizansene
uygun olarak giyineyim. Hazırlanınca çıkarız.”
Kendinden emin bir ifadeyle koridora
doğru yürüyen Muzaffer’e seslendi Çağıl: “Mizansene uygun giyinmek derken?
Aklıma gelen şey mi yoksa?”
Muzaffer sırıtarak ona döndü: “Evet.
Cadıcı Manyağı! O da var bende. Onu giyeceğim!”
Yaren yüzünü buruşturdu: “Cadıcı
Manyağı mı?”
“Benim taktığım bir isim.
Balkanlarda cadıcılara özgü bir giysi, direkt kaput falan diyorlar. Ocaklardan
yani belli ailelerden gelen vampir avcılarının soyuna göre hazırlandığına
inanılan, üstünde bazı tılsımlar ve daha önce öldürülmüş vampirlerin isim ve
tarihlerinin içyüze işlendiği bir tür giysi. Ulu vampirlerin öldürülmeden önce
yüzüldüğü derisinden elde edilirmiş. Bende de var bir tane. Muhtemelen sonuncu.
Bulgaristan’da bir koleksiyoncudan rica minnet satın alabildim. Ama korkmayın
giyildiğinde ve dıştan alelade, eski bir deri palto gibi duruyor.”
“Gerçek insan derisi mi?”
“Bir zamanlar vampir olduğuna
inandıkları bir insanın derisiydi muhtemelen…”
DEVAM EDECEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder