Engin,
sesli mesajı alelacele açarken hoparlör seçeneğine dokundu. Yaren’in sesi
arabanın içinde sanki yankılandı: “Engin acilen gel! Korkuyorum… Peşimdeler!”
Yaren’in numarasını tuşlamaya çalışırken Muzaffer’in ağzından en galiz küfürler
duyuldu. Abdülharis öne doğru eğildi: “Tanıdığınız mı?”
Engin “aradığı numaraya ulaşılamama”
anonsunun tamamını dinlemeden kapatıp Yaren’i tekrar tekrar ararken hortlağı
yanıtladı: “Kız arkadaşım. Çağıl’ın eve gitmelerini söylemiştim. Angut Çağıl!
Kıza sahip çıkamamış! Gerizekalı!”
Muzaffer arabanın hızını arttırırken
Engin’i sakinleştirmeye çabaladı: “Bilerek yapıyor. Dikkatimizi dağıtmak için.
Yaren’i kurtaracağız…”
“Öldükten sonra mı?”
Paşa’nın sesi arabanın içinde
gürledi. Engin adamın sesinin kendisini uyuşturduğunu, teskin ettiğini hisseder
gibiydi: “Ölmeyecek. Öldürmeyecektir. Kanını içerse, varkolakların kalbini
söküp suda kaynatarak ona içirirseniz ölmez.”
Engin üzerindeki miskinlik hissini
öfkeyle adeta bir kenara fırlattı: “Ölse daha iyi ya! Ne demek kanını içer,
manını içer?”
“Karşınızdaki mahlûk alelade bir
eşkıya değil ki kızın canını alsın? Her gece kana susar. Kana susamak hiç
dinmeyen bir açlıktır. Bir köy dolusu insanın kanını içsen ancak tokluk hissi
verir. O yüzden peksimet atıştırıp açlığını geçiştirir gibi gecede iki veya bir
kurbanla idare edilir.”
Muzaffer müstehzi bir ifadeyle
güldü: “Vampirler ve kan… Kızı öldürürse beslenemez.”
Abdülharis: “En mühim noktaya temas
ettin cadıcı. Kurbanın hayattayken beslenebilirsin. Daha doğrusu canlı
birinden, o an için boynunu yahut bileklerini dişlediğin birinden kan
içebilirsin. Herhangi bir şişeye, torbaya doldurulmuş kan da etkisizdir.”
Telefonuna mesaj gelince Engin bir
an duraksadı: “İnşallah Çağıl korkup kaçmıştır da onun yerine Çağıl’ı
yakalamışlardır. Yaren’e bir şey olmamıştır…” diyerek Yaren’den gelen mesajı
okudu: “Kaleiçi’ndeyim. Saklanıyorum.”
Muzaffer, hayli ileride görünen tıp
fakültesini ışıklarını göstererek Engin’i teskin etti: “Geldik işte! Çarşıya gidiyorum
direkt. Sen Kaleiçi’ne inersin. Ben de eve çıkar Bozhidar’ın kazığını alırım.
Yaren’i bulunca beni sizin evde beklersiniz. Oraya geleceğim.”
Abdülharis: “Seninle mi geleyim
cadıcı?”
Cadıcı kafasını salladı: “Ben
kendimi korurum paşam. Siz delikanlıyla gidersiniz.”
“Çok iyi! Dimitar iblisini seneler
önce duyup da görmek istemiştim. Burada karşılaşacakmışız demek... Ama hala
aklımı kurcalıyor. Kendine yeni av sahası mı seçti yoksa aradığı başka bir şey
mi var?”
Kırmızı Lada fakülte kavşağından hızla
geçip şehre doğru yol alırken Muzaffer uzaktan görünen Selimiye’yi işaret etti:
“Eğer onlara denk gelirsen öldürmeden önce sorarsın paşam!”
“Ben sorarım da… Siz bu geceyi sağ
çıkarırsanız iyi. Bana da denk gelmeseniz Varkolaklar tüm şehri elden geçirirdi
belki... Soralım bakalım kıstırınca.”
Araba çarşı mıntıkasına yaklaşana
kadar hiçbiri tek kelime etmedi. Orduevinin önündeki ışıklara geldiklerinde
ansızın frenleyerek durdu. Engin’le Abdülharis arabadan iner inmez kırmızı Lada
sağa sapıp Yediyol Ağzı’na çıkan yokuşta gözden kayboldu. Hortlak etrafına
bakınarak şehre göz gezdirdi: “Buraya gelmeyeli neredeyse yüz sene olmuştur.
Balkan Harbi’nin garabetini ancak atmış üzerinden!”
Engin’in ardından hızlı adımlarla
Antik Park tarafına inen hortlak bir yandan da eski binalara göz gezdiriyordu.
Engin hızlıca sordu: “Edirne’nin sahibi yüzünden gelemediğini söylemiştin.
Burası kimin av alanı paşam?”
“Birkaç kişi vardı. Kişi dediysem
anla işte benim gibi. Söylesem de tanımazsın hiçbirini. Sonuncusu Edirne’ye Doksanüç
Harbi muhaceretiyle gelen bir aileye mensuptu. Hunaşamzadeler derlerdi. Kan
içicinin Farisi lisanındaki şekli. Hunaşamzadelerden bir hanımın av alanı oldu
en son. Lakin Varkolaklar böyle ellerini kollarını sallayarak gelebildiklerine
göre ortadan kaldırıldı. Ya başkaları ya Varkolaklar. Burası bir zamanlar daha
güzeldi. Balkan Harbi’nden, Rus harplerinden öncesinde görmeliydin. Mavi boyalı
evler sıra sıra karşılardı insanı. Bahçeler, bağlar, köşkler… Onlar da benim
gibi artık. Hatırlayanları kalmadı.”
Engin’le Abdülharis Kaleiçi
sokaklarına vardıklarında hortlak bir an duraksayarak havayı kokladı: “Bir
tanesi buralarda dolanıyor hala. Ben onu arayacağım. Sen de yavuklunu ararsın…”
“Bir şey olursa nasıl haber
vereyim?”
“Çığlık atarsan sesini duyacak kadar
yakında olurum delikanlı…”
Abdülharis bir anda havaya
sıçrayarak çatı saçaklarının gölgelerinde kayboldu. Engin hayal meyal
kertenkele misali duvardan sürüne sürüne geçip çatıya tırmanan bir gölge gördü.
Yaren’in telefonunu arayarak ulaşmayı ısrarla sürdürerek evinin olduğu sokağa
doğru koşturdu. Uzak uzağa işitilen köpek sesleri ve yarısı sönük sokak
lambalarıyla hayli ürkütücü bir manzarayla karşı karşıyaydı. Ancak o an için
bulunduğu yerden ziyade sevgilisini bulamamaktan –canlı şekilde bulamamaktan-
korkuyordu.
DEVAM EDECEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder