3 Ağustos 2018 Cuma

Varkolakların Gecesi-Bölüm 13


Kırmızı Lada arada bir denk geldiği araçların sağından solundan geçip sayısız küfre ve hakarete neden olurken, arabanın içinde hayli gergin ve korkulu bir bekleyiş vardı. Bir Abdülharis, Muzaffer’in omzunu dürterek: “Efendi! Hadi bana bir şey olmaz ama sizin Edirne’ye tek parça vasıl olmanız iktiza eder. Dikkatli kullanınız!” deyince tek kelime etmeden aracın hızını biraz düşürmüştü.
            Edirne’ye yaklaşana dek kimse tek kelime etmemişti. Gişelerden geçtikleri sırada Muzaffer bir an aklına bir şey gelmiş gibi durup arabayı kenara çekti. Engin’in: “Abi ne oldu?” diye sorup durmasına aldırmadan kucağında duran çıkını kurcalamaya başladı. Çıkının içindeki bazı nesnelerin yarattığı tesirden ötürü Abdülharis çok belli etmese de rahatsız olmuştu. Muzaffer bir an duraksayıp boş gözlerle dimdik karşı tarafa bakmaya başladı: “Asıl almam gereken şeyi almayı unutmuşum… Bozhidar’ın kazığı!”
            Engin: “Neyin kazığı?”
            Abdülharis, Engin’in omzunu dürterek konuştu: “Bulgar köylülerin tevatürü. En melun, azgın mahlûkları dahi saplandığı vakit kudretten, takatten kesen muhayyel bir tılsımdır.”
            Muzaffer kafasını sallayarak omzunun üstünden hortlağa baktı: “Hayır paşa hazretleri. Hakikattir. Bulgaristan’a seyahatlerimden birinde bulmuştum. Bir çeyiz sandığında yıllarca kalmış, ne olduğuna anlam veremeseler de ata yadigârıdır deyip örtü içinde saklamıştı Deliorman’da bir aile. Batıl inanışlarla alakalı eşyaları toplarken denk geldim. Tasvirlerle birebir uyduğundan mukallidi sandım ancak sağlamlığını test edip üstündeki yazıları çözünce hakiki olduğunu anladım. Benim duvara asılı eşyalar arasındadır, en tepede. Evden çıkarken almayı nasıl unuttumsa artık…”
            Engin: “Boz… Boz neydi?”
            Muzaffer gözlerini Engin’e devirdi: “Bozhidar. Bozhidar’ın kazığı. Paşa hazretlerinin de buyurduğu gibi Bulgar halk hikâyelerindendir. Rivayete göre Bozhidar diye bir gençle, bir orman perisi birbirlerine sevdalanmışlar. Sevdalarını cadının biri kıskanmış. Bozhidar’ı kendine bağlayamayan cadı onu öldürmeye çalışmış. Bozhidar ruhunu teslim etmeden önce peri yanına gelip ikisini de ağaca dönüştürmüş. Yattıkları yerden yükselen iki ağaç kıvrım, büklüm bir araya gelmiş. Sanki tek ağaç gibi. Onların ağaca dönüştüğün öğrenen cadı kıskançlığından ağacın dibine gidip tepesine yıldırım göndermiş yakmak için. Ağaç yanmış ancak ağaçtan kopan büyükçe bir dal cadının üstüne düşerek ölmesine neden olmuş. Azametli bir cadının aldığı için bu ağaç uğurlu addedilerek yıllarca parça parça sökülmüş cadıcılar, vampirciler ve sair kimse tarafından. Ancak ne kadar kudretli olursa olsun ağaçtan sökülen parçalar ayrılığa dayanamayarak kısa sürede çürüyüp gidermiş. Bir kullanan bir daha kullanamazmış. Bir tek o cadının üstüne düşen dal parçası hariç. Ondan yontulan bir kazık özellikle asırlar boyu el değiştirmiş. Her alan avcı üstüne adını kazımış. Çizilebilir ancak kırılmaz, ateşte sağlamlaştırılmış çelik misali bu kazığın üstünde tespit edebildiğim Kilise Slavcasıyla, Kirille, eski Arap harfleriyle yazılmış isimler vardı. Bu kazık nice mahlûkun canını cehenneme ısmarlamış!”
            Abdülharis Paşa’nın gözlerinde tehditkâr bir ifade oluştu: “Âlâ! Şehre varınca ilk işimiz kazığı almak olur o vakit. Lakin önce şu çıkının ağzını kapatıp kucağında tut. Benden olabildiğince uzakta tut!”
            Muzaffer telaşla çıkının ağzını kapatarak kucağına yerleştirdi tekrar. Arabayı çalıştırıp şehre doğru sürerken Engin, Abdülharis’e döndü: “Paşam, sen de böyle şeylerden etkileniyordun değil mi?”
            “Fıtrat gereği. Mesela senin cebinde de bir-iki sarımsak var. Kokusu biraz rahatsız edici ama uzakta durduğu sürece sıkıntı yok.”
            Engin bir an için o akşam alelacele alıp cebine attığı sarımsakları hatırladı. Ardından gülümsedi: “Paşam sarımsak sana dokunuyorsa böyle… Çorbacıdan çıkmış birine zarar verebilir misin?”
            Muzaffer, Engin’e “Yine pot kırdın!” der gibi baktı yan yan. Abdülharis Paşa’nın yüzünde basit ama ürkütücü bir ifade peyda oldu: “Evet sarımsak beni durdurabilir ama yine de kılıcımla kafasını gövdesinden ayırmama mâni olamaz.”
            Eli bir an için istemsizce boğazına giden Engin korkuyla önüne döndü. O esnada telefonunun mesaj sesi arabada çınladı. Ekrana bakarken kalp atışları hızlandı. Yaren, sesli mesaj göndermişti.
DEVAM EDECEK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder