Muzaffer
apartmanın kapısından nasıl çıktığını bilemedi. Sokak lambalarının loşluğuna
rağmen apartmana göre daha aydınlık bularak bir anlığına ferahladı. O esnada
karşı apartmanın kapısının önünde Yaren’le Engin’in tartıştığını, Çağıl’ın da
bir kenarda öylesine ayakta dikildiğini gördü. Gözü bir anlığına önünde
dikildiği apartmanın üst katlarına, Varkolakların dairesine takıldı. Ardından
yutkunarak Engin’e doğru yürüdü. Boğazından belli belirsiz, boğuk bir ses
tonuyla çıkan: “Dua!” kelimesi iki sevgilinin tartışmasını sona erdirdi.
Gençler, Muzaffer’in bu şekilde
çıkışmasına bir anlam verememişti. Engin şaşkınlıkla sordu: “Dua?”
Muzaffer boğazını temizledi: “Evet.
Dua. Maneviyat yani. Bu sana verebileceğim en iyi tavsiye… Tabi hepiniz için.
Eve geçince yani, birbirinize destek olmak için yapabileceğini en iyi şey.”
Engin: “Muzaffer abi iyi misin?”
Muzaffer zoraki gülümsemeye çalıştı:
“Maneviyat iyidir. Sinirlerini toplamanı, salim kafaya düşünmeni sağlar hem. Bu
arada yanlış anlamazsanız… Abdestiniz falan varsa çok iyi olur…” Dörtlünün
aralarında o an tuhaf bir bakışma yaşandı. Muzaffer, Çağıl’a baktı: “Gerçi sen
hariç. Mutfağa gidip geldin abdest varsa da kalmamıştır sende.”
Engin: “Bize bunu mu tavsiye
ediyorsun yani?”
Muzaffer’in yüzü bir anlığına öfkeyle
kasıldı: “En azından sana tavsiye ediyorum. Gecenin bir vakti metafizik
tehditlerden endişe duyan bir tek sensin! Apartmana girerken sağ ayağınla gir
ve hem sokak, hem apartman kapısında besmele çek. Mühürlenir bir anlamda.
İnandığını düşündüğüm için söylüyorum…”
Engin belli belirsiz kafasını
sallayarak kaldığı apartmana doğru yöneldi. Çağıl’la Yaren de onun peşinden
apartmana girdikleri sırada Muzaffer arkalarından seslendi: “Gerekirse beni
arayın yine. Size dua edeceğim ben de!”
Apartman kapısı tok bir sesle yüzüne
kapanınca Muzaffer yine dönüp Varkolakların loş ışıklı dairesine bakarak kendi
kendine söylendi: “Peki sana kim dua edecek Muzaffer?”
Muzaffer korkuyla yutkunarak
arabasına doğru koşturdu. Titreyen ellerine rağmen kapıyı açmayı başararak
kendini sürücü koltuğuna fırlattı. Arabayı çalıştırırken bir yandan da
Varkolakların dairesine bakıyordu. Ancak gazı kökleyip uzaklaşmaya başladığı
esnada Danica’nın dairelerinin penceresinden sarktığını görememişti. Danica
avının peşine düşmüş vahşi bir hayvan gibi bir anda pencereden kendini
fırlattı. Hayli iri ve parlak siyah tüyleri olan bir köpeğe dönüşerek karanlık
sokaklara sapan kırmızı Lada’nın peşine takıldı.
Kısa sürede ara yollardan gire çıka
mahallesine dönem Muzaffer kapıyı açmadan önce karanlık sokağa bakındı.
Uzaklardan gelen köpek havlamalarını dinleyerek apartman kapısına doğru
koşturdu. Eve girer girmez kapıyı örtünce dualar okuyarak kilitleri çevirdi.
Çantasını salondaki koltuğun üzerine bırakarak evin tüm ışıklarını tek tek
açtı. Mutfağa geçip boğazındaki kuruluğu gidermek için su içerken ellerinin
titrediğini fark etti. Kendini boştaki koltuklardan birine atarak sakinleşmeye
çalıştı.
Bir anda aklına bir şey gelmiş gibi
yerinden fırlayıp kütüphanesine koşturdu. Bazı dosyaların sıra sıra dizilmiş
olduğu bir rafı kurcalamaya başladı. Eski tip sarı bir zarfı çıkarak içini
açtı. Masaya boşalttığı esnada içinden düşen siyah beyaz bir fotoğrafı eline
alarak incelemeye başladı. 1900’lerin başındaki Balkanların en alışıldık
fotoğraf karelerinden biriydi: Pür silah ve donuk bakışlı komitacılar… Saçı
sakalı birbirine karışık, ürkünç bakışlı adamların arasında tanıdık bir yüz
görür gibi oldu Muzaffer. Fotoğrafın alt köşesinde Fransızca ve Bulgarca:
“Kazanlak (Kazanluk) ve Stara Zagora (Eski Zağra) Bulgar komitelerinden” yazısı
vardı. Stara Zagora’yı okur okumaz aklına Dmitri’yle masa başındaki sohbeti
geldi, tüyleri diken diken oldu.
Muzaffer o siyah beyaz fotoğraftaki
tanıdık yüze bakarken uzun saçlarını ve gür sakallarını yok saydığında kalbi dehşetten
ağırlaştı. Kulağında Bulgar halk şarkılarının kadınlar koroları tarafından icra
edilen yorumlarından biri çınladı. Masanın başından doğrulduğu esnada Danica’yı
salonun ortasında dikilmiş ürkünç bir bakışla seyrederken buldu. O anki
şaşkınlığıyla ne yapacağını bilemedi.
Danica işveli bir edayla masaya
yaklaşıp gözlerini Muzaffer’e dikti: “Tatlını yemeden kalkıp gittin Muzaffer!”
Hafif adımlarla Muzaffer’e doğru yaklaşıyordu kadın. Onu neredeyse
kütüphanesinin köşesine kıstırmıştı. Korku içerisindeki yazar sırtını kitap
raflarına yaslamışken Danica’nın gözlerinin adeta karanlığın içerisindeki kedi
gözleri gibi ışıl ışıl olduğunu gördü. Kadın şehvetli bir tavırla gülümsediği
esnada köpek dişleri olağanüstü derecede sivrilmişti. Uzun, neredeyse pençevari
tırnaklı elleriyle Muzaffer’in omuzlarını sıkarak bedenini ona yasladığı
esnada, yazar kadından gelen parfüm ve çürümüş mezar kokusu karşısında
midesinin bulandığını hissetti. Yüzünü Muzaffer’e yaklaştıran Danica’nın
ağzından: “Tanımadığın insanları evine davet ederken dikkat etmelisin!” sözleri
işitildi.
Normal şartlarda herhangi birini
paralize edebilecek bu yakınlaşma, aile köklerinden gelen hassalardan ötürü
Muzaffer’e pek az tesir edebilmişti. Yazar kaynağı meçhul bir cesaretle besmele
çekip Danica’yı geriye doğru itti. Ardından o anda başka çaresi olmadığından
belindeki Parabellum’u çıkarıp makarasını çekti. “Dyavol kurva!” (Şeytan
fahişe!) diye bağırarak namluyu hortlağa doğrultup iki el ateşledi. Kadın iki
büklüm yere yıkıldığı sırada: “Öldürmez ama zaman kazandırır!” diyerek silahını
beline sıkıştırıp masanın üzerindeki siyah beyaz fotoğrafı da üstündeki paltoya
benzer cadıcı manyağının iç cebine attı. Koltuğun üzerinden çıkınını alarak
kendini kapıya attı. Danica’nın yattığı yerde kıpırdanmaya başladığını fark
edince kilitleri hızla çevirerek kapıyı açıp kendini dışarıya attı.
Apartman merdivenlerinden
koşarcasına aşağıya indiği sırada alt komşusu 70’lik emekli Rıfat amcanın
kafasını dışarıya doğru uzattığını fark etti. Rıfat: “Hayırdır evladım nedir o
silah sesi?”
Muzaffer bir anda böyle bir soruyla
karşılaşınca duraksadı. Sonra hemen aklına gelen ilk yalanı savurdu:
“Magandanın biri takımı gol attı diye sevinip saydırmıştır yahut içip içip
öylesine havaya ateş etmiştir. Gece kopukları işte!”
“Ama ses senin dairenden geldi?”
“Dışarıdan Rıfat amca dışarıdan. Ben
de duydum.”
“Hayırdır bu saatte böyle çanta
falan?”
“Otobüsü kaçıracağım Rıfat amca.
Haydi görüşürüz!”
Muzaffer merdivenleri hızla inerken
kendi kendine söylendi: “Hortlağından kaç emekli apartman amcasına yakalan!
Böylesine ürkünç bir tesadüfü hayatta yazamazdım!”
Yazar tam dışarıya çıktığı esnada
bir anda karşısında beliren Dmitri’yi fark edemedi. Gözleri tıpkı kardeşi gibi
parıldayan ve apartmanın loş ışığı altında sivri dişleri görülen hortlak bir
anda Muzaffer’i tek eliyle boynundan yakalayarak havaya kaldırdı. Hortlak
korkutucu, boğuk bir sesle, Türkçe konuştu:
“Sen! Üzerinde kardeşlerimin kanı
var! Kan kokuyorsun cadıcı!”
Muzaffer yutkundu. Boğuluyor
olmasına rağmen gücü yettiğince tükürürcesine karşılık verdi Dmitri’ye: “Senin
kadar değil Kazanluklu Zhestok (Zalim) Dimitar!”
“Benim kim olduğumu biliyorsun
demek…”
Yazar o esnada çıkının sağ eliyle
omzuna asılı çıkınını alelacele karıştırıp el yordamıyla kendisini kurtaracak
bir silah arıyordu. Parmakları kabzası, kendisi ve kılıfı gümüşten yapılma özel
yapım ve eski bir Çerkes kamasının varlığını hissedince anında kavradı. Kama
baştan aşağı gümüşten olduğundan bir anda çıkından alıp: “Ama sen benim kim
olduğumu anlayamadın!” diyerek kabzayı hortlağın kafasına indirdi.
Gümüş Dimitar’ın tenine sirayet
edince hortlak sanki tüm gücünü kaybetmişçesine yazarı yere bırakarak geriledi.
Yere düşen Muzaffer uzandığı yerden apartmanın karanlık merdivenlerinden ağır
ağır inmekte olan gözleri ışıltılı Danica’yı görür görmez ayağa fırladı.
Ayet-el Kürsi’yi sesli sesli okumaya başlayarak Dimitar’ın yanından sıyrılıp
geçti. Arabasına doğru koşturup kendini şoför koltuğuna fırlatarak hızla hareket
etti. Muzaffer bir yandan dikkatini korumaya çalışarak cep telefonunu çıkardı.
En son kaydedilen numaralardan Engin’i bularak hemen aradı. Telefon açılınca
“alo” faslını geçip adeta haykırdı: “Engin hemen apartmanın önüne in. Çocuklara
bir şey belli etme Tekel’e falan gideceğim de. Telefonda söyleyemem!”
Kırmızı Lada uzaklaşırken Danica
hızla peşinden koşmak istedi ancak Dimitar durmasını emretti. Hortlak elini
duman tütmekte olan başından indirirken ağır ağır konuştu: “Kolay lokma
zannettik. Değilmiş!”
Elbisesinin üzerindeki deliklerin ve
yaranın yavaş yavaş kapandığı Danica öfkeliydi: “Onu tek başıma da
halledebilirim!”
“Hayır Danica. Komitacılık
senelerinde öğrendiklerini hatırla. Daha kalabalık birlikler yerine, ufak
birliklere yöneleceğiz! Küçük lokmaları koparmaya başlayacağız!”
DEVAM EDECEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder