3 Ağustos 2018 Cuma

Varkolakların Gecesi-Bölüm 6


Muzaffer apartmanın kapısından nasıl çıktığını bilemedi. Sokak lambalarının loşluğuna rağmen apartmana göre daha aydınlık bularak bir anlığına ferahladı. O esnada karşı apartmanın kapısının önünde Yaren’le Engin’in tartıştığını, Çağıl’ın da bir kenarda öylesine ayakta dikildiğini gördü. Gözü bir anlığına önünde dikildiği apartmanın üst katlarına, Varkolakların dairesine takıldı. Ardından yutkunarak Engin’e doğru yürüdü. Boğazından belli belirsiz, boğuk bir ses tonuyla çıkan: “Dua!” kelimesi iki sevgilinin tartışmasını sona erdirdi.
            Gençler, Muzaffer’in bu şekilde çıkışmasına bir anlam verememişti. Engin şaşkınlıkla sordu: “Dua?”
            Muzaffer boğazını temizledi: “Evet. Dua. Maneviyat yani. Bu sana verebileceğim en iyi tavsiye… Tabi hepiniz için. Eve geçince yani, birbirinize destek olmak için yapabileceğini en iyi şey.”
            Engin: “Muzaffer abi iyi misin?”
            Muzaffer zoraki gülümsemeye çalıştı: “Maneviyat iyidir. Sinirlerini toplamanı, salim kafaya düşünmeni sağlar hem. Bu arada yanlış anlamazsanız… Abdestiniz falan varsa çok iyi olur…” Dörtlünün aralarında o an tuhaf bir bakışma yaşandı. Muzaffer, Çağıl’a baktı: “Gerçi sen hariç. Mutfağa gidip geldin abdest varsa da kalmamıştır sende.”
            Engin: “Bize bunu mu tavsiye ediyorsun yani?”
            Muzaffer’in yüzü bir anlığına öfkeyle kasıldı: “En azından sana tavsiye ediyorum. Gecenin bir vakti metafizik tehditlerden endişe duyan bir tek sensin! Apartmana girerken sağ ayağınla gir ve hem sokak, hem apartman kapısında besmele çek. Mühürlenir bir anlamda. İnandığını düşündüğüm için söylüyorum…”
            Engin belli belirsiz kafasını sallayarak kaldığı apartmana doğru yöneldi. Çağıl’la Yaren de onun peşinden apartmana girdikleri sırada Muzaffer arkalarından seslendi: “Gerekirse beni arayın yine. Size dua edeceğim ben de!”
            Apartman kapısı tok bir sesle yüzüne kapanınca Muzaffer yine dönüp Varkolakların loş ışıklı dairesine bakarak kendi kendine söylendi: “Peki sana kim dua edecek Muzaffer?”
            Muzaffer korkuyla yutkunarak arabasına doğru koşturdu. Titreyen ellerine rağmen kapıyı açmayı başararak kendini sürücü koltuğuna fırlattı. Arabayı çalıştırırken bir yandan da Varkolakların dairesine bakıyordu. Ancak gazı kökleyip uzaklaşmaya başladığı esnada Danica’nın dairelerinin penceresinden sarktığını görememişti. Danica avının peşine düşmüş vahşi bir hayvan gibi bir anda pencereden kendini fırlattı. Hayli iri ve parlak siyah tüyleri olan bir köpeğe dönüşerek karanlık sokaklara sapan kırmızı Lada’nın peşine takıldı.
            Kısa sürede ara yollardan gire çıka mahallesine dönem Muzaffer kapıyı açmadan önce karanlık sokağa bakındı. Uzaklardan gelen köpek havlamalarını dinleyerek apartman kapısına doğru koşturdu. Eve girer girmez kapıyı örtünce dualar okuyarak kilitleri çevirdi. Çantasını salondaki koltuğun üzerine bırakarak evin tüm ışıklarını tek tek açtı. Mutfağa geçip boğazındaki kuruluğu gidermek için su içerken ellerinin titrediğini fark etti. Kendini boştaki koltuklardan birine atarak sakinleşmeye çalıştı.
            Bir anda aklına bir şey gelmiş gibi yerinden fırlayıp kütüphanesine koşturdu. Bazı dosyaların sıra sıra dizilmiş olduğu bir rafı kurcalamaya başladı. Eski tip sarı bir zarfı çıkarak içini açtı. Masaya boşalttığı esnada içinden düşen siyah beyaz bir fotoğrafı eline alarak incelemeye başladı. 1900’lerin başındaki Balkanların en alışıldık fotoğraf karelerinden biriydi: Pür silah ve donuk bakışlı komitacılar… Saçı sakalı birbirine karışık, ürkünç bakışlı adamların arasında tanıdık bir yüz görür gibi oldu Muzaffer. Fotoğrafın alt köşesinde Fransızca ve Bulgarca: “Kazanlak (Kazanluk) ve Stara Zagora (Eski Zağra) Bulgar komitelerinden” yazısı vardı. Stara Zagora’yı okur okumaz aklına Dmitri’yle masa başındaki sohbeti geldi, tüyleri diken diken oldu.
            Muzaffer o siyah beyaz fotoğraftaki tanıdık yüze bakarken uzun saçlarını ve gür sakallarını yok saydığında kalbi dehşetten ağırlaştı. Kulağında Bulgar halk şarkılarının kadınlar koroları tarafından icra edilen yorumlarından biri çınladı. Masanın başından doğrulduğu esnada Danica’yı salonun ortasında dikilmiş ürkünç bir bakışla seyrederken buldu. O anki şaşkınlığıyla ne yapacağını bilemedi.
            Danica işveli bir edayla masaya yaklaşıp gözlerini Muzaffer’e dikti: “Tatlını yemeden kalkıp gittin Muzaffer!” Hafif adımlarla Muzaffer’e doğru yaklaşıyordu kadın. Onu neredeyse kütüphanesinin köşesine kıstırmıştı. Korku içerisindeki yazar sırtını kitap raflarına yaslamışken Danica’nın gözlerinin adeta karanlığın içerisindeki kedi gözleri gibi ışıl ışıl olduğunu gördü. Kadın şehvetli bir tavırla gülümsediği esnada köpek dişleri olağanüstü derecede sivrilmişti. Uzun, neredeyse pençevari tırnaklı elleriyle Muzaffer’in omuzlarını sıkarak bedenini ona yasladığı esnada, yazar kadından gelen parfüm ve çürümüş mezar kokusu karşısında midesinin bulandığını hissetti. Yüzünü Muzaffer’e yaklaştıran Danica’nın ağzından: “Tanımadığın insanları evine davet ederken dikkat etmelisin!” sözleri işitildi.
            Normal şartlarda herhangi birini paralize edebilecek bu yakınlaşma, aile köklerinden gelen hassalardan ötürü Muzaffer’e pek az tesir edebilmişti. Yazar kaynağı meçhul bir cesaretle besmele çekip Danica’yı geriye doğru itti. Ardından o anda başka çaresi olmadığından belindeki Parabellum’u çıkarıp makarasını çekti. “Dyavol kurva!” (Şeytan fahişe!) diye bağırarak namluyu hortlağa doğrultup iki el ateşledi. Kadın iki büklüm yere yıkıldığı sırada: “Öldürmez ama zaman kazandırır!” diyerek silahını beline sıkıştırıp masanın üzerindeki siyah beyaz fotoğrafı da üstündeki paltoya benzer cadıcı manyağının iç cebine attı. Koltuğun üzerinden çıkınını alarak kendini kapıya attı. Danica’nın yattığı yerde kıpırdanmaya başladığını fark edince kilitleri hızla çevirerek kapıyı açıp kendini dışarıya attı.
            Apartman merdivenlerinden koşarcasına aşağıya indiği sırada alt komşusu 70’lik emekli Rıfat amcanın kafasını dışarıya doğru uzattığını fark etti. Rıfat: “Hayırdır evladım nedir o silah sesi?”
            Muzaffer bir anda böyle bir soruyla karşılaşınca duraksadı. Sonra hemen aklına gelen ilk yalanı savurdu: “Magandanın biri takımı gol attı diye sevinip saydırmıştır yahut içip içip öylesine havaya ateş etmiştir. Gece kopukları işte!”
            “Ama ses senin dairenden geldi?”
            “Dışarıdan Rıfat amca dışarıdan. Ben de duydum.”
            “Hayırdır bu saatte böyle çanta falan?”
            “Otobüsü kaçıracağım Rıfat amca. Haydi görüşürüz!”
            Muzaffer merdivenleri hızla inerken kendi kendine söylendi: “Hortlağından kaç emekli apartman amcasına yakalan! Böylesine ürkünç bir tesadüfü hayatta yazamazdım!”
            Yazar tam dışarıya çıktığı esnada bir anda karşısında beliren Dmitri’yi fark edemedi. Gözleri tıpkı kardeşi gibi parıldayan ve apartmanın loş ışığı altında sivri dişleri görülen hortlak bir anda Muzaffer’i tek eliyle boynundan yakalayarak havaya kaldırdı. Hortlak korkutucu, boğuk bir sesle, Türkçe konuştu:
            “Sen! Üzerinde kardeşlerimin kanı var! Kan kokuyorsun cadıcı!”
            Muzaffer yutkundu. Boğuluyor olmasına rağmen gücü yettiğince tükürürcesine karşılık verdi Dmitri’ye: “Senin kadar değil Kazanluklu Zhestok (Zalim) Dimitar!”
            “Benim kim olduğumu biliyorsun demek…”
            Yazar o esnada çıkının sağ eliyle omzuna asılı çıkınını alelacele karıştırıp el yordamıyla kendisini kurtaracak bir silah arıyordu. Parmakları kabzası, kendisi ve kılıfı gümüşten yapılma özel yapım ve eski bir Çerkes kamasının varlığını hissedince anında kavradı. Kama baştan aşağı gümüşten olduğundan bir anda çıkından alıp: “Ama sen benim kim olduğumu anlayamadın!” diyerek kabzayı hortlağın kafasına indirdi.
            Gümüş Dimitar’ın tenine sirayet edince hortlak sanki tüm gücünü kaybetmişçesine yazarı yere bırakarak geriledi. Yere düşen Muzaffer uzandığı yerden apartmanın karanlık merdivenlerinden ağır ağır inmekte olan gözleri ışıltılı Danica’yı görür görmez ayağa fırladı. Ayet-el Kürsi’yi sesli sesli okumaya başlayarak Dimitar’ın yanından sıyrılıp geçti. Arabasına doğru koşturup kendini şoför koltuğuna fırlatarak hızla hareket etti. Muzaffer bir yandan dikkatini korumaya çalışarak cep telefonunu çıkardı. En son kaydedilen numaralardan Engin’i bularak hemen aradı. Telefon açılınca “alo” faslını geçip adeta haykırdı: “Engin hemen apartmanın önüne in. Çocuklara bir şey belli etme Tekel’e falan gideceğim de. Telefonda söyleyemem!”
            Kırmızı Lada uzaklaşırken Danica hızla peşinden koşmak istedi ancak Dimitar durmasını emretti. Hortlak elini duman tütmekte olan başından indirirken ağır ağır konuştu: “Kolay lokma zannettik. Değilmiş!”
            Elbisesinin üzerindeki deliklerin ve yaranın yavaş yavaş kapandığı Danica öfkeliydi: “Onu tek başıma da halledebilirim!”
            “Hayır Danica. Komitacılık senelerinde öğrendiklerini hatırla. Daha kalabalık birlikler yerine, ufak birliklere yöneleceğiz! Küçük lokmaları koparmaya başlayacağız!”
DEVAM EDECEK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder