3 Ağustos 2018 Cuma

Varkolakların Gecesi-Bölüm 4


Selimiye Camii’nden çıkan dörtlü bir süre için etraftaki insanların tuhaf bakışlarına hedef oldu. Garip paltolu bir adamı takip eden üç gence turist zannıyla yaklaşıp giderayak muska yahut tespih satmak isteyen Roman seyyar satıcılar, Muzaffer’in: “Ablalar! Turist değiliz, almıyoruz!” hamlesine çarparak dağıldılar.
            Muzaffer hızlı hızlı yürürken Engin bir an koluna asıldı: “Durak aşağıda değil mi?”
            “Ne durağı? Arabamla gideriz. Evin önünde.”
            Muzaffer’in evinin önünde sokağın karanlıklarında bekleyen kırmızı renkli Lada marka arabanın içine doluştular. Engin, Yaren’le arkaya geçip Çağıl içinden gelen küfürleri bastırmaya çalışırken kendini ön koltuğa atınca Muzaffer birden bağırdı: “Yavaş kardeş yavaş! Senden yaşlı bu ihtiyar, saygı göster biraz!” Bunları söylerken arabasının direksiyonuna sağ eliyle birkaç kere vurmuştu. Çağıl utançla gözlerini kaçırınca bu sefer Engin’e döndü: “Oraya gidiyoruz ama senden tek ricam kafana göre hareket etmemen. İnsanların ne olduğunu bilip bilmeden onlara kabalık yapıp beni ve arkadaşlarını küçük düşürmeyeceğini umuyorum…”
            Engin kafasını sallayarak yanıtladı: “Kendimi tutarım… Tutarım ama… Yine de içimden kötü bir his var. Sanki elimizi kolumuzu sallayarak belanın ortasına dalıyor gibiyiz…”
            Muzaffer: “Endişeni anlıyorum ama yersiz. Bu gece bunu gerçekten anlayacaksın. Ev ne tarafta?”
            “Karşı apartman işte bizim…”
            “Tamam da nerede?”
            “Ha! Pardon abi… Kaleiçi tarafında. Sinagoga yürüme mesafesinde. Sinagogun oraya gidelim ben tarif ederim gerisini…”
            “Oralarda da öğrenci var mı? Eskiden Binevler tarafında olurlardı genelde.”
            “Binevler doldu taştı abi. Şimdi Kaleiçi’nde Kıyık tarafında hatta Karaağaç’ta öğrencilere özel apart, yurt falan açıldı hep.”
            “Masa başından kalkıp Edirne’yi doğru dürüst dolaştığımız yok tabi! Neyse yola koyulalım…”
            Kırmızı Lada çalışır çalışmaz şehrin karanlıklarına karıştı. Arada bir sokak lambalarının ışığının vurduğu arabanın içinde gergin bir hava vardı. Çağıl bir anda aklına gelen bir soruyu savurdu ortalığa:
            “Muzaffer abi… Senin hikayelerindeki mekanların gerçeklik payı ne?”
            “Nereden aklına esti?”
            “Eski Edirne sokaklarında geçen öykülerin geldi de aklıma şimdi geçerken. Hani Istrancalar’da Dehşet öykünde geçen Istrancalar Köyü var. Dipnotunda orasının olmadığını söylemişsin.”
            “Öyle zaten.”
            “Ama ben uydu görüntülerinden baktım, o bölgede cidden köye benzeyen ama kayıtlarda olmayan bir yerleşim var gibi.”
            “Mübadeleden kalma mezralardan falan görmüşsündür. Öyle bir köy yok.”
            “Peki Kanlı Mehtap’ta geçen Bosnaköy yolundaki o konak? Yolun sapasında ancak bisikletle geçerken belli belirsiz ağaçlar arasından fark edilen bir yapı var?”
            “Edirne’nin zenginlerinden birkaçının ihtilaflı evidir. Konak monak yok dediğin yerde. Kurguda gerçekçilik başka gerçeği anlatmak başka. Benim o hikayelerimdeki şeyler hakikat olsa doğrusu buralarda beş dakika durmazdım!”
            Kısa süren bir yolcuğun ardından Büyük Edirne Sinagogu’nun olduğu sokağa dönen Muzaffer, Engin’in yönlendirmeleriyle eski bir apartmanın önünde durdu. Araçtan iner inmez önce Engin’in gösterdiği, Dmitri’nin oturduğu eski apartmana, ardından karşısındaki apartmana baktı. Tam o esnada sokak lambalarının tümü birden söndü. Sokak boyunca sıralanmış apartman dairelerinden gelen tek tük ışıklar haricinde tamamen karanlığa büründü. Uzaktan uzağa birkaç köpek havlaması işitiliyordu.
            Engin hayli gergin bir yüz ifadesiyle çekine çekine Dmitri’nin oturduğu apartmanın kapısına yürüdü. Telefonunun ışığıyla bakarak zil düğmelerinden birine bastı. Bir süre sonra rahatsız edici otomatik sesi duyulunca kapıyı ittirdi. Demir kapı kulak tırmalayan bir gıcırtıyla açıldı. Engin’in ardından Çağıl’la Yaren apartmana seğirtti. Hemen arkalarından gelen Muzaffer kinayeli gözlerle kapıya baktı: “En son Balkan Harbi zamanında falan yağlamışlar herhalde…”
            Apartmanın koridorları eski tip düğmeli lambalardandı. Taş merdivenlerden yukarıya çıkarken en olmadık yerde sönüp onları sürekli karanlığa maruz bırakıyordu. Dördüncü kata geldiklerinde bu kattaki lambanın hiç çalışmadığını fark ettiler. Telefonlarının ışıklarında beşinci kata çıkan merdivenlerin oradaki çelik kapıya yöneldiler. Kapının üzerinde belli belirsiz bir isim yazıyordu. Muzaffer okumak için hamle yaptığında çelik kapının tıpkı aşağıdaki kapıya benzer bir gıcırdamayla ağır ağır açıldığını fark etti.
            Soluk sarı bir ışıkla etrafı dolduran antre ışığında Muzaffer bir çift siyah gözle burun buruna geldi. Sırtına kadar uzanan uçları hafif kıvrımlı siyah saçlarının soluk ışık altında parıldadığı esmer bir kadın, yüzünde resmi denebilecek bir gülümsemeyle karşıladı gelenleri. İçeriden gür bir erkek sesi işitildi: “Koi doide Danica?” (Kim geldi Danica?) Kadın içeriye seslendi: “Gosti…” (Misafir…) Ardından konuklara dönerek düzgün bir Türkçeyle: “Hoş geldiniz. Biz de sizi bekliyorduk. Ben Danica. Ağabeyim Dmitri içeride. Buyrun…”
            Antreye önce Muzaffer adımını attı. Ardından Yaren’le Engin girdiler. Muzaffer’in gözlerinde merak vardı. Yaren ise endişeyle Engin’in sıkıntılı halini seyrediyordu arada bir. En arkadan yürüyen Çağıl adımını atarken bir anlığına Danica’yla göz göze geldi. Kadının yüzünde herhangi bir ifade yoktu ancak Çağıl etkilenmiş gibiydi. Açıktan göremese de kadının bakışlarında davetkâr bir ışık sezinlemişti. Bir anlığına kadına uzun uzun baktığını fark edince utanarak Yaren’lerin ardından hızlı hızlı yürüdü ancak Danica’nın bakışlarını ve gizli işvesini zihninde çevirip çevirip yeniden seyretmeye başladı.
            Evin salonuna geçtiklerinde üstünde dumanı üzerinde büyükçe bir tavuğun ve genişçe bir kasede salatanın durduğu yuvarlak bir yemek masasının hemen yanında bekleyen otuzlarının sonunda görünen bir adamla karşılaştılar. Ayakta bekleyen nizami traşlı, orta boydan biraz daha uzun ve hafif iri denilebilecek bir adam hafif baş selamıyla kendilerini karşıladı. Gözleri hafif ürkütücüydü zira biraz sert bakıyordu ancak bunun kısa sürede yüz yapısı olduğunu anladılar. Adam sağ elini uzatarak hepsiyle tokalaştı: “Ben Dmitri. Evimize hoş geldiniz.”
            Muzaffer, Bulgarca karşılık verdi: “Priatno mi e.” (Tanıştığımıza memnun oldum.)
            Dmitri’nin yüzünde resmi bir sırıtma peyda oldu: “Bulgarca biliyorsunuz demek?”
            Muzaffer içten bir sırıtmayla karşılık verdi: “Hemşeri sayılırız. Bulgaristan doğumluyum ben. 1989 göçünde Edirne’ye geldik.”
            “Nereden?”
            “Kırcaali.”
            “Ooo! Dağlılardansınız demek? Bilirim. Çok iyi tanırım kendilerini. Buyurun. Sofrada konuşalım.”
            Sofraya oturduklarında sohbet vaktin geç olmasına rağmen böyle bir sofra hazırlamış olmalarına teşekkürle başladı. Dmitri ile Danica daha önce yediklerini söyleyerek onlara katılamayacaklarını ancak masada sohbeti sürdürebileceklerini belirttiler.
            Dmitri: “Demek korku hikayeleri kaleme alıyorsunuz?”
            Muzaffer: “Evet. Balkan folkloru ve tarihiyle alakalı…”
            “Bir gün muhakkak bir araya gelelim. Bende de anlatacak çok hikaye var. Kereste şirketim var Bulgaristan’da. Köylülerle çok vaktim geçirdim, çok enteresan şeyler anlatılır hala.”
            “Sevinirim ancak derlemiş olma ihtimalim olabilir. Sırbistan’a, Bulgaristan’a, Yunanistan’a, Makedonya’ya, Kosova’ya, Bosna’ya hatta Romanya ile Macaristan’a birkaç defa gidip çeşitli araştırmalar yaptım.”
            Dmitri: “Edebiyatı çok takip etmediğimden tanımıyorum sizi ancak Danica araştırmış, biraz ünlü olduğunuzu söyledi.”
            Muzaffer o esnada Danica’yla göz göze geldi. Danica ifadesiz bir şekilde bir anlığına kendisini seyreden Çağıl’a baktı. Bu bakış Çağıl’ı bir anda yeniden öfke nöbetine sokmuştu. Yaren’e karşı hissettiklerini Danica’ya karşı da hissetmeye başlamıştı. Onu her şeyden ve herkesten daha çok kıskanıyordu.
            Dmitri konuşmasını sürdürdü: “Sanırım buraya da benim hikayelerinizdeki şeylerden biri olup olmadığımı anlamak için geldiniz.” Hayli rahatsız edici bir kahkaha savurdu cümlesini bitirince. Engin masanın altından Yaren’in elini sıkı sıkıya tutuyor, Dmitri’ye korkulu gözlerle bakıyordu…
DEVAM EDECEK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder