Meşaleliler ile meşale
yakmaya bile fırsat bulamayıp taşlarla sopalarla mücehhez öfkeli bir kalabalık,
kör karanlıkta kendilerine söylenen büyücüyü aramaktayken şehrin ıssız
köşelerine doğru kaçışmakta olan iki lanetli, sefil gölge adımlarını
hızlandırmıştı. Aralarında hararetli bir tartışma geçmekteydi:
Eşkıya:
”İddia ederim bunu yapacağını biliyor
olamazdın…”
Büyücü:
”Doğruya doğru bilemezdim…”
Eşkıya:
”Büyücü değil misin aga tahmin etmen
lazım aslında…”
Büyücü: ”Nasıl
tahmin edeyim geri zekâlı? Münneccim değilim, kahin değilim. Medyum hiç
değilim! Benden durmuş küçük hesaplar peşinde koşan, tuhaf bir kızın geleceğini
görmemi, zihnini okumamı bekliyorsun!”
Eşkıya:
”Tamam aga bilemezdin. Kimse bilemezdi.
Ama yine de anlayamıyorum. İçinde yaşadığımız durum kasaba kasaba gezen meydan
tiyatrocularının komik oyunlarına benziyor… Pardon o tiyatro gecesini
hatırlattım ama…”
Büyücü:
”Aydınlanmaya başlıyorsun. Ne yalan
söyleyeyim ben de yeni aydınlanmaya başlıyorum bazı konularda…”
Eşkıya:
”Bizi yakacaklar değil mi?”
Büyücü:
”Aydınlanma hedefine ulaşmış… Ellerine
düşersek evet… Ama şehir muhafızlarının eline düşersek zindanı da
boylayabiliriz. Durumumuz her halükarda sakat. Hatta yakalandığımızda kilise ve
konsey arasında çıkacak “devletin öncelikleri mi dinin öncelikleri mi” temalı
bir tartışma ve iç savaş bile çıkabilir, bizim durumumuz ilk. Fakülte
tezlerine, araştırmalarına konu olacağım… En acısıysa tarihçilerin ağzına sakız
olacağım. Bu gece ve beceriksiz aşk hikayem her zaman konuşulacak. “Her şey
sarsak bir büyücünün aşık olduğu soylunun şatosunu basmasıyla başladı”lı
cümleler kuracaklar, kitaplar yazacaklar. Karanlıklar Efendisi olmak isterken
sosyolojik bir vakanın öznesi olacağım!”
Eşkıya:
“İyi yönünden bak en azından tarihe
geçeceksin. Tabi birinden biri önceden ele geçirmezse.”
Büyücü:
“Büyücü, vampir, gulyabani… Şuraya bak,
altın versen bu kadar farklı ırktan adamı bir araya getiremezsin. D’hemel’in
müdahale ettiği fıkralarda olur bu ancak!”
Acunal’ın
tanrıları arasında mizah tanrılarının oldukça önemli bir yeri vardı ama bu
detay açısından önemliydi. Yoksa onların çoğu sonradan tanrı yapılmıştı ve bir
özellik bahşedilmişti. Mesela Celmyelez sıradan bir tiyatrocuyken yaptığı şakalar
nedeniyle kıtalar arasında ün kazanmış, en son gösterisinin ardından Espri
Tanrısı yapılmıştı. Nasradan bir çok hikayeye konu olmuş mizah kabiliyeti
gelişkin bir cin-insan melezi iken Mizah Tanrısı olmuştu. D’hemel ise
Bazilikaros’un kıyı yecüclerinden biri olarak olmadık ırktan kişilerle olmadık
fıkralara ve hikayelere neden olan, her fıkraya müdahil olan bir tip olduğundan
Fıkra Tanrısı yapılmıştı. Onun fıkraları hep “Bir cin, bir insan, bir gulyabani bir de bizim D’hemel” şeklinde
başlamasıyla ünlüydü. Diğer tanrılarla birlikte, batı denizlerindeki buzulları
ve denizi kaplayan gemilerden ve arabalardan oluşma muazzam bir trafik
denizinin ardındaki Beylikdağı’nda otururlardı.
Eşkıya:
”Cahil bir eşkıya olabilirim ama bana
bile garip geliyor. Basit bir soylu nasıl olur bu kadar ölümsüzü birbirine
kırdırabilir? Birbirine düşürebilir? İnsan olsanız anlarım ama bir vampir,
basit bir mezarlık gulyabanisi ve bir büyücüyü birbirlerini anlamadan etkileniyor
ki bunlar hesaplarını asırlara yayan, ölümlülerden daha zeki varlıklar
sayılıyor, sonra ölümsüz bir vampir ya da büyücü kraliçe olma şansı varken,
mezarlık gulyabanisini seçiyor. Neden? Orman ortasında sefil bir sofra kurdu
diye! Ayrıca mezarlıkta piknik nedir aga nasıl bir mide bu?”
Büyücü:
”Ben anlamıyorum işte. Bir mezarlık
gulyabanisi bir insana ne vaat edebilir ki? Bu kız asırlarca ölümsüz olabilir
yahut dünyanın tılsımlarına sahip olabilirdi. Ömrünü mezarlıklarda taze çürümüş
ceset arayarak geçirmek mi istiyor?”
Eşkıya:
”Cahil bir eşkıyayım… Ama kadınları
biliyor zannederdim kendimi. Şimdi ise hiç bir fikrim yok…”
Büyücü:
”Peh! Hadi sen cahilsin! Ya ben!
Okuyanların delirdiği, insan derisinden yapılma kitaplar okudum. Duvarlarında
kanlar akan, etten ve kemikten inşa edilme lanetli mezarlarda ve hortlakların
cirit attığı tozlu kütüphanelerde sabahladım! Hala anlayamıyorum! Uğursuzluk
mekanizmasını anlıyorum bunu anlayamıyorum!”
Eşkıya:
”Şimdi özetle, ikiniz aynı zamanda şatoya
tesadüf ettiniz ve o üçüncüyü seçip çığlık çığlığa üçünüzü ihbar etti. Bu bence
bir kadının dürtüleri olamaz. Daha örgütlü bir şey bu… Nereden baksan ahmakça…”
Büyücü:
”Örgütlü?”
Eşkıya:
”Vampir avcıları ve Engizisyonun ortak
çalışması olabilir. Ölümsüzleri ölümlüye çek ve birbirine düşür! Sonra onları
ortaya çıkar!”
Büyücü:
“Uzun ve saçma bir plan. Bu kadar zekasız
olsalar ikinci mabedi açmaları bile şüpheli olurdu. Ayrıca vampir avcıları ve
engizisyon bir arada… Bunun mantığı yok…”
Eşkıya:
“Neresi mantıksız? Amaçları aynı değil
mi?”
Büyücü:
”Düşman krallıkların ve hanlıkların
şövalyelerini düşün. Şövalyelerdir ama birbirlerine düşmandırlar.
Engizisyoncular, vampir avcılarına pagan gözüyle bakar, sarımsaklar, tılsımlar
vesaire yüzünden. Vampir avcıları ise engizisyonculara yobaz ve radikal ruh
hastaları gözüyle bakar ki öylelerdir.”
Eşkıya:
”Doğru söylüyorlar. Biri pagan diğeri
yobaz…”
Büyücü:
”İşte iki taraf da haklı olduğu için
zıtlaşırlar. Üstelik bu yüzden bir araya gelmelerini tehlikeli sayarlar. Bir
engizisyoncu ile bir vampir avcısını, vampir tabutunun başına getir. Saatlerce
vampiri öldürme yöntemleri üzerine tartışırlar. Biri diğerine “Ulan pagan! Ölü
yakılır mı lan? Bu Ateş Kültü bildiğin!” der. Öteki de “Seni geri kafalı!
Cadıları yakmak da Ateş Kültü sayılır o zaman!” der. Sonra öteki der ki: “Cadı
cadıdır! Vampir vampirdir!”. Öteki de der ki: “Vampir avcısı olan benim, cadı
yakmak senin işin, bana işimi öğretme!” Tartışma o kadar uzar ki sonunda güneş
batar ve tabutundan uyanan vampir iki angutun işini oracıkta bitirir.”
Eşkıya:
”Anladım. O zaman büyücü avcılarının işi
olabilir mi? Seni yok etmek için?”
Büyücü:
”Büyücü avcısı diye bir şey yoktur. Hem
ben henüz karanlıklar efendisi olmadım bile niye öldürülmek isteneyim?”
Eşkıya:
”Neden? Vampir avcısı, hayalet avcısı
var. Ejder avcısı bile var.”
Büyücü:
”Çünkü büyücüler salgın hastalık gibi
geldikleri şehirdeki insanları kan emicilere çevirmezler. Yahut bir eve
yerleşip geceleri uğuldayıp, zincir şakırtısı sesleri çıkartmazlar. Yahut bütün
bir şehri yağmalayıp güzel prensesi mağarasına kapayıp ortalığı ateşe boğmazlar.
Prenses kaçıran büyücüler var gerçi ama eh onlarda hikayenin sonunda öldürülür
bilirsin, dev kılıçlı kahraman gelir ve büyücüyü gebertir, kızı öper, sonra da
bilirsin işte… Bu yüzden insanlar büyücüleri avlamak için bir kurum
düşünmemiştir. Gördüklerinde korkmak ve titreyen parmakla göstermek haricinde…”
Eşkıya:
”Ama engizisyon sizi avlıyor ve yakıyor?”
Büyücü:
”Engizisyon mallarına el koymak için
zengin toprak sahibi köylüleri de yakıyor. Şifalı ilaçlar yapıp doğum kontrolü
engelleyen, böylece kilise için daha fazla vergi kaynağını kurutabilecek
insanları da yakıyor. Kilise reform isteyenleri de yakıyor. Bazilikaros’a
Güneşli Seferi yaptıklarında paganları da yakmak istiyor. Onlarınki dinsel bir
mesele…”
Eşkıya:
”Peki şimdi ne yapıyoruz?”
Büyücü:
“Kaçıyoruz işte…”
Eşkıya:
“Öyle değil genel olarak. Şatoya
saklanalım diyeceğim ama kız çoktan eşkâlimizi vermiştir adamlara, bulurlar
bizi. Bence yine dağa çıkalım, Vampirain dağları burnumuzun dibinde hemen.”
Büyücü:
”İlk önce şehirlileri atlatıp bir an önce
buradan uzaklaşacağız. Engizisyon peşimizdedir şimdi ve bizi ele geçirmeleri
pek de iyi olmaz.”
Eşkıya:
”Peki ya sonra? Hani kurtulduk diyelim. O
soyluya bir şey yapmayacak mıyız? Yahut kapanacak mı mesele?”
Büyücü:
”Bir planım var elbet. B planım değil
tabi bunu biraz önce geliştirdim. Büyücülükte öğrendiğim yegâne önemli şey, o
anda bile bir B Planı üretebilmektir. Bu da onlardan birisi.”
Eşkıya:
”Ne yapacağız?”
Büyücü:
”Öncelikle bu hengâmeden kurtulacağız.
Sonra da o vampir bozuntusunu bulacağız.”
Eşkıya:
“Anladım. Engizisyon eline düşmektense
şiir dinleyerek intihar edeceğiz. Bu da bir çözüm tabi.”
Büyücü:
“Ne intiharı be? Aklımda bir şüphe
belirdi, senin şu kızla ilgili sözlerinden sonra mantıklı gelmeye başladı.”
Eşkıya:
“Kız örgütlü mü yani?”
Büyücü:
“O değil, kızın bizleri tesadüfen
seçmediği hakkında söylediğin. Bana öyle geliyor ki bu kız bizleri tesadüfen
seçmedi. Şehrin gizli cadı oluşumlarıyla bağlantılı olabilir, gizli pagan
olabilir. Sadece ego peşinde de koşabilir. O yüzden o vampiri bulacağız.
Vampirlerin istihbarat ağı oldukça geniştir ve bir falcıya göre daha
garantilidir.”
Eşkıya:
”Peki sonra?”
Büyücü:
“Tabi elimizdeki vampir şiir ve
edebiyatla uğraşan ama bunu pek beceremeyen birisi... Düşün bu adam karizmatik
bir vampir ama rakibi olan gulyabani bunu alt edebiliyor. Tam bir umutsuz vaka…
Gerçi beni de alt etti ya neyse. Onda aradığımız cevaplar olabilir…”
Eşkıya:
”Onda yoksa?”
Büyücü:
”Düşündüğüm bir kaç kişi var elbet… Bir
büyücünün çevresi her zaman geniştir! Tabi sayımızdan dolayı belki ama sadece
yeryüzünden değil. Yeraltından, ötelerden de tanıdıklarım var.”
Eşkıya: “İblisler kahvesinden adam döker gibi
konuştun…”
Gölgeler
daha da sindiler duvar diplerine ve şehrin öteki ucundaki grotesk ve ucubik
görünümlü karanlık şatoya doğru tabiri caizse sürünerek ilerlediler. Taş
binaların saçak gölgelerinin birinden çıkıp diğerine giriyorlardı. Engizisyonu
şimdilik atlatmış gibilerdi ancak çok uzaklardan belli belirsiz bazı sesler
gelmekteydi. Meşhur Kemik Köprü’den geçerek (kadim bir yöresel kahraman
Vampirainli Agrabul’un yok ettiği çok eski bir karanlıklar efendisi’nden kalma
kaval kemiğinden işlenerek yapılmıştı) üniversiteler yakasına geçmişlerdi.
Büyücünün lazım olabileceğini düşündüğü birkaç şeyi almaları gerektiğinden yolu
bu denli uzatıp kaldıkları mütevazı kuleye gelmişlerdi. Öğrencilere tahsis
edilen hem yurt hem laboratuvar amaçlı mekanlardı ancak bu sadece büyücülere
uygulanan bir ayrıcalıktı. Yine de Wyern, burayı “şato” olarak anmayı kişisel
komplekslerinden ötürü tercih ediyordu. Büyücü kirli bir çuvala buhurdanlık,
bir-iki kitap/defter, birkaç kemik parçası, çeşit çeşit kutular ve cam eşyalar,
kat kat kağıtlara sarılmış birkaç ceset parçası, birkaç gün görmemiş tılsım
doldurduktan sonra, geldikleri gibi ışıkları yakmadan ses çıkarmadan “şatodan”
(kule yani) arazi olmuşlar, dış mahallelere doğru yönelmişlerdi. Yine
gölgelerde saklanarak yürüyorlardı. Onları gören kenar mahalleliler tekin bir
tip olmadıkları gerekçesiyle onlara yanaşmaya çekinmişler, yollarını kesmekten
imtina etmişlerdi.
Eşkıya:
“Gecenin bu saatinde sokaklarda ne işimiz
olabilir?”
Büyücü:
“Niye? Garip mi geldi? Bizleri bilirsin…
İşlerimiz birazcık gizemlidir ve karanlıkta yapılması gerekmektedir. Çünkü
gündüz vakti çuvalında ceset parçalarıyla dolaşan gulyabani kırması eciş bücüş
suretli bir varlığı görmeyi insanlar normal karşılamaz. Normal karşılamayan
insanlar anormal yollara saparlar, ellerine meşale alıp “Lan hadi şu harap
şatoyu yok edelim! İçindeki büyücüyle beraber!” gibi…”
Eşkıya:
“Bana kısa cümleler kur aga eğitimimiz
yok bizim…”
Büyücü:
”İyi işimiz var… Böyle bil, evet işimiz
var…”
Eşkıya:
“Ne yapıyoruz anlamıyorum ki? Peşimizde
bir sürü kişi var ki hala buraya gelmedilerse kız bizi ihbar etmemiş
muhtemelen. Daha ne aranıyoruz? Birini mi boğazlayacağız?”
Büyücü: ”Hayır…”
Eşkıya: ”Ayin için kız kaçırma? Hani lanet büyüsü
geyiği?”
Büyücü:
”Hayır…”
Eşkıya:
”Mezardan ceset çalma…”
Büyücü:
”Çeneni kapa, engizisyoncuları tepemize
toplayacaksın!”
Eşkıya:
“Ben de bunu anlamıyorum. Cadı yakıyorlar
tamam ama büyücü niye? Fakültesi bile var yasadışı değil ki. Hem bir büyücü
büyücüdür cadı ise cadıdır. Niye gerilim yaratıyorlar?”
Büyücü:
”Gece yarısı kadifeden cüppe ve
kukuletaya bürünüp kanlı bir katille, ceset parçalarıyla yürüyen birisini
gördüklerinde onlar için cadı olup olmadığı fark etmez. Yakarlar… Mecaz olarak
değil, gerçekten yakarlar, kelimenin tam anlamıyla…”
Eşkıya:
”Sen de ne yapacağımızı söyle o zaman ona
göre hazırlayım kendimi?”
Büyücü:
”Kendini niye hazırlıyorsun gerdeğe mi
gireceksin? Ama susman için söylüyorum bir çare arıyorum. İçinde bulunduğumuz bu
duruma. Genel olarak sadece Taryal ile olan olmayan ilişkim için değil. Uzun
yıllar yaşadım ve yeryüzünü gezdim. Tam birini buldum derken bir bakıyorsun
gerçek aşk sandığın bir mucize! İşte o kişi seni istemiyor. Bunu hiç birimiz
istemeyiz. İşte istememeyi isteğe çevirecek bir şeyler arıyoruz… Yani kıza
kötülük yapsam daha beter olacağıma kızı kendime aşık ederim daha iyi.”
Eşkıya:
”Vaay ince iş! Zaman vermen yeterli,
hemen dağa kaçırırız!”
Büyücü:
”Senin sorunun da bu işte… Büyüyle ilgili
bir meselede bile dağa kaldırmak, yol kesmek, adam öldürmek! Boyut kapısı açıp
uyuyan bir iblisi çağırmayı denesek, sen gidip iblisin çocuğunu dağa kaçırıp,
fidye olarak yeryüzüne gelmesini isteyecek tıynette birisin!”
Eşkıya:
”Ne yapacaksın o zaman?”
Büyücü:
”Şimdilik bilmiyorum. Kabiliyetlerim bu
konuda sınırlı… Yani aşk büyüleri uzmanlık alanıma giren bir şey değil. Sanırım
kendi tarzımla yapacağım bu işi. Ona musallat olmakla başlayacağım…”
Eşkıya:
”Niye? Niye ona bir şeyler musallat
edeceksin ki?”
Büyücü:
”Hoş değil, değil mi?”
Eşkıya:
”Yok ondan değil ama bir düşün. Şimdi
Taryal korktuğu zaman seni isteyeceği sonucuna nereden varıyorsun? Aynada tuhaf
şekiller görünce, “Aaa! Tanrım! Wyern’e koşmam lazım!” mı diyecek?”
Büyücü:
”Ona ben ona musallat olacağım geri zekalı!
O anlamda yani.”
Eşkıya:
”Başlangıç için fena değil… İyi de vampire
niye gidiyoruz?”
Büyücü:
“Kızdan şüpheleniyorum. Eğer kızın
ardında bilinmedik bir şeyler varsa ki biliyorsun büyücüler şüphe konusunda her
varlığa fark atarlar…”
Eşkıya:
“Bilmez miyim? Şatoda gördüğün fareyi
sınıftan bir rakibinin casusu sanıp şekil değiştirmeyi deneyip peşine düştüğün
bile vaki. Ama bunu normal görebiliriz bu güvenlikle alakalı.”
Büyücü:
“İşte bu yüzden kızı araştıracağım. Eğer
tesadüfi bir şeyse aşk büyüsü yaparız. Ama olmaya bilir de. Üç metafizik
tesadüften sayılamaz…”
Eşkıya:
“Bunu daha sakin bir zamanda yapsak?
Peşimizden arayanlar olabilir ya durumumuz pek müsait değil hani…”
Büyücü:
“Bu iş bu gece bitecek Sansar!”
Gorour Sandıkçızade’nin şatosunun
bulunduğu yokuşu tırmanmaya başladılar.
Eşkıya: “Aga daha hızlı gitsek?”
Büyücü: “Tabanı yarık it gibi koşamam
ya! Kramp girdi zaten ayağıma demin. Kısa sürede iki kramp! Kız bana ağır
beddua etmiş olmalı...”
Eşkıya: “Vampirin şatosunda gerekli cevapları
bulabilecek miyiz peki?”
Büyücü: “Bir vampirin istihbarat ağı
muazzamdır. Yani her şeyi çarçabuk ve daha güvenli olarak öğrenebilirler.
Denemedim ama söylenen bu. Gerçi elimizdeki vampir pek klasik vampir tipine
uymuyor ama en azından deneyeceğiz. Dahası kızla olan alakası da bir ipucu
taşıyabilir…”
Eşkıya: “Aga tamam kız sizi değil
gulyabaniyi seçti bana da saçma geliyor ama ne bileyim belki biz abartıyoruz.
Belki sadece aşk meselesidir.”
Büyücü: “Sıradan bir kadın olsaydı
buna inanabilirdim. Ama sorun şu ki o bir asil!”
Eşkıya: “Niye soylular aşık olamaz
mı?”
Büyücü: “Hikayelere bakarsan en
ateşli aşk maceraları soyluların başından geçmiştir değil mi?”
Eşkıya: “Evet o hikayeleri bilirim.
Ben de hanlarda, içki masalarında ozanlardan, meddahlardan çok dinledim. Hatta
edepsiz bile sayılabilirler. Meşhur bir hikaye bile var hatta "Ulu Koca
adına! Kontes'i Kim Becerdi?"
Büyücü: “Ama gerçekler farklıdır
Sansar. Soylular aşık olmak için değil, mallarını ve arazilerini, ayrıca
ailenin devamını ve şanını koruyup devam ettirebilmek üzere yetiştirilirler.
Vergi toplama, köylü kırbaçlama, arada bir seferlere falan katılma bilirsin
işte... Onlar salonlarda ve şatolarda yüzyıllardır oynayan bir oyunun, devamlı
bir tiyatronun aktörleri gibidir. Yalnızken bile hayatlarını yaşayamazlar. Yani
belki seferler esnasında biraz çapkınlık, ancak asil kadınlar öyle değildi.
Okuldan görmüşsündür, kendileri dışında kimseye yanaşmazlar. Prenses Zihniyeti
diyorlar, kendilerini öyle görürler. Hoş krallık zamanlarında da öylelerdi ya
neyse. Bunlar hep daha güçlü ve daha zengin erkekleri arzularlar. Anladın mı?”
Eşkıya: “O zaman bu kadında bir
numara var diyorsun?”
Büyücü: “Şatoya yaklaştık. Bir şeyler
varsa bu vampir biliyordur. O da bilmezse başkalarına danışacağız artık. Gece
uzun!”
Vampirin koca bir tepenin dikilmiş şatosunun bahçe kapısından içeriye
süzüldüler. Şatonun bahçesinden geçerken bahçede gezinen ve yerlerde sürünen
bir sürü tuhaflık görüyorlardı ki böylesine varlıkların daha acayiplerini Wyern
öğrencilere tahsis edilen mütevazı kulesinin dehlizlerindeki akvaryumlarda ve
kafeslerde deney hayvanı olarak besliyordu. Dev kapıların önüne geldiklerinde
durarak etrafa bakındılar.
Eşkıya: “Aga şimdi şiir miir okumaya
kalkmaz değil mi? Safi işkence... Keşke kulaklıkları alsaydık. Sirenler inatla
şarkı söylerken sinirden tepiniyorlardı biz de kahkahadan kırılıyorduk… Öhm…
Tamam sustum.”
Büyücü: “Bazen hayat seni boğar öldüm
sanırsın, yaşadığını hissetmen için acı çekmen gerekir. Bir tür ilk doğumda
vurulan şaplak gibi… Bu işkenceli şiirlere de böyle bak bence…”
Eşkıya: “Edebiyattan anlamam ama onun
okuduğu şiir değil. İşkence kesin, sen iblis diline aşinasın, cehennem
kapılarında yaygın bir lisan bile olabilir!”
Büyücü: “Bak o konuda haklısın. Bir
boyut kapısı açıp iblisi dünyaya getirme ayininde iblise okusan bunu, iblis
dünyayı ele geçirmek yerine hatır koyar, geleceği varsa da gelmez. Zaten bir
soru sorup gideceğiz kapı önünden hemen.”
Kapıyı çaldılar. Kısa süren bir sessizliğin ardından kulak tırmalayan
gıcırtılarla açılan çift kanatlı demirden kapıların arasından Gorour’un
kafasını uzattığını gördüler.
Vampir: “Gelirken takip edilmediniz
değil mi?”
Büyücü: “Engizisyoncular? Atlattık!”
Vampir: “Olsun, başımız belada!
Buraya gelin!”
Wyern ve Sansar ne olduğunu anlayamadan Gorour ikisini de şatonun
kapısından içeriye çekerek kapıyı örtüp arkasına kalasla koyup kapıyı
sürgüledi.
Eşkıya: (Eline geçirdiği şamdanı vampire doğru sallayarak) “Bize mi halleniyorsun lan!?”
Büyücü: (Şamdanı elinden alır) “Dur
bir dur! (Vampire dönerek tek mum ışığıyla aydınlanan salonu gösterip) Bu karartmanın anlamı nedir?”
Vampir: “Siz içinde bulunduğumuz
durumun farkında değilsiniz galiba? Bir soylunun şatosunu bastık ve peşimizde
engizisyon var!”
Büyücü: “Ne fark eder? Kız bizi ihbar
etmemiş sonuçta, olsa benim kule… Şatoma gelirlerdi.”
Vampir: “Sen öyle san. Engizisyon’un
casusları vardır. Meşale almadan sadece takip ederek hizmete gönüllü olanlar!
Muhtemelen ilk şüphelendikleri kişilerin peşine düşmüşlerdir!”
Büyücü: “Hiç duymamıştım?”
Vampir: “Yeni bir uygulama.
Engizisyon çok sert önlemler aldığından kovaladıkları kişiler daha iyi ve daha hızlı
kaçmayı öğrendiklerinden dolayı daha etkin yakalama yöntemleri üzerine
çalışıyorlar. Mesela Cinler Konseyi’ne bir teklif yapıldı hala görüşülüyor, keskin
nişancı cin okçusu alacaklarmış. Kaçanların uzak mesafeden ayağına sıksınlar
diye?”
Büyücü: “Sen bunları nereden
biliyorsun? Ah! Tabi vampir istihbaratı…”
Vampir: “Bizlerin kendine has
zihinsel bir algısı vardır, yani beynimizin içinden çıkan bazı titreşimleri
türdeşlerimiz ve kandaşlarımız duyabilir. Biliyorsundur. Kuzenimin söylediğine
göre peşimizdelermiş ama kim olduğumuzu bilmiyorlarmış. Taryal hiçbir şey
söylememiş.”
Büyücü: “Büyüklük ben de kalsın diye
mi düşünmüş acaba?”
Vampir: “Bilmiyorum. Dediğin gibi
olsa şikayette bulunmazdı. Bu hiç tanımadığını söylemiş.”
Büyücü: “Acaba sakladığı bir şey mi
var?”
Vampir: “Bilmem. Deminden beri şiir
yazmaya çalışıp kafamı dağıtmaya uğraşıyordum.”
Eşkıya: “Ne? Biz ufaktan kaçalım,
ilham perilerinize ayıp olmasın…”
Vampir: “Sahi siz niye buraya
geldiniz? Beyaz Bölge'den kaçma ihtimali için mi? Sakın denemeyin. Kaçmayı ben de düşündüm. Bu
kısımdaki limanların sayısı belli, çıkış yapmak ve izin almak oldukça uzun
sürüyor.”
Eşkıya: “İyi de şehir konseylerine
göre yönetiliyorlar, Güneş Tapınağı karışamaz ki?”
Vampir: “Her limanda bir ufak
ribatları vardır, türbe gibi bir şey. Kendi aralarında haberleşirler, güvercin
yahut at fark etmez. Yani şimdiye çoktan karışmıştır oraları. Dahası haneye
tecavüz vakası kaydedilmiş, Muhafızlar da arıyor. Dahası Konfederasyon artık
Güneş Tapınağı’na pek karışamıyor, adamlar neredeyse kendi Muhafızlarını,
sivil hakimlerini devşirecekler, biliyorsunuz Güneş Bursları’yla
yetiştirilenler…”
Eşkıya: “Bunlarla uğraşana kadar dua
mua etseler hayır işlerlerdi…”
Vampir: “Yani liman çıkışı tehlikeli.
Ak Hisar'dan dışarıya çıkmak mümkün ama çok tehlikeli. Biliyorsun izin belgesi
olmadan surlar dışında gezinirsen madenciler tarafından köle olarak
alıkonulabilirsin. Büyük limana da gidemeyiz, oraya da haber gitmiştir. Kalan
yerler de ya harabe ya boş, lanetli yerler. O yüzden ortalıktan kaybolmak
önemli, bizi tanımıyorlar çünkü bulamazlarsa vazgeçerler.”
Büyücü: “Ben kızdan şüphelendim, onun
için geldim buraya. İstihbarat mevzusu… Kızla ilgili bilgi almak için gelmiştim
sana.”
Vampir: “Çok abartma bence basit ama
hazin bir aşk yarası…”
Büyücü: “Kız bizim eşkâlimizi niye
bildirmemiş? Hatta şatosu basıldığı halde niye üstelememiş peki? Hatta bu kadar
ölümsüzü birbirine çekmesinin ardında bir acayiplik yok mu? Engizisyon’un bir
ajanı olabilir mi?”
Vampir: “Aşırı şüphecisiniz dostum,
bu kadar büyütmemelisiniz. Yine de gönlünüzün rahatlaması için söyleyebilirim
Taryal Hanım’ın aile bağlantılarının ne engizisyonla ne başkalarıyla bir
alakası yok. Okulunu okuyan sıradan bir soylu, pek enteresan bir yönü yok.
Ama…”
Büyücü: “Ama?”
Vampir: “Kitap okumayı ve kitaplar
üzerine konuşmayı seven birisi. Her aldığı kitabı da gösterirdi, tartışırdık.
Bir gün kütüphaneden çıkarken gördüm, bir kitap vardı elinde ve ben görmeden
çantasına atmıştı. Ne olduğunu sorduğumda geçiştirmişti, sadece bir kısmını
gördüm kitabın. Üzerindeki etikette “Büyü Kitapları” gibisinden bir yazı vardı.
İşinize yarar mı bilmem?”
Eşkıya: “Aşk büyüsü falan araştırıyordur ya da kısmet büyüsü. Bizim köyde
kızlar hep yaptırırlar öyle şeyler, soylu diye çok farklı hareket edecek değil
ya?”
Büyücü: “Benim burnuma yeterince kötü
koku gelmeye başladı…”
Vampir: “Büyü yapma niyetindeyse niye
peşine düşesin? Kız onu seçti sonuçta, bizimle uğraşmak istediğini sanmıyorum.”
Büyücü: “Şüphe, bir büyücünün olmazsa
olmazıdır. İzninizle biz artık gidelim. Yürü Sansar.”
Vampir: “Fazla ayak altında
dolanmayın. Meselenin biraz siyasi kısmı da var. Yani sadece Konfederasyon
muhafızları değil, federasyonların ve şehir meclislerinin de askerleri işin
içine karışabilir. Kız soylulardan biri, engizisyon falan da var. Acımazlar!
Yakalanırsanız birbirimizi tanımıyoruz.”
Gorour’a başka söz söyleme fırsatı vermeden şatonun kapı sürgülerini ve
kalasları bir el hareketiyle yerinden oynatıp kapıları ardına dek açan Wyern,
Sansar ile birlikte dışarı çıktı.
Eşkıya: “Aga bak bu iş gittikçe
sakatlaşmaya başladı. Biz de saklanalım mı dağa mı kaçıyoruz ne yapacaksak
yapalım. Tırsmaya başladım!”
Büyücü: “Kız şikayetçi olmuyor, sanki
iş uzamasın istiyor gibi. Aynı kız bir de büyü kitabı taşıyor? Vampir, büyücü
ve gulyabani yakınlaşması?”
Eşkıya: “Aga sana ne? Bize ne? Bu
seneden sonra büyücülük okuluna mı girecek, rakip mi olacak sana? Büyü kitabı
taşıyorsa bize ne ya?”
Büyücü: “Sezgilerim! Çok kötü şeyler
hissediyorum Sansar!”
Eşkıya: “Ya sen kendin demedin mi ben
kahin değilim medyum değilim diye. Tut ki kötü niyetli sana bana ne kastı
olacak kızın? Kaçıp gidelim, yeniden zindana düşmeye hiç niyetim yok!”
Büyücü: “Bak. Kıza aşk büyüsü yapmayı
düşünüyorum demiştim ya. Kız belki karşı koruma büyüsü falan yaptırmıştır. Bunu
öğreneceğim. Kızı kendime aşık edince kız beni seçince önce o gulyabaniyi
sepetleyecek. Sonra zaten bizi kimse bulamadığından olay kendiliğinden
kapanacak. Büyü malzemelerini niye aldım sanıyorsun?”
Eşkıya: “Öyle diyorsan… Şimdi kızın
şatosuna mı gidiyoruz tekrar?”
Büyücü: “Hayır. Kütüphaneye.
Kayıtlardan hangi kitabı aldığını öğreneceğiz. Muhakkak kopyası vardır, ona
göre bir büyü yapacağım. Çünkü uzmanlık alanım değil.”
Eşkıya: “Çarptırmayalım kendimizi?”
Büyücü: “Salak salak konuşma! Bugüne
kadar bir şey oldu mu?”
Eşkıya: (Kinayeli) “Ahtapot iblisi
babam çağırdı sanki…”
Büyücü: “Ne alakası var geri zekalı!
Düş önüme…”
Wyern ile Sansar, yeniden kenar mahallere saparak fakültelerin, okulların
kısmında bulunan Kütüphane’ye yürüdüler. Bir ses duyduklarında veya yabancı bir
varlık gördüklerinde saklanarak, hızlı adımlarla ilerliyorlarken aralarında
tartışmayı sürdürüyorlardı:
Eşkıya: “Ama sen gerçekten sevmiştin
bak onu. Sevmesen çekince duymazdın her görüştüğünde. Sahi niye çekinirdin?”
Büyücü: “Eskiden çok düşünür, çok
hayal kurardım. Hayallerim bir noktadan sonra hep takılır, ileriye gitmezdi.
Hadi birini buldun, tut ki o da seni kabul etti? Ya sonrası? Yoktu. İlerisi
yoktu. Hayal edemiyordum. Çoğu kişi göremediği, bilemediği şeyden korkar ya.
Ben hayal edemediğim şeylerden korkarım. O kızdan da o yüzden o kadar çekince
duydum.”
Eşkıya: “Kız ne yaptı peki? Seni bu
hale koyduğu yetmiyormuş gibi başımızı da belaya soktu. Biz de deli gibi olayı
kovalıyoruz!”
Büyücü: “Aslında haklısın başımız
beladayken bunlara kalkışmamız delilik ama… Her şey benim suçum. Kötülüğü pek
beceremiyorum.”
Eşkıya: “Yo… Bence gayet bencil,
çıkarcı, hırslı birisin…”
Büyücü: “Teşekkür ederim. O anlamda
demedim! Hani derler ya kızlar böyle aykırı, kötü tiplerden hoşlanır. Öyle biri
olsam kız gulyabaniyi değil beni seçerdi.”
Eşkıya: “P.ç olsaydım diyorsun yani?
O zor zanaat. İçinde olacak önce. Yani kötü olabilirsin ki senin karanlık
planların falan da var. Ama p.çlik çok başkadır, emin ol. Bir ortama girince
herkesin dikkatini çekmek, hazır cevap olmak, altta kalmamak, sağlam bir mizah
anlayışı, karizmatik görünüş ve davranış…”
Büyücü: “Haklısın. Bunlar bende yok. Kadınların
elde edemeyeceği bir insan oldum hep. Çünkü beni elde etmek istemezlerdi…”
Eşkıya: “Zaten aksi olsa “karanlıklar
efendisi” olmaya niyetlenmezdin, haksız mıyım?”
Büyücü: “Eh. Doğruya doğru.”
Eşkıya: “Ayrıca p.ç olsan o kıza
tutulmazdın. Çok güzel biri olup olmaması önemli değil. Kız midesiz! Yapacaksan
bir peri kızına falan yap, candır!”
Büyücü: “Mezarlıkta bir gulyabani ile
piknik yaptı, ona aşık oldu diye mi midesiz? Yoksa aynı anda bu kadar erkeğe
umut verdiği için mi?”
Eşkıya: “Her iki anlamda da…”
Wyern ile Sansar kütüphanenin olduğu kısma geldiklerinde kısmen
rahatladılar. Dev çınar ağaçlarının altından kütüphaneye yaklaştılar. Normal
şartlarda Wyern’in sahip olduğu ayrıcalık gereği her zaman kütüphaneye
girebilmeleri mümkündü ancak şüpheli tiplerin engizisyon casuslarının takibine
alınabilme ihtimali olduğundan kütüphanenin arkasına dolaşıp camlardan birinin
önüne geldiler. Wyern’in yaptığı basit bir büyü ile pencereyi açıp içeriye
tırmandılar. Kör karanlıkta çıt ses çıkarmadan kitap raflarının arasından ağır
ağır geçip giriş salonuna doğru ilerlediler. Wyern, girişteki bölmesinde
bekleyen kütüphane memurunun üzerine basit bir uyku efsunu yerleştirdikten
sonra görevlinin olduğu kısma girip ödünç verilenler listesine baktı. Kızın
adının yanında sadece kitabın etiket numarası ve bölümünün numarasının
yazdığını gören Wyern şüphelenmişti:
Büyücü: “Kitapların ismi kaydedilir.
Ancak burada sadece kitabın etiket numarası ve bölüm numarası yazıyor.”
Eşkıya: “Bu normal mi?”
Büyücü: “Evet normal… Ancak özel izinle
alınabilen kitaplarda… Bunlar genelde yasaklı kitaplar olduğundan insanlar
merak etmesin, herkes ulaşamasın diye isimleri açıktan yazılmaz.”
Eşkıya: “Yasaklı kitaplar derken?
Büyü kitapları mı?”
Büyücü: “Sadece büyü kitapları değil.
Her alan için yasaklı kitaplar vardır ayrı bir kısımda tutulurlar.”
Eşkıya: “Büyü kitaplarını anlarım da
öteki kısımlarda yasaklanacak ne var?”
Büyücü: “Olmaz mı? Mesela iktisat ve
ticaret bölümünün yasaklı kitaplar kısmında ekonomi bozma, düzeltme yöntemleri,
siyaset bölümünün olduğu kısımda hükümet yıkma, devlet devirme, imparatorluk
kurma, askeriye kısmında ordu yetiştirme, suikast ve adam öldürme gibi bir nice
konuyla ilgili yasaklı kitaplar var. Tehlikeli konulardan bahsedenler. Hoş
Güneş Tapınağı mensuplarına sorsan onlara göre kendi dinleri hariç her kitap
yasaklı kısma alınmalı ya neyse… Bir an önce gidelim!”
Wyern kütüphane defterinin o kısmını kopartıp yanına aldı. Sansar ile
kütüphanenin bodrum katına inerek yasaklı bölümün girişine doğru yürüdüler.
Önlerinde, birkaç kat demirden yapılma, dev asma kilitli bir kapı ve boynuna
asılı bir halkada da anahtarı bulunan kırmızı derili, korkunç görünüşlü, beli
kılıçlı, dev yapılı bir ifrit haricinde pek de önemli bir engel olduğu
söylenemezdi.
Eşkıya: “İfrit mi o? Uyutacak mısın?”
Büyücü: “Benim uyku efsunum buna
işlemez. Daha farklı bir varlık türünden sonuçta. Ama yine de deneyeceğim bir
şey var…”
Wyern en iyi bildiği şeyi denemeye karar vermişti. Lanet ve Uğursuzluk…
İfrite yoğunlaşarak okkalı bir kem talih büyüsü yollamıştı. Büyü ifritin tenine
temas eder etmez dağılmış, tılsım kokusunu alan ifrit ateş kızılı gözlerini
açarak olduğu yerden doğrulmuştu. Eşkıya: “Hay
senin yapacağın büyüyü…” diyerek
gerisingeri kaçtığı sırada, Wyern sanki yapmak istediği buymuş gibi ifrite ağır
bir beddua etmişti. Bu ifritin derisine nüfuz etmekle birlikte elini kolunu
sanki zincire vurulmuş gibi hareketsiz kılıp sırt üstü devirmeye yetmişti.
İfrit doğru dürüst uyanıp karanlığın içinden kendine saldıranları göremeden
hareketsiz kalmıştı. Eşkıya: “Ama senin
bedduan sağlam hacı…” diyerek döndüğünde, Wyern ifritin boynundan koca
anahtarı çıkarıp yasaklı kitapların olduğu kısmı açmışlardı.
Uzunca bir koridor, sağlı sollu koridorlar ve üzerlerinde bölüm adları
yazan levhalar ile oldukça girift bir görünüm arz etmekteydi. Duvardaki
meşalelerden iki tanesi alarak “Yasaklanmış Büyü Kitapları” bölümüne girdiler.
Kimi duvara zincirli, kimi metal kafeste muhafaza edilen, kimi kan kokulu, kimi
çığlık atan çeşit çeşit ciltte ve görünüşte büyü kitaplarının numaralarına baka
baka ilerliyorlardı. Dahası Wyern okuyor, Sansar ise çeşitli Akdiyar
küfürlerini sıralayarak şaşırıyordu. En sonunda tüm rafları gezip, bölümün en
sonundaki bir başka koridor girişinin önüne geldiklerinde Wyern’in yüzü korkunç
bir şey görmüş gibi sararmıştı.
Eşkıya: “Aga ne oldu?”
Büyücü: “Kitap bu bölümde değil.”
Eşkıya: “Numarayı yanlış mı
yazmışlar?”
Büyücü: “Öyle değil. Kitap
“Dokunulması ve Bahsedilmesi Yasak Kitaplar” kısmına ait.”
Eşkıya: “O nasıl bir şey o?”
Büyücü: “Yasaklı kitaplar var. Ama
bununla birlikte dışarıya çıkarılmasını bırak, sırf kimse dokunmasın,
ellemesin, korunsun diye kapatılan kitaplar var. Bu ise diğer kısımlara ait
değil. Sadece yasak büyü kitaplarına ait ayrı bir kısım yani sadece büyü
kitapları için yapılan bir uygulama.”
Eşkıya: “Kız nasıl kitap çıkarmış ya
buradan?”
Büyücü: “Soylu işte! Babasının
nüfuzunu kullanmış olmalı.”
Eşkıya: “Sen böyle sararıp solmazsın
kolay kolay? Bu kitapların içeriği ne ki?”
Büyücü: “Kız tahminlerimin ötesinde
şeylerle uğraşıyor olabilir. Buradaki kitapları kullanmaya kimse cesaret
edemez! Tarihin karanlıklarına gömülen karanlık lordların, büyücülerin
toplamından daha acayip şeyler barındırır! Bir kere bahsedilir ve sonra konu
kapatılır, üzerine konuşulmaz bile!”
Eşkıya: “Aga gel yol yakından
vazgeçelim. Bak böyle bir kitabı çıkartmış, biri büyü yapar biri kanımı emer
diye korkmadan sizi birbirinize düşürmüş… Kadın kısmından korkacaksın! Hele
böylesini gördün mü kıta değiştirsen yeridir! Başka kız mı yok ya? ”
Büyücü: “Hangi kitabı aldığını
öğrenmem lazım. Dengesiz birileri eline geçirmek de istiyor olabilir!”
Eşkıya: “Akdiyar’ın canına okumak
için? Bize ne arkadaş muhafız mıyız asker miyiz bize ne ya?”
Büyücü: “İyilik ve dünyayı kurtarmak
elbette yaşam amacım değil ama üzerinde bulunduğumuz dünya tehlike altında
olabilir. Kellemizin selameti açısından kızın ne yaptığını bulmamız lazım!”
Koridora girip, koridorun sonundaki merdivenlerden aşağıya inerek kapısı
bir mağara ağzına denk gelmişlerdi:
Eşkıya: “Burada niye kapı yok?”
Büyücü: “Bekçisi var buranın, ondan
kapıya gerek duymamışlar.”
Eşkıya: “O nasıl bekçi ki kapı
koymamışlar?”
Büyücü: “Yanlış hatırlamıyorsam
epeyce yaşlı bir ejderha…”
Eşkıya: (Duraksar) “Ejderha mı?”
(Küfreder gibi bakar büyücüye) “Senin
yapacağının da büyücüsünün de… Ben canımı sokakta bulmadım, gidiyorum ben!”
Büyücü: “Hay ben senin olmayan
mantığını! Geri zekalı! Niye korkuyorsun?”
Eşkıya: “Senin kafan mı iyi?
Ejderhanın tekinin mağarasına elimizi kolumuz sallayarak girmeye ramak kalmış,
neyine korkmayayım lan? Mantıkla ne alakası var?”
Büyücü: “Buradan kitap çıkarmak
yasaktır, büyücülük fakültesinin başmüdürü haricinde kimse giremez! Eğer kız
buradan kitap çıkarabilmişse bir şekilde ejderhayı kimsenin haberi olmadan alt
etmiş olmalı.”
Eşkıya: “Daha kötü ya! Ejderhayı
tepeleyen kız bize ne yapmaz? Bulaşmayalım aga!”
Wyern sinirle söylenerek mağaradan içeriye girdi. İleride bir galerinin
içinde her biri ufak kafesler içinde bekleyen yüze yakın “gerçekten
yasaklanmış” kitaplar bulunmaktaydı ki her birinin önündeki pirinç levhalarda
uzun uzun kitapların isimleri, yol açtıkları felaketler ve neden yasaklandığı
yazmaktaydı. Etrafına biraz bakındıktan sonra bir köşeye kıvrılıp uyumakta olan
devasa ejderhayı görerek istemeden de olsa ürperdi. Meşalenin ve duvardaki
kandillerin ışığında yeşil pulları ve koca kanatları parıldayan, kocaman kafası
ve koca sakallarının arasından hırıltıyla nefes alan, her pençesi değme
mızraklara denk ejderhanın tam önünde, yerde bir kağıt parçasının durduğunu
görmüştü. Kağıt parçasını usulca alıp okuduktan sonra yine sararmış bir halde
eşkıyanın yanına dönmüştü:
Eşkıya: “Ejderha iyi mi? Bu nasıl
soru ya? Her neyse ejderha nasıl?”
Büyücü: “Kız her şeyi ayarlamış. Bu
elimde gördüğün kağıt bizzat başmüdürden alınma bir izin kağıdı. Ejderha bir
süre uyusun, gelene gidene karışmasın diye imzalanmış resmen!”
Eşkıya: “Sizin başmüdürlükte ne pis
rüşvet dönüyormuş aga? Anlamamışlar mıdır?”
Büyücü: “Rüşvet gayet iyiydi demek
ki. Ayrıca basit bir soylu kızının büyü kitaplarını bir süreliğine alsa bile
kullanamayacağı gibisinden “gerzek derecede iyimser” bir bahaneye sığınmış
olabilirler.”
Eşkıya: “Bu kız buna nasıl cesaret
etti diyeceğim ama abes kaçacak…”
Büyücü: “Aldığı kitabı öğrenelim, ona
göre el atarız meseleye.”
Eşkıya: “Aga bu bizi aşar.
Muhafızlara falan söylemek lazım?”
Büyücü: “Başmüdür rüşvet ortaya
çıkmasın diye hayatta konuşmaz! Hatta kütüphane görevlilerinin uyutulmasından
ve yasaklı kısma girmemizden ötürü bizi sorumlu tutar. Kız zaten soylu, hükümet
kanadından umudunu kes. Geriye yegane otorite Güneş Rahipleri kalıyor, onlar da
zaten “İftiracı zındık!” diyerek konuşmamıza fırsat vermeden yakarlar. Ancak!
Kızı durdurmayı başarıp kitabı geri getirirsek olay kendiliğinden kapanır.
Engizisyoncular’ı nasıl atlatırız bilemem ama. Eşkalimizi bilmedikleri sürece
sorun yok!”
Eşkıya: “Dünyayı kurtarmaya
çalıştığımızın farkında mısın?”
Büyücü: “Hem dünyayı, hem de aşkımı.
Benim romantizmim saplantı üzerine kurulu.”
Eşkıya: “Oldukça tuhaf bir romantizm
anlayışın var…”
Büyücü: “Hayatım boyunca hiçbir işim,
iyi bir büyücü olmama rağmen rast gitmedi zaten. Sayılı iyi büyücüden biriyim
ama umutsuz vakayım. Bu iş kala kala bana kaldı. Kör talih canımı alana dek,
gelişine yaşamak lazım!”
Wyern, kitapların muhafaza edildiği kafeslerin üzerindeki numaralara baka
baka gezinmeye başladı. Boş bir kafesin önünde durduğunda önce neredeyse
korkudan dizleri üzerine düşecekti. Sansar yanına giderek Wyern’in kalkmasına
yardımcı oldu.
Büyücü: “Biz öldük Sansar! Mahvolduk
biz!”
Eşkıya: “Ne oldu ki?”
DEVAM EDECEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder