3 Ağustos 2018 Cuma

Varkolakların Gecesi-Bölüm 5


Ortamdaki belli belirsiz gerilimi Muzaffer de hissetmişti. Engin’in gergin olmasını normal karşılıyordu ancak Dmitri’nin de aynı hissi vermesi tuhaf gelmişti. Yine de çok aldırmayarak tabağındaki didiklenmiş tavuk göğsüyle meşgul olmaya başladı.
            Dmitri’nin tavırları Yaren’e de garip gelmişti. Zorlama gülüşünü o da fark etmişti. İster istemez Engin’e sinirlenmiş olabileceğini düşündü. Ancak Yaren’in içten içe garip bulduğu kendisiydi. Dmitri’ye karşı kaynağı meçhul bir çekim duyuyordu. Hem Engin’e hem de Dmitri’ye fark ettirmeden onu süzüyor, gizli cazibesinin kaynağını bulmaya çalışıyorken bir anlığına göz göze geldi. Dmitri’nin iki saniyelik bakışı ve hafif gülümsemesi bir anda kendisini büyülemişti sanki. Gözlerini hızla masaya çevirdi utangaçça.
            Engin, Yaren böyle aniden dalgınlaşınca elini avucunda sıkarak fısıldadı: “İyi misin?”
            Yaren irkildi: “Yok bir şey… İçim geçmiş öylesine…”
            O esnada benzeri bir bakış muharebesi de Danica ile Çağıl arasında yaşanmaktaydı. Ancak masadakilerin dikkati başka taraflarda olduğundan daha aleniydi. En azından Danica sürekli iki-üç saniyelik bakışlarla Çağıl’ın gözlerine bakıyor, bakışları kesiştiğinde hafif gülümsüyordu. Çağıl, Yaren’i çoktan aklından çıkarmıştı. Kaybedişi ilk kez kabullenmişti belki de. Ancak bu teslimiyetten çok başka ve daha göz alıcı bir hedefe yönelmesi nedeniyleydi. Yine de Danica’nın davetkâr bakışların, cazibesinin kendisini mest etmesine rağmen bakışlarını yakalayamıyor, kaçamak seyrediyordu. Bir ara gözleri kesiştiğinde Danica’nın kesin bir şekilde hayatına girdiğini kabulleniverdi Çağıl.
            Masadaki sessizlik Dmitri’nin çağrısıyla bozuldu: “Madem benim mezardan dönen olup olmadığımı anlamak istiyorsunuz, yapalım şu testi.” Kız kardeşine yine aynı resmi gülümsemeyle baktı: “Danica tatlılarımızı getir de tatlı yiyelim tatlı konuşalım…” Adamın sesindeki soğukluk Muzaffer’i hayli rahatsız etmişti lakin çok üzerinde durmadı.
            Danica sessizce yerinden kalkarken bir anlığına Çağıl’a hovarda bir bakış atarak yine gülümsedi. Bu seferki bakışında ve gülümsemesindeki eda ötekilerden katbekat cezbediciydi. Adeta ardından çağırıyordu Çağıl’ı. Mutfağa doğru dönerek kaybolduktan sonra Çağıl masaya baktı. Su olmamasından istifade ile: “Ben susadım…” diyerek sandalyesinden kalktı. Mutfağa yaklaştıkça kalbi heyecandan neredeyse yerinden fırlayacaktı.
            O esnada Muzaffer, Dmitri’ye karşılık verdi: “Evet basit ve zararsız bir test olacak. Bu arada Bulgaristan’ın neresindensiniz Dmitri Bey?”
            “Stara Zagora…”
            “Ah! Eski Zağra demek…”
            “Şehrin adı uzun bir süredir Stara Zagora. Daha Osmanlı zabitleri şehir sokaklarında dolaşırken almış bu ismi…”
            Muzaffer, adamın tersliği karşısında hayli şaşırdı. Sonra çocukluğunda Bulgaristan’da ailesinin yaşadıklarını, kendi yaşadıklarını hatırlayarak umursamadı. Her ne kadar birbirlerine yakın bölgelerde de olsalar farklı kültürler çatışabilirdi.
            O esnada Danica, Çağıl mutfağa girdiği sırada arkasına dönerek yine hovarda bir eda ile gülümsedi. Bu sefer gözlerindeki arzu apaçık okunabiliyordu. Çağıl yutkunduğu esnada yeniden tezgâha döndü Danica. Acemice tezgâha bakındığı esnada Danica ona yine yan yan bakarak iç gıdıklayıcı bir tavırla konuştu: “Taşınırken çoğu tabak çanak kırıldı. Musluktan içebilirsin…” O son “-sin” vurgusu kulağında birkaç kere çınladı Çağıl’ın.
            Musluğa eğilip yarım ağız su içerken Danica ona seslendi yine: “Çekmece sıkışmış galiba. Açabilir misin?”
            Çağıl hipnotize olmuş gibi yaklaştı Danica’ya. Önünden çekilmesini söyleyemedi bile. Kadından yükselen parfüm kokusu başını döndürürken elini çekmeceye doğru uzattı. O anda hiç beklemediği bir şey oldu. Danica birden ona dönmüştü. Saç telleri neredeyse Çağıl’ın yüzüne değiyordu, gözleri gözlerinin hizasındaydı. Burun buruna gelmişlerdi. Çağıl daha ağzını açamadan Danica kendini ona yaslayarak iflahını kesti. Öpecekmiş gibi ona yaklaşarak kulağına yaklaştı, “Beni böyle etkilediysen içeridekini hayli hayli avcuna alırsın!”
            Danica bunu söyledikten sonra kokusunu adeta savurup hayalet gibi süzülerek uzaklaştı. Tatlıların durduğu tepsiyi alarak mutfaktan çıktı. Çağıl’ın soluğu kesilmişti. Öpse bu kadar etki altında kalmazdı belki de. Fısıldaması, kulağında hissettiği karıncalanma… En önemlisi ise Yaren’i kast ederek söyledikleri… Çağıl olanca sakinliğiyle masaya geçip oturduğunda içinde bin bir kurt kaynaşıyordu.
            Muzaffer sandalyeye astığı çıkından küçük boy bir pet şişe çıkarıp Dmitri’ye uzattı. Dmitri şişeyi alıp kapağını açtıktan sonra bir anlığına Yaren’e ve Engin’e baktı. Bir yudum içtikten sonra kız kardeşine uzattı: “İsterseniz kiliseden aldığınız kutsal suyu kardeşim de denesin…”
            Danica suratında hafif alaycı bir sırıtışla şişeye uzanarak bir dikişte kalan suyu içip Muzaffer’e uzattı. Muzaffer şişeyi alıp çıkına geri atarak ayağa kalktı: “Bu iş bu kadar. Gördün işte Engin… Sandığın gibi değiller…”
            Engin birden sinirle ayağa fırladı: “Anlamıyorum! Bu saçmalık! Onların vampir olduğunu her türlü ispatlarım. Yanında dua yazılı kağıt varsa çıkar göster Muzaffer abi…”
            “Yeter! Yeter artık! İnsanlara yeterince rahatsızlık verdiğini düşünüyorum Engin. Sözünü hatırla… Derslerine günü gününe çalışırsan final zamanları daha az geceler ve daha az kâbus görürsün bence!”
            Engin hırsından kıpkırmızı kesilmiş bir vaziyette bir Muzaffer’e, bir de Dmitri’ye baktı. Ardından sinirle koridora fırladı. Sokak kapısının duvara çarpılarak açıldığını duyunca Yaren de ayaklandı: “Nereye gidiyor yine… Yürü Çağıl ya!” Çağıl, sarsılarak Yaren’in peşinden yürürken son kez Danica’yla göz göze geldi.
            Muzaffer ellerini iki yana açtı: “Gerçekten çok üzgünüm Dmitri Bey. Çocuklar adına özür dilerim…”
            “Rica ederim. Tanıştığımıza memnun oldum Muzaffer Bey. Ayrıca bunu saymam. Müsait bir zamanda tekrar beklerim… Sohbet için… Eğer izniniz olursa iade-i ziyarette de bulunmak isteriz…”
            “Tabi tabi… Seve seve efendim. Başımın üstünde yeriniz var, size kitap da imzalarım! Evimin kapıları her zaman açıktır, dilediğiniz zaman buyurun gelin ikiniz de…”
            Dmitri’nin yüzünde rahatsız edici bir sırıtma peyda oldu: “Davetiniz için müteşekkirim.”
            “Şimdi izninizle ben de eve döneyim… Dmitri… Danica… Priatno mi e otnovo.” (Tekrar tanıştığımıza memnun oldum)
            Her ikisiyle de el sıkışırken ellerinin soğukluğu tüylerini diken diken etti. Açık kapıdan aceleyle çıkıp kapıyı örtecekken antre ışığı altında büsbütün görünen yazı dikkatini çekti. Yeni ve süslü harflerle şu sözler kazınmıştı:
            VARKOLAKLAR
            Muzaffer o yazıyı görür görmez duraksadı. Sanki eski bir tanıdığını görmüş de bu hiç hoşuna gitmemiş gibiydi. Ancak anımsayamıyordu… Derken bir anda zihninde şimşekler çakmaya, her şimşekte isimler aydınlanmaya başladı: “Varkolaklar… Eski Zağra… Kızanluk veya Kazanluk… Danica Varkolak… Dmitri Varkolak… Dmitri… Dimitar… Dimitar Varkolak… Dimitar Varkolak!”
            Muzaffer o anda zaten korku içerisindeyken bir anda ensesindeki tüylerin yel değmişçesine dikildiğini hissetti. Geriye baktığında Dmitri’nin ürkünç derecede soğuk bakışlarıyla göz göze geldi. Siyah beyaz eski bir fotoğraf zihninde belirdi, kulağında Bulgar ellerinden bir çeteci türküsü çınladı. “İ… İyi… İyi geceler…” diyerek kapıyı hızla çekip gözlerini yumdu. Alelacele besmeleler okuyarak karanlıkta sağa sola tutuna tutuna merdivenlere hamle yaptı. Tam merdivenlerden inecekken duraksadı. Kendi kendine söylendi: “Sen bir de bunları eve davet ettin… Kafana sıçayım Muzaffer, kafana! Tövbe! Tövbe estağfurullah…” Kendine sövdüğüne kızarak yeniden dualar okuya okuya merdivenlerden koşar adım inmeye başladı karanlığın elverdiği ölçüde.
            O esnada Dmitri, Danica salondan çıkar çıkmaz sinirli bir ses tonuyla Bulgarca söylendi: “Keşke boğazlarını parçaladığın komşularımızdan tabak çanakla birlikte bardak da getirseydin…”
            Danica, Dmitri’nin karşısına geçerek en az abisi kadar soğuk bakışlarla karşılık verdi: “Bardağa ihtiyaç duymayalı asır olunca unutabiliyorsun… Hoş! Sanki Rodoplar’da iken billur kadehlerimiz, porselen tabaklarımız vardı!”
            “Yeter! Adam anladı. Bakışlarına bile gerek duymadan zihninde çınlayan adımı duydum!”
            “Ben de duydum. Dimitar Varkolak! Türklerin Makedonya’da bozguna uğramasından beridir kimse böyle hitap etmemişti sana…”
            “Sana başka bir soyadı yazmamız gerektiğini söylemiştim sanıyorum.”
            “Evet. Ardından Edirne’de bu yüzyılda Varkolak ismini hatırlayacak birinin olmayacağını da söylemiştin…”
            Dmitri’nin sinirden yumrukları sıkılmıştı: “Daha kapıya gelir gelmez burnuma çarpan ölü vampir kokusundan anlamalıydım. Soydan sirayet eden o uğursuz kokudan! Üzerinde kardeşlerimizin derisini taşıyor ve Bulgaristanlı. Vapirdzia… Vampirdzi… Yahut cadıcı… Ortadan tamamen kaybolduklarını zannediyordum.”
            “Bu zamanda kalmış olmaları tuhaf. Ancak kaçıp gitmesi daha da tuhaf…”
            “Asıl garip olan sevgili kardeşim onun buraya gece vakti gelmesi. Bunu hangi ahmak yapabilir? Bu bizlere inanmadığını gösteriyor. Zaten hislerimi anlayabilmesine, hissedebilmesine rağmen ciddiye almadı. Cadıcı… Ancak soyunun getirdiğine inanmıyor!
            Danica’nın gözleri kocaman kocaman açılmıştı: “O anladıysa onun da işini bitirmeli…”
            “Elbette sevgili kız kardeşim. Lakin onu diğerlerinden farklı olarak kendimiz gibi yapacağız. Çeteme daha önce hiç cadıcı katmamıştım… Ölümsüzler arasında şanım yürüyecek!”
DEVAM EDECEK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder