Ortamdaki
belli belirsiz gerilimi Muzaffer de hissetmişti. Engin’in gergin olmasını
normal karşılıyordu ancak Dmitri’nin de aynı hissi vermesi tuhaf gelmişti. Yine
de çok aldırmayarak tabağındaki didiklenmiş tavuk göğsüyle meşgul olmaya
başladı.
Dmitri’nin tavırları Yaren’e de
garip gelmişti. Zorlama gülüşünü o da fark etmişti. İster istemez Engin’e
sinirlenmiş olabileceğini düşündü. Ancak Yaren’in içten içe garip bulduğu
kendisiydi. Dmitri’ye karşı kaynağı meçhul bir çekim duyuyordu. Hem Engin’e hem
de Dmitri’ye fark ettirmeden onu süzüyor, gizli cazibesinin kaynağını bulmaya
çalışıyorken bir anlığına göz göze geldi. Dmitri’nin iki saniyelik bakışı ve
hafif gülümsemesi bir anda kendisini büyülemişti sanki. Gözlerini hızla masaya
çevirdi utangaçça.
Engin, Yaren böyle aniden
dalgınlaşınca elini avucunda sıkarak fısıldadı: “İyi misin?”
Yaren irkildi: “Yok bir şey… İçim
geçmiş öylesine…”
O esnada benzeri bir bakış
muharebesi de Danica ile Çağıl arasında yaşanmaktaydı. Ancak masadakilerin
dikkati başka taraflarda olduğundan daha aleniydi. En azından Danica sürekli
iki-üç saniyelik bakışlarla Çağıl’ın gözlerine bakıyor, bakışları kesiştiğinde
hafif gülümsüyordu. Çağıl, Yaren’i çoktan aklından çıkarmıştı. Kaybedişi ilk
kez kabullenmişti belki de. Ancak bu teslimiyetten çok başka ve daha göz alıcı
bir hedefe yönelmesi nedeniyleydi. Yine de Danica’nın davetkâr bakışların,
cazibesinin kendisini mest etmesine rağmen bakışlarını yakalayamıyor, kaçamak
seyrediyordu. Bir ara gözleri kesiştiğinde Danica’nın kesin bir şekilde
hayatına girdiğini kabulleniverdi Çağıl.
Masadaki sessizlik Dmitri’nin
çağrısıyla bozuldu: “Madem benim mezardan dönen olup olmadığımı anlamak
istiyorsunuz, yapalım şu testi.” Kız kardeşine yine aynı resmi gülümsemeyle
baktı: “Danica tatlılarımızı getir de tatlı yiyelim tatlı konuşalım…” Adamın
sesindeki soğukluk Muzaffer’i hayli rahatsız etmişti lakin çok üzerinde
durmadı.
Danica sessizce yerinden kalkarken
bir anlığına Çağıl’a hovarda bir bakış atarak yine gülümsedi. Bu seferki
bakışında ve gülümsemesindeki eda ötekilerden katbekat cezbediciydi. Adeta
ardından çağırıyordu Çağıl’ı. Mutfağa doğru dönerek kaybolduktan sonra Çağıl masaya
baktı. Su olmamasından istifade ile: “Ben susadım…” diyerek sandalyesinden
kalktı. Mutfağa yaklaştıkça kalbi heyecandan neredeyse yerinden fırlayacaktı.
O esnada Muzaffer, Dmitri’ye
karşılık verdi: “Evet basit ve zararsız bir test olacak. Bu arada Bulgaristan’ın
neresindensiniz Dmitri Bey?”
“Stara Zagora…”
“Ah! Eski Zağra demek…”
“Şehrin adı uzun bir süredir Stara
Zagora. Daha Osmanlı zabitleri şehir sokaklarında dolaşırken almış bu ismi…”
Muzaffer, adamın tersliği karşısında
hayli şaşırdı. Sonra çocukluğunda Bulgaristan’da ailesinin yaşadıklarını, kendi
yaşadıklarını hatırlayarak umursamadı. Her ne kadar birbirlerine yakın
bölgelerde de olsalar farklı kültürler çatışabilirdi.
O esnada Danica, Çağıl mutfağa
girdiği sırada arkasına dönerek yine hovarda bir eda ile gülümsedi. Bu sefer
gözlerindeki arzu apaçık okunabiliyordu. Çağıl yutkunduğu esnada yeniden
tezgâha döndü Danica. Acemice tezgâha bakındığı esnada Danica ona yine yan yan
bakarak iç gıdıklayıcı bir tavırla konuştu: “Taşınırken çoğu tabak çanak
kırıldı. Musluktan içebilirsin…” O son “-sin” vurgusu kulağında birkaç kere
çınladı Çağıl’ın.
Musluğa eğilip yarım ağız su içerken
Danica ona seslendi yine: “Çekmece sıkışmış galiba. Açabilir misin?”
Çağıl hipnotize olmuş gibi yaklaştı
Danica’ya. Önünden çekilmesini söyleyemedi bile. Kadından yükselen parfüm
kokusu başını döndürürken elini çekmeceye doğru uzattı. O anda hiç beklemediği
bir şey oldu. Danica birden ona dönmüştü. Saç telleri neredeyse Çağıl’ın yüzüne
değiyordu, gözleri gözlerinin hizasındaydı. Burun buruna gelmişlerdi. Çağıl
daha ağzını açamadan Danica kendini ona yaslayarak iflahını kesti. Öpecekmiş
gibi ona yaklaşarak kulağına yaklaştı, “Beni böyle etkilediysen içeridekini
hayli hayli avcuna alırsın!”
Danica bunu söyledikten sonra kokusunu
adeta savurup hayalet gibi süzülerek uzaklaştı. Tatlıların durduğu tepsiyi
alarak mutfaktan çıktı. Çağıl’ın soluğu kesilmişti. Öpse bu kadar etki altında
kalmazdı belki de. Fısıldaması, kulağında hissettiği karıncalanma… En önemlisi
ise Yaren’i kast ederek söyledikleri… Çağıl olanca sakinliğiyle masaya geçip
oturduğunda içinde bin bir kurt kaynaşıyordu.
Muzaffer sandalyeye astığı çıkından
küçük boy bir pet şişe çıkarıp Dmitri’ye uzattı. Dmitri şişeyi alıp kapağını
açtıktan sonra bir anlığına Yaren’e ve Engin’e baktı. Bir yudum içtikten sonra
kız kardeşine uzattı: “İsterseniz kiliseden aldığınız kutsal suyu kardeşim de
denesin…”
Danica suratında hafif alaycı bir
sırıtışla şişeye uzanarak bir dikişte kalan suyu içip Muzaffer’e uzattı.
Muzaffer şişeyi alıp çıkına geri atarak ayağa kalktı: “Bu iş bu kadar. Gördün
işte Engin… Sandığın gibi değiller…”
Engin birden sinirle ayağa fırladı:
“Anlamıyorum! Bu saçmalık! Onların vampir olduğunu her türlü ispatlarım.
Yanında dua yazılı kağıt varsa çıkar göster Muzaffer abi…”
“Yeter! Yeter artık! İnsanlara
yeterince rahatsızlık verdiğini düşünüyorum Engin. Sözünü hatırla… Derslerine
günü gününe çalışırsan final zamanları daha az geceler ve daha az kâbus
görürsün bence!”
Engin hırsından kıpkırmızı kesilmiş
bir vaziyette bir Muzaffer’e, bir de Dmitri’ye baktı. Ardından sinirle koridora
fırladı. Sokak kapısının duvara çarpılarak açıldığını duyunca Yaren de
ayaklandı: “Nereye gidiyor yine… Yürü Çağıl ya!” Çağıl, sarsılarak Yaren’in
peşinden yürürken son kez Danica’yla göz göze geldi.
Muzaffer ellerini iki yana açtı:
“Gerçekten çok üzgünüm Dmitri Bey. Çocuklar adına özür dilerim…”
“Rica ederim. Tanıştığımıza memnun
oldum Muzaffer Bey. Ayrıca bunu saymam. Müsait bir zamanda tekrar beklerim…
Sohbet için… Eğer izniniz olursa iade-i ziyarette de bulunmak isteriz…”
“Tabi tabi… Seve seve efendim.
Başımın üstünde yeriniz var, size kitap da imzalarım! Evimin kapıları her zaman
açıktır, dilediğiniz zaman buyurun gelin ikiniz de…”
Dmitri’nin yüzünde rahatsız edici
bir sırıtma peyda oldu: “Davetiniz için müteşekkirim.”
“Şimdi izninizle ben de eve döneyim…
Dmitri… Danica… Priatno mi e otnovo.” (Tekrar tanıştığımıza memnun oldum)
Her ikisiyle de el sıkışırken
ellerinin soğukluğu tüylerini diken diken etti. Açık kapıdan aceleyle çıkıp
kapıyı örtecekken antre ışığı altında büsbütün görünen yazı dikkatini çekti.
Yeni ve süslü harflerle şu sözler kazınmıştı:
“VARKOLAKLAR”
Muzaffer o yazıyı görür görmez
duraksadı. Sanki eski bir tanıdığını görmüş de bu hiç hoşuna gitmemiş gibiydi.
Ancak anımsayamıyordu… Derken bir anda zihninde şimşekler çakmaya, her şimşekte
isimler aydınlanmaya başladı: “Varkolaklar… Eski Zağra… Kızanluk veya Kazanluk…
Danica Varkolak… Dmitri Varkolak… Dmitri… Dimitar… Dimitar Varkolak… Dimitar
Varkolak!”
Muzaffer o anda zaten korku
içerisindeyken bir anda ensesindeki tüylerin yel değmişçesine dikildiğini
hissetti. Geriye baktığında Dmitri’nin ürkünç derecede soğuk bakışlarıyla göz
göze geldi. Siyah beyaz eski bir fotoğraf zihninde belirdi, kulağında Bulgar
ellerinden bir çeteci türküsü çınladı. “İ… İyi… İyi geceler…” diyerek kapıyı
hızla çekip gözlerini yumdu. Alelacele besmeleler okuyarak karanlıkta sağa sola
tutuna tutuna merdivenlere hamle yaptı. Tam merdivenlerden inecekken duraksadı.
Kendi kendine söylendi: “Sen bir de bunları eve davet ettin… Kafana sıçayım
Muzaffer, kafana! Tövbe! Tövbe estağfurullah…” Kendine sövdüğüne kızarak
yeniden dualar okuya okuya merdivenlerden koşar adım inmeye başladı karanlığın
elverdiği ölçüde.
O esnada Dmitri, Danica salondan
çıkar çıkmaz sinirli bir ses tonuyla Bulgarca söylendi: “Keşke boğazlarını parçaladığın
komşularımızdan tabak çanakla birlikte bardak da getirseydin…”
Danica, Dmitri’nin karşısına geçerek
en az abisi kadar soğuk bakışlarla karşılık verdi: “Bardağa ihtiyaç duymayalı
asır olunca unutabiliyorsun… Hoş! Sanki Rodoplar’da iken billur kadehlerimiz,
porselen tabaklarımız vardı!”
“Yeter! Adam anladı. Bakışlarına bile
gerek duymadan zihninde çınlayan adımı duydum!”
“Ben de duydum. Dimitar Varkolak!
Türklerin Makedonya’da bozguna uğramasından beridir kimse böyle hitap etmemişti
sana…”
“Sana başka bir soyadı yazmamız
gerektiğini söylemiştim sanıyorum.”
“Evet. Ardından Edirne’de bu
yüzyılda Varkolak ismini hatırlayacak birinin olmayacağını da söylemiştin…”
Dmitri’nin sinirden yumrukları
sıkılmıştı: “Daha kapıya gelir gelmez burnuma çarpan ölü vampir kokusundan
anlamalıydım. Soydan sirayet eden o uğursuz kokudan! Üzerinde kardeşlerimizin
derisini taşıyor ve Bulgaristanlı. Vapirdzia… Vampirdzi… Yahut cadıcı… Ortadan
tamamen kaybolduklarını zannediyordum.”
“Bu zamanda kalmış olmaları tuhaf.
Ancak kaçıp gitmesi daha da tuhaf…”
“Asıl garip olan sevgili kardeşim
onun buraya gece vakti gelmesi. Bunu hangi ahmak yapabilir? Bu bizlere
inanmadığını gösteriyor. Zaten hislerimi anlayabilmesine, hissedebilmesine
rağmen ciddiye almadı. Cadıcı… Ancak soyunun getirdiğine inanmıyor!
Danica’nın gözleri kocaman kocaman
açılmıştı: “O anladıysa onun da işini bitirmeli…”
“Elbette sevgili kız kardeşim. Lakin
onu diğerlerinden farklı olarak kendimiz gibi yapacağız. Çeteme daha önce hiç cadıcı
katmamıştım… Ölümsüzler arasında şanım yürüyecek!”
DEVAM EDECEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder