13 Kasım 2012 Salı

Mahalleye Yeni Taşınan Vampir

 

            Bazı insanlar doğuştan cenabettir. Bu hikâye de onlardan bir kısmının başından geçenleri anlatan ibretlik bir hadisedir. Bu hadise birebir yaşandı –buna yaşamak denebilirse ve kahvede okey oynayan dayılarımız unutmaya çalışsa da, mahalle yengelerimiz halen apartman günlerinde bizi konuşmaktadır.

            Sene bu zamanlar… Mekan ise sıradan bir mahalle… Eskiden kenarken, büyüyen şehrin yeni türeyen semtleriyle kadim duvarların ardındaki ahşap evlerin arasına sıkışmışız biz. Bir yanımız beton bir yanımız ahşap. Mahalle insanı da böyle işte, ortası yok, ayarı mevcut değil. Biraz eski, biraz yenidir. Bir tarafı eski kaldırım kurtlarının damarını taşır, külhandır. Diğer yanı saçlarını diker ve üst geçitlerde Apaçi dansı yapar. Bir kısmımız tek tük kızın düştüğü onlarda da ortamın kavgaya eğrildiği kafelerde, kalanlarımız ise elde tespih köşe başlarında… Suçla iç içe ama kesinlikle suçlu diyemeyeceğimiz, aslında temiz ama hayat vurgunu bir kısım adamdık biz. Hani dışarıdan baksan yaşamazsın, içinden geçmezsin, grayder gönderip yıktırmaya çalışırsın ama içinde yaşasan sen de bu hayat keşmekeşinde beli satırlı psikolardan biri haline gelirsin, alışırsın.

            Bu mahallede her şey olur. Hapçısı, jiletçisi, alkoliği, satırcısı, bıçakçısı, esnafı, teyzesi, emeklisi, hırsızı, gaspçısı, kapkaççısı, geceleri başka gündüzü başka bir yığın akıllısı vardır. Görünce korkacağın kızları, uğruna bıçaklananların sayısız olduğu kevaşeleri vardır. Geceleri çığlık sesi gelir yerine pısarsın, bir yerden bir kavga patlak verir kim öldü kim kaldı bakmadan bir avuç hayattan beraber kopulmuş arkadaşlarla elde emanet civar mahalleleri basmaya gideriz. Hani ismi besmelesiz anılmayan, adı duyulduğunda korku uyandıran, buralı olduğunuzu öğrenenin size potansiyel cezaevi kaçkını muamelesi yapabileceği bir yer. Burada günah çok, sevap yok denecek kadar az, burası tam Araf, ne cennet ne cehennem her şeyden geçmiş bir sürü kader yoksunu var. Ablalar, abiler, teyzeler, dayılar, amcalar, yengeler ve bir nice çete oluşturmuş adam bastıran sokak köpeği var. Kimimiz göçmen, kimimiz mahallenin öbür ucunda Tatarlar’la kavgalı, kimimiz Surlularla belalı bir sürü insan…

            Yani her şey olurdu bu mahallede. Ama bir gün “vampir” de türedi…

            Mevzunun en başında… Bizim mahallenin yukarısında, “Adamçıkmaz Yokuşu”nun en tepesinde her nasılsa yıkımlardan ve kentsel dönüşümden nasibini almamış, üç katlı bir ahşap ev vardı. Ben diyeyim yüz senelik, siz deyin ikiyüz senelik öyle bir ev işte. Bu yokuş ki, mahallenin orta yerinde dimdik tepe, insan adımı basılmaz bir yer, ziftlenmeye ya da piizlenmeye çıksan çıkılmaz, hayvan bile gezmez, kim o yere niye zamanında ev dikmiş o bile bilinmez. Ev kendimizi bildik bileli boş. Hani mahallenin en yaşlısı sayılan doksanlık Kadri dayıya sorduk, o bile oturanı görmemiş öyle bir yer. Günün birinde eve birileri taşındı, öyle çok fazla eşya girmedi, perdelerdeki tahtalar sökülmedi ama mahallenin gizli kameraları pencere teyzelerinden gerekli istihbarat alındı. Ama kim gitti niye geldi pek takmadık, entel tayfasıdır film çekecektir, organ mafyasıdır mezbaha niyetine tutmuştur.

            O gün, bizim gençlerle arsanın orada yıkık duvar dibine çöktük, mahallenin tam sınırı açmışız telefondan Cengiz Baba’yı, almışız biraları akşam serinliğinde kafayı çekiyoruz. Tıbı, Ferhat, Kız İsmet’in kardeşi Ahmet, Süleyman, Şabo.

            Her birimizin bir-iki vukuatı illaki var. Tıbı, babasından ciğerci. Müşteriyle dalaşıyor bir gece, adam yaralamadan vukuat. Ferhat hırsızlıktan yeni çıktı. Ahmet temiz çocuk ama kavgadan sicilli. Abisi mahallenin namlı psikopatlarından Kız İsmet. Bu parlak yüzlü diye buna gulamparanın biri mi ne sulanmış şişlemiş ibneyi, sonra vukuatları aşmış boyunu, mahalleleri. Hani tıfıl dersin ama kavgaya girdi mi adam yaralayan cinsten bir manyak olmuş köşe başlarında tespih çeken uğursuz bakışlı psikolar tayfasına karışmış. Süleyman hala kaçak, birini yaralamaktan arıyorlar saklıyoruz. Şabo desen papikçi, adamın beyni çürümüş ruhu erimiş. Gözünün feri sönmüş, buna vur de öldürür, kır de yıkar maybaş, yanımızda gezinir.

            İşte biz hep beraber evlilikle birlikte sokaklardan elini ayağını çeken eski bitirimlerden devraldığımız arsanın bu izbe köşesinde demleniyorduk. Ne oldu ne bitti bir baktım bizim Haydar koşa koşa arsaya doğru geliyor. Mevzu mu var kovalıyorlar mı felan derken soluk soluğa yanımıza geldi. Ne oldu ne bitti diye soruyoruz adam susuyor, beti benzi atmış. Birini mi öldürdü desek birini mi kestiler desek biz çocukluktan vukuata alışkınız, bir bok olmaz bize.

            En son birkaç fırt bira çektikten sonra “Abi ben vampir öldürdüm galiba…” dedi apansızın. Bu işin galibası mı olurdu? Hayır ölümün galibası olurdu ama vampirliğin galibası mı olurdu lan? Az çok televizyon izledik, internette yazıştık, manitalarımızın zoruyla emanet mekanlarda Twilight felan izledik, zır cahil değiliz görmüşüz bazı şeyleri. “Vampir öldürmek” ne arkadaşım o zaman?

            Kafası güzel dedik doğal olarak ilk başta ama adam bayağı bayağı vampir öldürmekte ısrarlı. Dedik ne ara vurdun, ne yaptın ettin. Başladı anlatmaya. Bu lavuk bir gün yolsuz kalmış, gaspa çıkacak vurmuş kendini yola. Bu tepenin oradaki evin içine tabut taşıdıklarını görmüş. O an aymış duruma demiş kesin içinde para vardır değerli bir şey vardır. Hava kararana dek beklemiş, ışık mışık yanmayınca girmiş içeriye.

            Evin içinde paşalar zamanından kalma koltuk moltuk var, çürümüş eşyalar tablolar felan. Bu evin içinde tabut aramış. En son mahzene inmiş, bulmuş tabutu. Açmış kapağı bakmış siyahlar içinde bir lavuk uzanmış yatıyor iki seksen. Hepimiz meraklı kadınlara döndük, bira içmeyi filan bıraktık Haydar’ı dinliyoruz.

            Ne yaptın ne ettin diye soruyoruz, sordukça ağırdan alıyor hergele. Bunun korkusu geçti bayağı bayağı vukuatını övmeye başladı: “Ulan o vampirse biz de Haydar’ız bugüne bugün. Film milm izledik oğlum o kadar. Kaptım yerden kazığı lavuğun göğsüne indirdim. Kesin ölmüştür…” O anda duruma aydık. Bir ara izbe yerlerde ayin yapmaya gelen satanist, uzun saçlı oğlanlar kızlar mızlar olurdu, izbelere girince döverdik onları dedim bu lavuk kesin gitti oğlanın birini öldürdü. Süleyman’ı saklarken bir de bu cinayet işi çıktı, işin yoksa bir de Haydar’ı sakla zarbolardan!

            Dedik böyle olmaz, mesele olmasın başımıza gidip gömelim cesedi, saklayalım her şeyi çocuğun başı belaya girmesin. Bu deli Haydar hiç oralı değil. Hala hava peşinde, “Ulan bugüne kadar hep normal insan vurdunuz. Kaçınız vampir öldürdü? Mahallede tanıyın artık kardeşinizi, vampir tepeledim!” dedi. İyice ruh hastasına bağladı, artık neyin kafasıysa.

            Kalktık gençlerle, karanlık sokaklardan ve tehditkar bakışlardan sıyrıla sıyrıla eski eve geldik. Lan ev zaten normalde korkutucudur, gece vakti daha da korkunçlaşmış, perili köşk gibi bir şey. İncir ağaçları, selvi ağaçları var sarmaşıklar felan tam filmlik mekan. Biz olmuşuz yusuf yusuf, ama dışa belli etmiyoruz. Girdik evin içine. Bir yandan da Haydar’a sövüyoruz ulan başımıza ne iş açtın, kurt mu vardı taktın peşimize getirdin bizi?

            Mahzene indik elimizde çakmaklar, tabutun başına dikildik. Zaten korkuyoruz, ev gacır gucur ses çıkarıyor, baykuş sesleri geliyor biri “höt” dese “Yemişim namını delikanlılığını…” diyerek çil yavrusu gibi dağılacağız neredeyse. Bu Haydar demez mi: “Ben tabutun kapağını örtmemiştim bu kapalı, kesin biri girdi buraya!” Elimiz ayağımız buz kesti tabi. Haydar’a söve söve açtık tabutu içi boş. Ne adam var ne kazık var. Dedik kesin bu Haydar bizi madilemeye kalktı felan. Bir baktım bir şeyler oldu, mahzenin sağında solunda gaz lambaları varmış kendi kendine yandı. Biz korkuyla birbirimize kıç kıça dip dibe girmişiz, altımıza etmeyelim diye zulalarımızdan kelebekleri bile çıkartamıyoruz öyle bir durum.

            Bir baktık, bir anda mahzende uzun boylu, efendi kılıklı bir adam peyda oldu. Sırtına böyle siyah bir örtü geçirmiş, solgun suratlı ama kötü bakışlı, yine de karizma diyebileceğiniz acayip bir adam. Gözlerine bakmanın mümkünatı yok, ateş gibi bir şey kesse bizi gıkımız çıkmaz. Parmağında bir yüzük, böyle şövalye yüzüğü dediklerinden bizim Tırcı Bahattin abinin koca yüzüğü gibi bir şey. Kaşla göz arasında sordum Haydar’a: “Bu muydu lan kazığı soktuğun lavuk?” Haydar’ın beti benzi yine atmış durumda. Adam bize biraz daha yaklaşıp psikopat gibi bakmaya devam etti. Ağzını açtığında çenesine dek varan iki sivri dişini görünce bizim de Haydar’dan farkımız kalmadı. Dedim ya bazılarımız doğuştan cenabettir diye. Koca dünyada, bu kadar insan içinde yaşayan tek vampir gele gele bizim mahalleye gelmişti ve biz şimdi onunla baş başaydık.

             Vampir bize bakarak: “Yukarı gelin.” deyince tıpış tıpış yavru ördek gibi peşine dizildik. Eski köşkün orasında burasında yanar durumda gaz lambaları. Bir köşeye geçip vampire karşı susta durduk. Susmak tehlikelidir, sırf manalı susmalardan çıkan kanlı kavgalar vardır diye lafa girdim: “Abi isim neydi? Drakula mı?” Vampir suratıma bakarak Türkçe: “Drakula, Lestat, Strahd ya da Şerruh. Ne fark eder ki?” Yine sustuk. Vampir haklıydı. İsmini söylese ne olacaktı, uzaktan akraba çıkacak halimiz yoktu ya? Haydar benden cesaret alıp önünü ilikleyerek: “Sayın abicim, size karşı bir hatamız olduysa affet büyüğümüzsünüz sonuçta. Alkolün verdiği bir cesaretle tatsız bir olay yaşandı aramızda.” Vay arkadaş! Resmen vampire abi çekiyorduk, görülmeye değer manzaraydı. Vampir bize bakmaya devam etti. En son semtimizin kadrolu dumancılarından Şabo lakkadanak koyuyor lafı: “Aga biz şimdi gidelim mi kalalım mı öyle bakıyorsun ama?” Ayakla dürteyim dedim ama kafası almaz diye vazgeçtim. Vampir: “Bundan sonra mahallenize yerleştim. Artık buranın efendisi benim. Sizlerde halkımsınız. Kanlarınız efendinize aittir.” Vampir bunları der demez ortalıktan yok oldu. Bizimkiler çakmamıştı ama ben mesajı almıştım. “Size posta koydum, şimdi s…. gidin!” demenin vampircesiydi.

            Tıpış tıpış köşkten çıkıp sokağa varınca ardımıza bile bakmadan arsaya geri döndük. Başkası olsa sallamazdı, vazgeçerdi. Gelgelelim bizler atarlı semtin giderli çocuklarıydık. Bu işin peşini bırakmazdık. Tek sorunumuz daha önce bir vampirle mevzumuz olmamıştı.

            Bizler de bizden daha iyi bilir diye surların orada uçta bucakta kalmış olan Eski Kilise’nin papazına gittik. Kiliseye gittiğimizde yerine zangoç çıktı. Zangoca vampir nasıl marizlenir diye sorduk, “Dalga geçmeyin ulan çarpılırsınız!” diyerek kovaladı. Ne yapacağımızı bilmiyorduk. Tüm kapılar yüzümüze kapanmıştı. En iyi bildiğimiz yol olan kavgaya girelim semti yığalım, bıçaklarla şişlerle ağzına s.çalım desek yine çıkış yoktu. Bir kere elalemi vampir muhabbetine nasıl inandıracaktık? Hadi inandılar, demezler mi bu kadar adam, bir tıfılı tepeleyemediniz diye?

            Biz böyle düşünürken pıtrak gibi aklımıza bir isim düştü. Mazlum abi. Mazlum abi, mahallenin ta öbür ucunda birahane işletirdi. Üniversitede okurken siyasi olaylarla karışıp kendini içkiye vurduğu söylenirdi. Kalktık bu sefer ona gittik. Ha eski siyasi yeni şarapçı bu adamcağız bize vampirler hakkında ne bilgi verebilirdi bilemezdik ama denemeye değerdi. Başka çaremiz yoktu.

            Gittik birahaneye. İçerisi kadrolu ayyaşlarla dolu, kafalar dumanlı, tavan arasındaki farelerin bile kafası güzel öyle bir ortam. Yaşımız genç, birahanede görünsek anamız babamız: “İt kopuk mu olacanız lan!” diye ağzımıza yüzümüze kemerle girişeceklerinden fazla görünmeden cevabımızı alacaktık. Mazlum abi’yle doğrudan nasıl konuşacaktık ki? Aklımda evirip çevirip şu soruyu sordum: “Abi bir adam düşün. Zengin olsun, güçlü olsun. Yenilmez, yıkılmaz olsun. Buna zarar verse verse ne zarar verir abi?” Ben dahil sorudan bi bok anlamamıştık ama Mazlum abi kendince bir şeyler düşünmüştü. Yüzümüze çarpan kesif şarap kokusunun eşliğinde: “Bak… Adamı ne yıkar? Bir kötü kadın. Yuva da yıkar, adam da yıkar… Bir kadın yıkar…” Kafamda belli bir fikir oluşmuştu gibi. Birahaneden çıktığımızda bizimkilere de açtım. Vampirin başına şirret, çaçaron bir mahalle kızını musallat edecektik. Öyle ya buradaki kızların bizden pek bir farkı olmamasına rağmen internet sitelerinde zengin, yakışıklı, anlayışlı koca aradıkları biliniyordu. Her mahallede yine bu ayarda hakikaten güzel olan ve bu nedenle istediğine kavuşarak evlenip semt dışına giden, kocasının başına dünyayı dar eden afet-i devran çaçaronlarda mevcuttu. Onu alıp vampire sunacaktık.

            Arkadaşlar ilk karşı çıktılar: “Ne yani sırf ölümsüz diye elin herifine g.doşluk mu yapacağız?” dediler. Mahallenin mahvolmasının, milletin kanına çöreklenecek olan bir manyağın engellenmesi için bir kere yapılabilecek bir g.doşluktan kimseye zarar gelmezdi. İkna oldular, vampire kimi sunacağımızı sordular. Mahallemizin en güzeli ve en çaçaronunu sunacaktık ona. Başına bela olacaktı.

            Mahallenin tam sınırında otururdu Aydagül. İnternet sitelerine ilan bırakmaya ihtiyaç duymazdı. Belalısı, uğruna bıçak yiyeni de bıçak çekeni de bol bir kızdı. Kavgacıydı, zapt edilemezdi ve burnu havadaydı. En iyilere layık görürdü kendilerini. Surların ardındaki Roman mahallesinden, üç apartman sahibi Çeribaşı Rasim’in oğlu Hasan’ı, surların yukarı tarafındaki sofuların mahallesinden daireler zengini, çarşı sahibi Hacı Mustafa’nın oğlu Sami’yi, pavyonlar işleten mafya ağası dedikleri Gega Fuat’ı reddetmişti. Kabil olsa yeni şehrin kıyısındaki sosyete semtlerine çıkarma yapardı. Ama onun zaafı işte bu huyuydu. Zengin, karizmatik ve asil birisi kendisine sahip olmak isterse, evlilik şartıyla onun olurdu. Zaten bu yüzden onu vampire sunmak zor değildi, bir duysa kendi ayaklarıyla koşardı vampire.

            Aydagül’ün evine gitmeden önce plan gereği onu vampire götürecek bir şeye ihtiyacımız vardı. O yüzden evvela tekrar köşke giderek vampirin köşküne geldik. Kapısını çaldık. Bir süre sonra arkamızda belirdi i.oğluit. Meseleye direkt girdim. Dedim böyle böyle, madem lordsun, kendi damağına uygun kurbanlar seçeceksin, şöyle iyisin böyle kralsın işte sana ilk kurban, hem de müstakbel karın.

            İlk başta dalga geçtiğimizi sanarak bizi öte tarafa postalayacaktı belki ama telefonlarımızdaki bazı resimleri görünce güzelliğine kani oldu. Onun nerede olduğunu sordu. Vampire buna gerek olmadığını, kızı bizim getireceğimizi söyledi. Hoşuna gitmişti ona g.doşluk yapmamız. Yalnız tek şart vardı. Kız her fani gibi maddi şeylere değer veriyordu. Ailesi bile bazı şeyleri görürse, hiçbir şey olmadan mahalleye dadanabilirdi. Vampirin hoşuna nasıl gitmesin? Sen yıllarca ondan bundan kaç sonra geldiğin yerde millet kendini emdirmeye meyilli olsun. Balıklama geldi oltaya teres.

            Sonra bu kayboldu. Bir süre sonra kapı açıldı, bu elinde bir ufak sandık. Sandığı açıp gösterdi. İçinde birkaç tür altın, inci boncuk türünden hediyelikler. Neredeyse semtin tamamını satın alır. Biz sandığı aldık, Aydagül’lerin evine yollandık. Yolda şeytan dürtüklemedi değil hani bu sandığı alıp kaçmamız hususunda. Ama sonuçta biz ne kadar kadersizde olsak mahallemizin çocuklarıydık, mahalle söz konusu oldu mu kendimize bile yamuk yapamazdık.

            Aydagül’lerin evin önüne gittik, arkaya dolanıp camına çakıl fırlattık. Çıktı cama, dedik sana kısmet var. Ağız dolusu sövdükten sonra camı kapatacaktı ki sandığı açmamızla alıcı saksağan gibi altınların parıltılarını gördü. Yine de esaslı kızmış, “Altın maltın ne ayak” babında sorular sordu. Yalandan kim ölmüş, başladım sıkmaya. Mahalleye yeni taşından zenginden, kendisini gördüğünden ama utangaç olduğundan yaklaşamadığından falan filan bahsettim. Hem zengin hem utangaç olması işine gelmiş olacak ki önce içeride kayboldu. Ardından camdan atlayıp peşimize takıldı.

            Mahalleliye görünmeden yokuş yukarı tırmandık. Tabi bu arada boş durmadık. İnternet kafeye gitmiştik Aydagül’den önce. İnternette vampirleri kurcalattırdığımızda şişman bir elemanın yazdığı birkaç yazıya denk geldik, manavdan bolca sarımsak aldık, birde camiinin oradaki muskacı dayıdan birkaç muska öyle çıktık yola. Kızı ateşe atamazdık kolay kolay, mahallenin namusu söz konusuydu. Gelgelelim Mazlum abiye inanıyorduk.

            Köşkün önüne geldik. Herkes tetikte. Kız şaka maka sanıyor hala ki elinin altında ustura bulundurduğunu hepimiz fark ettik. Hakikaten şaka olsa canımıza okuyacak demek ki? Yeniden çaldık kapıyı. Gecenin bir yarısı o kapılar gacır gucur seslerle kendiliğinden açıldı. Gölgelerin arasından vampir çıktı geldi. Kızın canlısını görünce daha da bir tuhaf oldu herifçioğlu! Sandığı vampire geri verdikten sonra ikisinin içeriye girdiğini gördük, tek kelime konuşmadılar. Kapılar yüzümüze kapandı gürültüyle.

            Ama dışarıya sesleri geliyordu. Vampirin güzel Türkçesiyle konuşmaları, şiir okumalarını felan duyuyorduk. Kıza hasta olmuştu! Ama nasıl öleceğini hala bilmiyorduk. Bir yerde bir terslik mi vardı? Aydagül’ün sesleri geliyordu arada. Çocuklara bira aldırıp köşkün bahçesinde demlenmeye devam ettik.

            Aydagül, karşısındakinin ne olduğunu anlamış hiçbir saldırısını ardı arkası kesmeden salvoluyordu. Önce o da vampiri sevdiğini felan anlatmaya başladı. Sonra vampiri kolayca kabul edemediğinden felan bahsetti. Hani klasik kendini gösterip geri çekme. Vampirin hırıldamalarını işittik sonra. Hırıldama sonradan yalvarmaya döküldü, Aydagül dua okuyordu. Bizim gibi Kuran kursundan kaçıp kaçıp gitmediği için vampire karşı sökmüş olmalıydı. Vampire kendisini istediğini ama şartlarını yerine getirmesini söylediğinde başladı şartlarını saymaya.

            “-Ben öncelikle erkeğin ne olursa olsun beni taşıyabilmesini isterim! Hırlama! Vallahi okurum şimdi Fatiha’yı! Nerede kalmıştım. Hah. Beni taşıyacaksın anacım. Ben kültürlü, zeki, esprili, olgun, çocuk ruhlu, maddi açıdan beklentilerimi karşılayabilecek denli zengin. Bir fe trip istemem, ben gel dediğimde geleceksin git dediğimde gideceksin. Öyle evlenmeden önce uçarak odama gelmek felan yok. Evlenene kadar elini süremezsin bana. Ayrıca ben kolay kolay evlenmem. Nişantaşı’nda ev isterim, lüks olacak. Ayrıca araba da isterim. Ha bir de…”

            Biz daha fazla katlanamadık ama ne olur ne olmaz diye bahçenin öbür ucuna geçtik. Neredeyse güneş doğacaktı ama Aydagül’ün sesleri halen geliyordu. Vampirin hırıltılarından eser yoktu. Biz hala ne olacak diye bekliyorduk. Birden acı bir çığlık sesi duyduk. Güneş doğmuştu. İçeriden vampirin böğürtüsünü duyduk: “Allahını seven tutmasın beni!”

            Köşkün kapılarını parçalayan vampirin koşa koşa gün ışığına kendini fırlattığını gördük. Adam kısa sürede yandı kavruldu toza döndü, yok oldu gitti gözlerimizin önünde. Musibeti mahalleden kurtarmıştık. Mesele gizli kalacaktı ama yine de mahallenin gizli kameraları teyzeler ve dayılar aracılığıyla eklemeler ve çıkarmalarla yaşatılacaktı.

            Vampirin yok olmasını o anda kendimizce kutladık. Telefondan yüksek tempolu disko müziğini açtık, caddeye çıkıp apaçi gibi oynamaya başladık. Delikanlıydık gerçi ama mahalleyi kurtararak bunu tescillemiştik. Kimse bize karışamazdı. Aydagül’ün şaşkın bakışları eşliğinde vampirin külleri üzerinde bildiğin dans ediyorduk…

SON
Mehmet Berk YALTIRIK
6 Haziran 2012 – İstanbul

4 yorum:

  1. Aydagül karakteri hikayeye dahil olana kadar tadından yenmiyordu.
    Betimlemeleriniz enfes
    Hikayeyi bitirdiğimde son kısım anlamsız bir boşluk verdi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim. Bu tamamen doğaçlama yazılmış bir hikaye. Normalde ben hikayeleri yazmadan önce genel bir taslak hazırlarım, başı sonu bellidir. Bu doğaçlama başladı, mahalle tasviri yaparken gelişti birden. Finali de doğaçlama gelişti tamamen. Absürt bir hikaye olsa da bazı karanlık yönleri var tabi :)

      Sil
  2. Adsız ile aynı fikirde değilim. Aydagül, güzelliği batasıca eli maşalı ev kızı tiplemesini güzel karşılamış.

    Hikayenin sonuna gelince, insan absürt hikayede porno gibi beklentileri sonsuz oluyor. Daha fazla absürtlük daha acayip son. Ama öykü yazarının, eserin tamamının bütünlüğünü korumak ve "ne içip yazdıysa artık" gibi tepkilerden kaçmak gibi bir kaygısı olduğundan bir yerde ayağını yere bastırmak zorunda kalıyor hikayeyi.

    Doğaüstü Olaylarla Mücadele Derneği ile makamda ama melodi, motif orijinal.
    Devamını bekliyoruz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim :) Dediğin gibi ben de yazarken: "Öbürüne benzeyecek ama olsun yine de yazayım!" diyerek tamamladım bu öyküyü. Beğenmene sevindim. Bu tarz mahalle ağzı, mahalle mevzulu hikayeleri arttırmaya çalışacağım :)

      Sil