9 Ocak 2013 Çarşamba

Kamuran Hanlığı'nın Mufassal Tarihçesi (Kara Mizah Öykü)

(Dünyanın en küçük ülkesi olarak kabul edilen Sealand'in hikayesinden esinlenilmiştir.)

1 Nisan: 
Bu sürece nereden geldim hiç bir fikrim yok. Ama beni bu yola nelerin sürüklediği aşağı yukarı belli. Kararım kesin, tez zamanda kendi hükümdarlığımı ilan edeceğim! Gerçi 21.yüzyılda ne hükümdarlığı ne sultanlığı diyeceksiniz. Haklısınız ilk düşündüğüm zaman ben bile kendi kendime "Lan bi git çay koy!" dedim, ama başka çarem kalmadı. Yoksa tahta çıkmaya, taç giymeye meraklı değilim!

Mecbur kalmamın nedeni ise içinde bulunduğum rutin hayat şartları başta olmak üzere bir takım psikolojik sıkıntılarımın olmasıdır. Ticari denememin ardından iflasın eşiğinden dönmüş, alttan yüzlerce dersim varken "milyonerler okulu bıraktı" geyiğini bahane ederek üniversiteyi yarıda bırakmış, maddi gücümün azalmasıyla "beni taşıyabileceğini düşünemiyorum" diyen "ex" nişanlımın terk etmesiyle dımdızlak kalmış biriyim. Etrafıma abuk subuk insanlar doluşmaya başladı. Yeni birini bulalım diyenler, kanka süper bir fikrim var diye gelenler gırla...

Tüm bunlardan uzaklaşıp bağımı koparmayı düşündüm. Issız adaya düşeyim dedim, canım yine sıkılır diye vazgeçtim. Manastıra kapanayım dedim onun da bin türlü uygulaması var yok din değiştir yok onu yap, orada bile rahibi var mahibi var ayak altı sonuçta... İntiharı da benim gözüm yemedi. Uzaklarda bir sahil kasabası ise bütün gece rakı içip sabah mangala gelecek beleşçi tanıdıklarımın başıma üşüşmesine neden olacaktı.

İşte nasıl koparım bu keşmekeşten diye çareler ararken kendi ülkelerini kuran insanların hikayelerine rastladım. İnternette tuhaf şeyler vardı.  Mesela Almanya'da bir soylu vergilerden yakınıp kendi krallığını kurmuşken, yine Avustralya'da iki kişi krallığını ilan etmişti bu kafada. İngiltere'de elemanın biri deniz platformu üzerine devlet kurmuş, üç Alman orayı ele geçirmeye çalışınca onları rehin almış bu da o "ülkenin" tarihinin ilk iç savaşı olarak kabul edilmişti. Şimdi okuyunca insanda ilk başta "Pal Sokağı Çocukları" gibi "Düğmelerin Savaşı" gibi bir intiba uyandırıyor haklısınız. Ama benim takıldığım yer başkaydı. Sınır olayı vardı bir kere. Bu beni herkesden ve her şeyden soyutlayacaktı. Ha belki popüler olabilirdim yine başım ağrırdı ama sınır derdi olmazdı en azından. Kendi hükümdarlığımı kurmaya niyet ettim.

Acaba yolun başındayken vazgeçsem mi?

2 Nisan:
Hükümdarlık fikrini güvenebildiğim ve tıpkı benim gibi insanlardan kaçış için fırsat aradığını sürekli belirten ("Bir trene binicen ve sadece gidicen hacı", "Aslında bi' tane büfe açıcan güneyde, takılıcan hacı" ve benzer cümleler...) belki ciddiye aldığım tek insan olan Selahattin'e açmıştım. Ona güvenmemin nedeni aşırı derecede "realist" ve bir miktar "kurnaz" bir insan olmasıydı ancak sıradanlığın sıkıcılığının farkında olanlardan olduğundan bunu sürekli aşmayı denediği için, benim gibi kendi varoluşuna aykırı, kendisine yeni yeni fırsatlar vaad eden bir teklife karşı kayıtsız kalamazdı.

Fikri ilk duyduğunda "Abi hükümet mükümet bir ton pisliği vardır, oraya imza götür, buna rüşvet yedir başımıza iş alırız..." diye karşı çıktı, ancak kuracağım yapıda önemli görevler vaadedeceğimi bildirdiğimde, hayatının akışının dışında bir varoluş fırsatı gördüğünden biraz sıcak baktı. Bu önemliydi çünkü bu işe tek başıma kalkışırsam kapıma gelen sağlık ekipleriyle birlikte en yakın tımarhaneyi boylardım. Ancak birkaç kişi bu işe girişirsek insanlar "normal bir eylem(!)" olarak nitelendirebilirdi.

Selahattin, bu hükümetin kurulacağı yer için uygun bir yer bulup bulmadığımı sormuştu. Ona bu iş için niyetlenmeden evvel tamamen masumane amaçlarla aldığım, üç katlı ahşap konaktan bahsetmiştim. Mütevazı bir bahçesi ve arka bahçesinde de ufak bir ardiyesi olan bu evi, iflasımdan önce almıştım ve artık orada yaşayıp hali hazırda oturduğum dairenin kirasıyla geçinirim diye düşünüyordum. Yine yapacağım bu olacaktı, ancak tek fark kendi ülkemin hükümdarı olmaktı.

Selahattin beslenme ve diğer ihtiyaçların nasıl karşılanacağını sordu. En önemli gelirim oturduğum evden gelecek olan kiraydı, sonra öbür eve yüklü miktarda yiyecek içecek depolamıştım. Selahattin bunların yeterli olmayacağını, reklam şirketleriyle vs. anlaşılırsa yüklü miktarda para ve marjinalliğe meraklı turistlerin de gelmesiyle önemli miktarda gelirle ülkenin çekip çevrilebileceğini söylemişti. Üstelik bulabilirse birkaç kişi daha bulabileceğini söylemişti.

Her türlü hazırız...


3 Nisan

Ahşap konağa yerleştim. Yine erzak merzak depoladım, ardından Selahattin geldi. Ülke için birkaç vatandaş bulduğunu söyledi. Fazla kalabalık olmasına karşıydım neticede kafamı dinlemek ve her şeyden uzaklaşmak için almıştım bu kararı. Ülkenin adının ne olacağını sorduğunda kendi adımı vereceğimi söyledim. "Kamuran" isimli bir ülke acayip olabilirdi belki ama sonuçta kendi kafama göre kuruyordum kim ne karışır? Yönetim sistemini hanlık olarak düşünüyordum. Sultanlık, padişahlık desem belki ideolojik bir mesele zannedilebilirdi. Kamuran Hanlığı olacak...

Kanunu nizamı sordu Selahattin. 10 sayfalık, ufak bir bloknota yazmıştım kanunları. Yönetim şekli hanlıktı, ben her şeyden sorumluydum, eli silah tutan herkes güvenlikten sorumluydu, yargı, yasama, yürütme komple bendeydi. Zaten sınırlar belli o kadar girift kanunlar koymaya ne lüzum vardı ki?

İnternet bağlantısını da konağa aldırmıştım. Bağımsızlık kararı açısından önemliydi. Yoksa mahalleden neyi nereye duyuracaksın, kim sallayacak?


4 Nisan

"Kamuran Hanlığı"nı resmen kurduk. İlkin sokaktan konağa doğru acayip acayip baktılar ama internette haber patlama yapınca insanlar durumu anladılar tabi. Kapının önüne televizyoncular geldi, sözlüklerde geyiği dönmeye başladı, bloglarda yazılar yazıldı. Şimdiden Facebook'ta "Dünyanın en küçük ülkesi ehe mehe" konulu geyiklere konu olduk. Ama sıkıntı yok. Duvarların üzerinden televizyonlara yaptığım basın açıklamasında kapımızın herkese açık olmadığını, şartlar zorlamadıkça da yeni vatandaş alımının mümkün olmayacağını ancak turistik amaçlı belli zamanlarda gelebileceklerini söylemiştim. Vizeyi veren bendim sonuçta...


5 Nisan

Şimdiden sıkıntılar nüksetti. Gerçi ilhak meselesi kanallarda tartışılıyor ama o sıkıntı değil, hükümet: "dünyanın en küçük ülkesi diye tanıtırız, turist gelir, esnafın yüzü güler" yönünde bir açıklama yaptığından tek kurşun yemeyeceğimizi anladım, sıkıntı bu değil. Asıl sıkıntı Selahattin'in istekleri. Reklam aldık zaten, ödemeyi peşin yaptılar, yiyecek giriş çıkışında problem yok.

Kapıya üç öğrenci dayanmış, bizi de ülkeye dahil et diye. Ben kabul etmedikçe Selahattin bastırdı. "Abi evde... Pardon krallıkta bir ses olur neşe olur..." diye sabahtan beri amansız bir lobi faaliyeti sürdürdü.

Düşüneceğimi söyledim ona...


6 Nisan

Selahattin'in istekleri, can sıkıntıma galebe çaldı. Hakikaten az biraz nüfus iyi gelirdi. Evde ses olurdu. Her şey bir yana, han olmama rağmen evde emredecek birilerinin olması egoma da iyi gelirdi diyerek, öğrencilerle kapı önünde görüştüm. Her dediğimi kabul ettikleri sürece, bana hizmet etmeleri karşılığında konakta kalabilecekler, yemek yiyebilecekler ancak ben ne emredersem onu yerine getireceklerdi.

Yalnız bunların bir şartı vardı ki bu Selahattin ile bana daha ziyade cazip gelmişti. Arada bir evde parti verebilecekler, dışarıdan insan alabileceklerdi yalnız geçici bir süre diplomatik izin verilerek yapılacaktı bu.

Aslında kabul edecektim ama "Kıç kadar ülke ama bürokrasisi var" desinler diye biraz daha düşünmemiz gerektiğini söyleyerek görüşmelere ara verdim. Selahattin bana küsüp odasına çekildi. Ben de şimdi nette bana gelen geyik amaçlı mesajları okuyorum...


7 Nisan

İlk vatandaşı kabul ettim! Malum "çok pis bürokrasi var abi" desinler diye beklettiğim, evin önünde kamp kuran üç üniversiteli yerine, bizim mahalleden Deli Nedim'i vatandaşlığa kabul ettim. Kimseye zararı yok, tüm gün içip konağın aşağıdaki odalardan birine takılacağını söyledi.

Akşama doğru Selahattin öğrencileri niye kabul etmediğimi sorduktan sonra evde hayalet olduğunu söyledi. Asabımı bozmamasını söyleyince çekti gitti. Kesin ev kalabalıklaşsın diye korkudan eve insan çağırayım diye mahsustan söylüyor. Ben adamın derdini biliyorum. Öğrenci gelsin, arkadaşları gelsin, ortam olsun... Ülke kurmuşuz adam hala ortam derdinde.

Aşağıya indim biraz önce baktım Deli Nedim, aşağıda mutfağın orada demleniyor. Hayalet gördüğünü söyledi. Kesin Selahattin mi tembihledi diye sordum, "Selahattin kim hayaletin adı mı?" diye sordu bana. Kafasının güzelliğine verip uyudum...


8 Nisan

Odadan hiç çıkmadım. Selahattin bir kere gelip "hayalet var aga" geyiğini kapının ardından yineleyip gitti. Ardından akşama doğru aynı geyiği Nedim de çevirdi. Kıllanmadım değil gerçi inceden. Malum eski konak ben ne bileyim geceleyin kömürlükten gulyabani mi çıkıyor, mahzeninde vampir mi dolaşıyor?

Hep birlikte kafayı mı yiyoruz, yoksa bu Nedim'e hayalet vesvesini verip üzerime gönderen Selahattin mi? En temizi yarın öğrencileri kabul edeyim, evde ses olsun nasıl olsa alacaktık çocukları, bu kadar bürokrasi yeter.

(Tırsmadım desem yalan olur...)


9 Nisan

Gençleri ülkeye kabul ettik. (Özgür, Alp, Onur) Diplomatik konuk geçiş hakkı yasasını da kabul ettik parti olayı için. Bana "haşmetmeab" felan diye hitap ediyorlar, Nedim gerçi "kralım" diyor ama olsun adam sonuçta saygı duyuyor. Selahattin sevinçli tabi. Hadi parti verelim dedi, verdik.

Eğlence güzel...


10 Nisan

Sabaha karşı izinleri kaldırıp partiye gelenleri postaladık. Yalnız Selahattin'in telefonunu hacılamışlar, Selahattin ülkeye bir polisin, bir istihbarat müdürünün şart olduğunu söyledi. Kabul ettim. Bir baktım mahalleden Seher teyzeyi getiriyor. Arkadaş millet ülkesine dışarıdan alim getirir, bilim adamı getirir biz getire getire niye mahalle teyzesi getiriyorduk?

Aslında Selahattin'in dahice bir önlem planı vardı. Seher teyze klasik mahalle teyzesi olduğundan eve girip çıkan turiste, ev ahalisine dikkat ederdi. Sınırsız çekirdek ve televizyona tav olmuştu. Televizyon ve çekirdek çuvalıyla koymuştuk salona gelene geçen baksın diye. İlk makam dağıtımını o ara yapmıştım, Seher teyze hem bulaşığa felan da bakarım diyince maaşa bağladım, Güvenlikten Sorumlu Bakan yaptım. Selahattin'de bir paye istedi ama vermedim, bu haliyle bile zarar bir de paye versem kim bilir neler yapardı. O yüzden teyze haricinde bakan atamaya lüzum yok biz bizeyiz sen yine benim en kral arkadaşımsın diyerek gönlünü aldım.

Selahattin benim halk arasında gizli ajanım olacaktı. Ama resmi bir görevi olmayacaktı öyle anlaştık. Gece Nedim geldi, yine hayalet görmüş... Kovaladım tabi ne yapacaktım...


11 Nisan

Selahattin'e göre krallığımız kültürel açıdan zayıf kalmış. O yüzden bir tane bilgili gibi araştırmacı gibi birini vatandaşlığa kabul edelim dedi. Kabul ettim. Gizlice mahalleye sızmış yine, emekli Faik amcayı getirmiş. "Bu mu lan bilge, tüm gün bulmaca çözüyor?" diye çıkıştım ama sonuçta genel kültürü olan insandı. Tavan arasında manzarası güzel bir oda ayarladım, aldı bulmacalarını birkaç kitabını yerleşti eve. Zaten karısı yok, çocukları hayırsız ona da bir neşe oldu bu vatandaşlık fikri.

Ancak Nedim'i vatandaşlıktan atmayı düşünmedim değil. Aga tutturmuş bir hayalet geyiği çocuklara vesvese veriyor, korkutuyor felan... Uyardım gerçi ama deli adam sonuçta ne yapacak...


12 Nisan

Umarım ortalık karışmaz zira epey civcivli mevzular dönüyor hanlığımda...

Selahattin, ben, Deli Nedim, Özgür okey oynuyorduk ikinci kattaki sofada. Onur geldi, abi bir arkadaşımız var Pelin o da vatandaşlığa geçmek istiyor dedi. Selahattin beni bir odaya çağırıp, bu fikre karşı çıktığını söyledi, "Aga bak ortalık karışır, karı kız davasına birbirimize düşeriz" falan diye söylendi. Kapıya inip Pelin'i görünce fikrini değiştirdi, yine başladı yalana "Abi evde ses olur, mes olur" diye.

Selahattin'e sinir olsam da Pelin'in vatandaşlık isteğini kabul ettim. Neticede bir ortamda bulununca ister istemez krallığımı bekar evine çeviren vatandaşlarım kendilerine çeki düzen verecekti. Seher teyzeyi de tembihledim, kıza göz kulak olsun diye, merak etmememi söyledi...

İnşallah ortalık karışmaz, bu Selahattin'in bakışları hiç hoşuma gitmiyor... Bu da yetmezmiş gibi Nedim yine gelip hayalet gördüğünü söyledi. "Abi niye hep gece geliyorsun?" dedim, "Hayalet gece geziyor kralım..." dedi.

Fesupanallah...


13 Nisan

Krallığın tarihindeki ilk iç savaş yaşandı, bitti saygısızca... Harbiden saygısızca oldu ama. Sabahın körü, sızmışım geceden. Bir baktım bağırış çağırış var. Aldım kızılcık sopasını bir indim, Özgür'le Alp birbirine girmiş, bunları evire çevire dövüp ayırdım. "Kız yüzünden" kavga ettiklerini duyunca ceza olsun diye ikisini de kulaklarından tutup kömürlüğe kapattım.

Nedim geldi yine: "Hayalet var..." dedi. Sordum: "Lan hani gece geziyordu?" diye. "Sen gece söyleyince kızıyorsun şimdiden söyleyeyim" dedi. Ağzına burnuna girişecektim Selahattin'le Onur zor aldı elimden.

Seher teyze, Selahattin'in kızın çevresinde çok gezdiğini söyledi ki dediğine göre bu çocukları birbirine düşürmüş olabilirmiş. Bu istihbarat doğrultusuna ne yapacağımı düşünüp bilir kişi diye tavan arasına çıktım, Faik amcanın yanına. "Menfi hadiseler bunlar efendim, hiç tasvip etmiyoruz ama yaşanıyor. Bak bizim zamanımızda bir emekli albay vardı, rahmetli Nadir bey..." diye anısını anlatmaya başlayınca "Norveç kralını aramam lazım amca, ayıp olur..." yalanını söyleyerek ayrıldım yanından.

Uyumadan evvel Pelin'in yanına uğrayıp rahatsız eden, sarkıntılık eden olursa bildirebileceğini söyedikten sonra odama çekildim.


14 Nisan

Çocukları affedip zindandan çıkardım. Kömürlükten daha havalı olduğundan artık oraya zindan deme kararı aldık. Gerçi Pelin böyle şiddetli, otoriter uygulamalara karşı olduğunu söyleyince Selahattin'ler hemen geri adım attı ama ben turistik amaçlı olarak zindan dediğimi söyleyince kabullendi. Herkes ayrı telden çalıyor.

Nedim, odama not bırakmış: "Hayalet var konakta..." diye yazmış. Arkasına: "Bir daha hayalet yazıp odaya bırakırsan ağzını burnunu kırarım güzel kardeşim..." diye yazarak kapının önüne bıraktım.


15 Nisan

Hanlık ikinci iç savaşını yaşayacak. Ama sabrediyorum yine.

Selahattin bu sefer Alp ile Onur'u küstürmüş, hatta Özgür'ü de ötekilere karşı doldurmuş hep Seher teyze söyledi bunları. Topladım milleti mahkeme yaptım. Selahattin: "Teyzeye mi inanıyorsun bana mı inanıyorsun böyle mi arkadaşız, teyze gelmiş seksen yaşına yanlı görmüştür" deyince teyze üzerine yürüdü Selahattin'in araya girdik. "Ben yaşlı değilim" temalı ufak bir krizin ardından mahkeme oturumunu yeniden açtım. "Oğlum kadını alıp güvenlikten sorumlu diye sen getirmedin mi niye inanmayayım teyzeme?" dedim. Selahattin küstü odasına çekildi yine.

Pelin olaylar kendisinin yüzünden çıktıysa vatandaşlıktan çıkabileceğini söyledi. "Yok yav olur mu öyle şey" diyip gönderdim, kız da huzursuzlanıyor tabi... Nete oturdum, facebook'tan bir mesaj gelmiş bizim Onur'dan. "Haşmetlim! Nedim abi dedi ki evde hayalet geziyormuş, size iletmemi söyledi..." Hemen cevapladım: "Sabah yine Casper izlemiş etkisinde kalmıştır, adı üzerinde deli çok ciddiye almayın. Söyleyin ona gözüme görünmesin" diye de ekledim...

Bir de bunlarla uğraşıyoruz...


16 Nisan

İkinci iç savaş patlak verdi.

Sabahın köründe Selahattin, gitmiş Pelin'e "Sana asılıyor o" demiş, teyze duy sen bunu bana anında öttü tabi. Gittim buna kızılcıkla giriştim. Azarladım bayağı bi. "Sen görürsün!" diyerek gitti bu. Baktım bir saat sonra çocuklar geldi, "Han'ım! Yetişin! Selahattin abi kendini tuvalete kitlemiş, bağımsızlığını ilan etmiş. Cep telefonunda internete bildiri gönderiyor." Sen git tuvalette Selahattin Krallığı'nı kur. Evi Age of Empires'a çevirdi dengesiz!

Dayandım kapısına: "Lan oğlum salak mısın? Rezil mi edeceksin bizi? Tuvalette ülke mi olur, tezek ihracatıyla mı geçineceksin?" dedim. Dinlemedi. Müdahale şarttı, ülkemi korumalıydım. Kapıyı kırıp Selahattin'i aldım. O anda infaz ettim cezasını. Sürgüne gidecekti, arka bahçedeki ardiyeye. Ardından onun hesabından nete girip: "Pardon arkadaşlar kuzenim yazmış, öyle bir şey yok" diye yazıp Tuvalet İhtilali'ni kaşla göz arasında sümenaltı ettim.

Ardiyeye Selahattin'i kilitledim, Onur'a her sabah ve akşam yemek verilmesi haricinde kimsenin kapıyı açmamasını tembihledim. Deli Nedim, Faik amcayı bana gönderip hayalet şikayetini yineleyince onu da yakaladım. Pataklayacaktım ama yine elimden aldılar...


17 Nisan

Muazzam bir komplonun ve yıkımın eşiğinden döndüm! Sabah vakti, Selahattin bu Deli Nedim'i bahçede görünce seslenmiş kendisini çıkarttırmış. Gitmiş çocukların yanına tahta beni geçirin demiş, kıza sarkıyor bu demiş. Kapıma dayandı hainler!

Bunlar bahçeden gelirken ben, Faik amca ve Seher teyze ikinci kata mevzilendik. Kızılcık sopasını çekip önüme katıp kovaladım hepsini. Selahattin'i ve ona uyanları vatandaşlıktan çıkardığımı hem internetten hem evde duyurdum. Deli Nedim de kovulanlar arasında.

Gerçi ev sıkıcı bir yer haline geldi ama olsun abuk sabuk işlerle uğraşmaktansa...


18 Nisan

Pelin evden ayrılmak istediğini söyledi. Ayrı krallıkta yaşamak beklentilerini karşılamamış. Muhtemelen "Erasmus" beklentisi içindeydi ama işte bizim mahallede neyin Erasmus'unu yaşayacaksa?

Ayrıldı kız. O gidince evin önünde dünden beri volta atan öbürleri de artık dolanmamaya başladılar.


19 Nisan

Hanlığım çatırdıyor, günden güne eriyip bitiyor. Faik amca, kahveyi özlediğini söyleyip mahalleye döndü. Vatandaşlıktan çıktığını söyledi tabi, gelmem bir daha buraya dedi. Seher teyze de güne gidemiyorum koptum mahalleden diye ayrıldı. Benden başka kimse yok...

Hükümdarım hesapta... Cengiz baba eşliğinde demleniyorum...


20 Nisan

Yazacak olay yok, ne yazayım dünün aynısı...


21 Nisan

Çok sıkıldım bu işten...


22 Nisan

Pufss...


23 Nisan

Facebook bile neşelendirmiyor. İlgi sıfır...


24 Nisan

Hanlığı feshetme kararı aldım. İnsanlardan kopayım diyordum gerçi ama kafa dinleme sandığım gibi bir şey değilmiş hemencecik geçti. Eski evime taşınıp burayı filmcilere kiralayacağım. Yeni birini bulur evlenirim çoluğa çocuğa da karışırım, neyime gerek benim monarşi...

Bu arada bunları o kısa kanun defterine ekleyip yazdım. Gelecek kuşaklara bir anı, bir hatıra kalsın diye... Böylece Kamuran Hanlığı 24 Nisan ......'de yirmi günlük süren saltanatın ardından sona erdi...


25 Nisan

Ama hesapta tımarhane yoktu ya...



SON
9 Ocak 2013 - İstanbul
 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder