3 Ağustos 2018 Cuma

Varkolakların Gecesi-Bölüm 8


Kırmızı Lada hızla uzaklaşırken Yaren’le Çağıl çarşı istikametine doğru hiçbir şey söylemeden yürümeye başlamışlardı. Yaren çok fark edilmeyen bir ses tonuyla: “Senin ev ne taraftaydı?” diye sordu.
            Çağıl fark etmedi. Aklında o an Danica ile kendi evine geleceğini bildiği Yaren vardı. Danica’nın sözleri, aklına soktuğu düşünceler dönüp duruyordu. Yaren’i elde edebilir miydi? Çok sonradan fark edebildi Yaren’in kendisine seslendiğini: “Efendim?”
            “Evin ne taraftaydı?”
            “Binevler tarafında. Otobüs kalıyor bu saatte, durağa ulaşırsak vakitlice gideriz.”
            Bir süre sessiz sedasız yürüdüler. Yaren: “Sence de Engin’de bir gariplik yok muydu?”
            “Şimdiye kadar normal miydi?”
            “Onu demiyorum. Biraz önceki hali… Muzaffer abinin konuşmak istemesi falan.”
            “Bilmiyorum. Dikkat etmedim.”
            Çağıl’ın zihninde iki soru dönüyordu, hiçbir şeyle ilgilenebilecek vaziyette değildi. Danica mı yoksa Yaren mi? Bir anda zihninde sanki yabancı bir ses belirdi. “Yaren…” ismi kulaklarına fısıldandı. Sanki Yaren çekim gücüne sahipti de manyetik bir alanmışçasına kendine doğru çekiyordu.
            Gençler sokakta asude yürürken tepelerinde apartman duvarları üzerinden kertenkele misali ilerleyen Danica’nın varlığından habersizlerdi. Danica, Çağıl’ı Yaren’e karşı zihinsel komutlarla kışkırtıyordu. Çağıl dürtülerine hakim olamayarak bir anda kızın üzerine atıldı. Yaren beklenmedik bir küfürle Çağıl’ı ittirdi:
            “Ne yapıyorsun salak! Ödümü patlattın!”
            “Ben… Ben hoşlanırsın sanmıştım.”
            Yaren şaşkın gözlerle Çağıl’a baktı: “Yanlış anladım değil mi? Yanlış anladığımı söyle bana. Sen… Sen ne yapmaya çalışıyorsun?”
            “Senden hoşlanıyorum…”
            Bunu aniden nasıl söyleyebildiğine Çağıl da şaşırdı. Yaren hayli sinirli görünüyordu.  Çağıl’ın yüzüne beklemediği bir anda sert bir tokat savurdu. Delikanlı yüzünü acıyla sıvazlarken, kız parmağını tehditkâr bir şekilde salladı: “Sakın peşimden gelmeye kalkma! Bir daha gözüme görünme! Sakın!”
            Koşar adım çarşı istikametinde yürümeyi sürdürürken telefonunu çıkardı. Tam tuş kilidini açacakken Çağıl aniden kolunu yakalayarak kendisine doğru çekti:
            “O manyak Engin’de ne buluyorsun? Düz, sıradan. Yaşantısı yok. Psikolojik sorunları başlamış durumda. Hem ben seni ondan tanıyordum! Engin gelip resmen çaldı!”
            Yaren’in yüzünün nefretle kasıldığını geç fark etti. Genç kız yüzünü tırmalayacakmış gibi yaptıktan sonra aniden kasıklarına tekmeyi savurdu. Çağıl iki büklüm olup yere çöktüğü esnada ara sokaklara doğru koşmaya başladı. Sinirlerine hâkim olmaya çalışarak gözlerine hücum eden yaşları güç bela zapt ediyordu.
            Çağıl yerde yatmaktayken kulağına birden Danica’nın tatlı fısıltıları gelmeye başladı: “Aileye katılmaya henüz hazır değil. Peki sen hazır mısın?” Kafasını kaldırıp etrafına bakındı. İçinden: “Kıza rezil olduk…” diye söyleniyordu. Sokağın iki tarafına da bakındığında kimseyi göremedi. Bir anlığına havadan siyah bir karaltının üzerine doğru indiğini zannetti. Kafasını tekrar havaya kaldırdığında kuş zannettiği şeyin sivri dişleri ve ışıldayan gözleriyle Danica olduğunu anladı…
            Yaren ara sokakların ıssızlığından ürkerek ve hızını değiştirmeden kısa sürede Londra Asfaltı’na çıktı. Durakta kimse yoktu. Caddeden arada sırada bir-iki araç hızla geçiyordu. Çağıl’a olan öfkesi henüz geçmiş değildi. Whatsapp’tan sınıf arkadaşlarından birine mesaj atarak onlarda kalıp kalamayacağını sordu. Arkadaşı gelebileceğini yazınca onların muhitine giden otobüsü beklemeye koyuldu.
            Arada bir içinde yılların arkadaşlığının bu şekilde bitmesinden doğan bir öfke nöbeti yükselse de sinirlerine hâkim olmaya çalışıyordu. Çağıl’ın sakin bir şekilde karanlık bir köşe başından dönüp kendisine doğru yürüdüğünü fark edince sinirini daha fazla tutamadı: “Hala ne yüzle peşimden geliyorsun lan!” diye gürledi. Sesi boş caddede çınladı. Çağıl hiçbir tepki vermeden sakince yürümeyi sürdürüyordu. Durağın dibindeki ışığın altına geldiğinde parıldayan gözleri ve uzamış dişleriyle arz-ı endam etti: “Beni böyle sev seveceksen Yaren!”
            O esnada Muzaffer’in kırmızı Lada’sı çoktan tenha yollardan Kırklareli istikametinde hızla ilerlemekteydi. Çağıl, Muzaffer’e merakla bakmayı sürdürüyordu: “Kırklareli’yle vampiri yok etmenin ne alakası var abi?”
            “Eski cadıcıların kullandığı bir metot. Eski dememin nedeni buna bir-iki halk hikâyesinde rastladım, memoratlarda, söylencelerde yoktu. Belki 1700’lerden beri uygulayan olmamıştır.”
            “Kırklareli’ne gitmek mi?”
            “Hayır be! İti ite kırdırmak diye tarif edebileceğim metot. Vampirler yahut hortlaklar belli muhitleri sahiplenirler. Başka bir ölümsüzün sahalarında görünmesini saldırı gibi algılarlar. Çoğu zaman cadıcılar işe karışmadan vampirler birbirini kırar. Varkolaklar böyle ellerini kollarını sallayarak Edirne’de beslenebiliyorlarsa bunun tek bir anlamı var. Edirne bölgesi boşta. Bir ara acayip kayıp vakaları vardı, son birkaç yıldır yok. Belki bir dönem vardı ama artık olmadığını söyleyebiliriz.”
            “Böyle il il mi faaliyet gösteriyorlar?”
            “Onlar insanların sınırlarına bir köpeğin ağaca işaret bırakması misali, sadece işaret koymak için ihtiyaç duyarlar. Edirne’de böyle biri yok. En azından efsaneler ve söylencelerde rastladıklarım artık yaşamıyordur. Ama çok yakınlarında, öldürüldüğüne dair hiçbir söylenceye denk gelmediğim, halen var olması kuvvetle muhtemel biri var.”
            “Belki söylencelerde kalmıştır?”
            “Bir ara bu özel kanallarda gizemli programlar furyası vardı, yaşın gereği hatırlamayabilirsin. 2005’e doğru bu furya tekrar hortladı. Çeşitli kanallar sırlı, esrarengiz konularla ilgili programlar çekiyorlardı. Bir tane de biz çekeriz diyen bir kanal benimle irtibata geçti. Benim hikâyelerimde geçen bir köyün gerçekte olup olmadığını öğrenmek istediler. Ben de eğlencesine harabe olduğuna inandığım, Osmanlı döneminde boşalan ve adı “Istrancalar karyesi” olarak bilinen köyün harabelerine götürdüm.”
            “Bir dakika… Hani Varkolakların evine giderken bizim Çağıl’ın sorduğu yer mi? Kurgu olduğunu söylemiştiniz.”
            “Bu geceye kadar göz yanılgısı olduğunu zannettiğim bir olay yaşadık o gece bahsettiğim köyde. Bazı siyah şekilli adamlar gördük. Gözleri parlıyordu. Kaldığımız harabenin etrafına dua çemberi çizerek sabaha dek onları uzak tuttum.”
            “Cinler de mi var işin içinde?”
            “Cin mi peri mi bilmem. Ben köyü söylencelerde duymuştum, tarif edilen yere ilk kez o ekiple gittim. Orada söylencelerde geçtiği gibi bir tepenin ucunda yükselmekte olan kara suretli bir kasır da vardı. Kasıra yanaştığımız sırada adamlar göründü. Bir şeyi koruyor gibiydiler. Sabah olunca oradan ayrıldık, program iptal oldu falan feşmekân. Bu gece yaşadığım o şeyden sonra kafamda bu fikir uyandı. Orada hala varlığını sürdüren bir şey var. Bize yardımı dokunabilecek bir şey.”
            “Nasıl bir şey?”
            “Bir zamanlar ister ölümlü olsun, ister ölümsüz adını duyan birçok Bulgar’ın ve Balkan ahalisinden kimselerin titrediği bir şey. Istrancalarda yuvalanmış eski bir kötülük.”
            “Ben Istranca Dağları’nda geçen öykülerini okumuştum… Yoksa… Ona mı gidiyoruz?”
            “Bravo! Dikkatli okurları severim…”
            “Onu sen kurgulamadın mı abi?”
            “Belgelerde ve bazı folklor belgelerinde rastladım. Sonra kitaplara uyarladım. Tahminim doğruysa bir şekilde varlığını sürdürüyor. Bu kadar yakınına başka bir vampirin sokulduğunu öğrenince ilgisini çekecektir.”
            “Kavgaya çağırır gibi mi?”
            “Tam öyle değil. Elimizi kolumuzu sallayarak oraya giremeyiz. Ancak bir ritüel var. Bunu yapabilirsen “vampirin misafiri” olursun. Bu bir tür büyüdür. Bunu yaptığın zaman sıradan bir insan değil de vampirin dokunamayacağı biri gibi ona yaklaşabilirsin. Bunu genellikle cadıcılar bir hortlakla, vampirle konuşmak gerektiği zaman kullanırlarmış.”
            “Nedeni bizimkine yakın bir şeydir herhalde.”
            “Belki. Daha çok başka bir vampir hakkında bilgi almak için. Yahut çok güçlü bir vampirle anlaşabilmek adına.”
            “Bunu Varkolaklar’da deneyebiliriz.”
            “Onun niyeti farklı. Vazgeçiremeyiz. Bizden güçlü. Ona saldırdığımız an bu büyünün koruması da kalkar.”
            “Cadıcıların bu yönteme neden sık başvurmadığı anlaşılıyor.”
            “Onunla alakası yok. Bu hem büyü hem de bir vampiri selamlamayı içeriyor. Vampirler lanetli varlıklar olduğundan bilerek onlara selam vermek günah gibi algılanıyor.”
            “Pagan ritüeller içinde dini kaygılar…”
            “İnançlar zıt gibi görünseler de asırlarca birbirlerine nüfuz ederek yaşamışlardır. Bu ritüel de biraz bu yüzden uygulanabilmiş.”
            “Anladığım kadarıyla ritüeli vampirle konuşma ihtimali varsa uyguluyorlar.”
            “O kadar kolay değil. Vampirin göbeği kesilirken yahut vaftiz edilirken konulan ilk adını, anne ve baba adını, doğum yeri ve tarihini ritüelde zikretmen lazım. Bu bir nevi davet olacaktır. Taraflar arasında güvence için. Daha sonra zarar görmeden onun yanına gidip konuşabileceğiz.”
            “Peki yaptık diyelim ki. Ne diyeceğiz? “Abi şehrimize başka vampir dadandı. Hayrına bir el at” mı diyeceğiz?”
            “Böyle kaba saba değil ama usturuplu bir dille; evet tam olarak bunları söyleyeceğiz. Lakin daha önemli bir husus var. Aklında tutarsan sevinirim. Planımızın doğru işlemesi açısından mühim.”
            “Nedir abi?”
            “Ona gerektiği şekilde hitap etmelisin. Saygısızlıktan pek hoşlanmaz. Sizi kuşak biraz lakayt. O yüzden kibar ve saygılı olmaya dikkat et. Kendisine laubali şekilde seslenilmesinden de hoşlanmayacaktır.”
            “Tamam abi dikkat ederim. Nasıl hitap etmeliyim…”
            “Paşa hazretleri demen yeterli…”
DEVAM EDECEK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder