21 Haziran 2011 Salı

Karahisar Kalesi Efsanesi Üzerine




Karahisar Kalesi’ni bir Afyon’dan biliriz, bir de Kıraç’ın da yorumladığı meşhur türküden. (Okurken herhangi bir yorumu açıp dinleyebiliriz tavsiyem Kıraç yada Hüseyin Turan yorumudur)
Peki adı nereden gelir? Renginden mi? Eski Türkler kuzey’e kara dermiş oradan bir bağlantı mı? Pek işitilmedik bir efsanesi vardır aslında. Üstelik bizim iyi tanıdığımız bir hayal kahramanının da öyküsünü barındırmaktadır.
Raviyân-ı ahbar ve nakilân-ı âsar’a göre; Abbasi Hilafeti’nin ilk senelerinde, Araplar’ın Anadolu sınırlarındaki Avasım bölgesi üzerinden Anadolu’ya akınlar yaptığı, Doğu Roma ordularının da karşı akınlarda bulunduğu dönemler. Arap ordularının arasında Battal Gazi isimli bir komutan vardır. Filmlerden tanıdığımız bu şahsiyet aslında tarihte o bölgede çok isim yapmış, hakkında yazılan hikayeler toplanarak Battalname ismiyle kitaplaştırılmış, bunların türlü çeşidi vasıtasıyla Yeşilçam’a kadar uzanmış bir komutandır. Muhteremin efsanelerdeki yaptıkları ve hikayeleri zaten filmdekini aratmaz ki Cüneyt Arkın filmlerinin senaryosu bu anlatılarla birebir uyuşur. Kayseri’de, İstanbul’da, cümle Rum diyarında Battal Gazi’nin sızmadığı kale, kaçırmadığı tekfur kızı yok gibi bir şeydir.
İşte saldırıların o denli yoğunlaştığı bir dönemde Doğu Roma (Bizans) İmparatoru, komutanlarına bir emir verir. “Arapların ordularında süvari çoktur. Her yerden gelirler” der ve ekler: “Tüm Anatolia’yı gezin. Öyle yerler seçin ve öyle kaleler inşa edin ki Araplar buraları alamasınlar, böylece gözleri korksun bir daha saldıramasın!”. Komutanlar emri alır. Binerler atlarına dağılırlar Anadolu’ya. Böylece bir çok yerde kaleler yükselir yüksek dağ yaylarında. Bunlardan biri de günümüzdeki Afyon o zamanki adıyla Akroenos şehrinin yakınlarına, bir yükseltinin tepesine kurulmuş eski bir Hitit kalesinin harabeleri üzerine dikilir. Araplar akınlarına devam eder ama bir türlü bu kaleyi sindiremezler, bu kalenin adı çıkar. Durum üzerine o mıntıkada ünlenmiş Battal Gazi, çevresine askerlerini toplayarak belki de gurur yaparak kaleyi kuşatır. Normal şartlarda kaleye sızarak kale fetheden bu cengaver, bu kez neden stratejik bir hata yapıp kaleyi kuşatır kış günü kimse bilmez, derler ki nefsine uydu, gurura geldi. Kuşatma uzar da uzar, inada biner. O inat kuşatmanın da Battal Gazi’nin de sonunu getirir. Saldırıların birinde efsanevi Battal Gazi öldürülür. Cenazesi sırasında da yağmur patlak verir, kale yolunda tufan olur ordu birbirine karışır dağılır. Arap ordusu öyle bir geriler ki kaleden çıkan Bizanslılar onları Malatya’ya dek kovalar, Battal Gazi’de oraya defnedilir. Bu uğursuz seferden dolayı Avasımlı Türkmenler, uğursuz bir renk saydıkları siyaha binaen “Kara Hisar” derler. Bu ad söylene söylene ta Selçukoğullarının zuhuruna dek gelir.
Efsaneyi türküden yıllar sonra öğrenmiştim ama gerçek ama doğru bilinmez. Türküsünün hikayesini bilmem ama bir tarihçi olarak acı bir hatırası vardır. 2002 yılında haberlerde Arabistan’daki Ecyad Kalesi’nin yıkılacağı haberleri sırasında, bir televizyon kanalında skeç yayınlanmıştı. Detaylarını hatırlayamıyorum ama kahve ikram eden yeniçeriyle kaleyi yıkmaya çalışan bazı tipler vardı. Skecin sonunda Kıraç’ın yorumladığı bu türkü çalmıştı. Seneler geçti. Ecyad yıkıldı turizm mi siyaset mi bilmem sonuçta tepesine otel dikildi.
Ne zaman dinlesem aklıma düşer Ecyad Kalesi’ni anlattıkları o skeç. Köroğlu zamanının yiğitlerini avlayan tüfeklere karşı, “Tüfenk icad oldu mertlik bozuldu” demiş ya Köroğlu, kim bilir ömrü meydan savaşlarında geçen Battal Gazi’de “Karahisar icad oldu” temalı bir söz söyleyemeden tarihe karışıp gitti.
Bir tanesini yitirdik, umarım ötekisi sağlam kalır….

16 Ocak 2011-İstanbul

Son Gulyabani Kimdir?





Gerçekte kim olduğunu, neci olduğunu çok az kişi bilir...

Rivayetlerde çeşitli isimlerle zikredildi. Wyern, Gece Gezen, Leyl-i Namevtiyân, Mezar Uğrusu, Seyyah, Büyücü, Şaman, Efrasiyab, Yaltorok, Muhayyel...

Hakkında çok şey anlatıldı. Kimi uzaylılar yahut Annunakiler tarafından işgal öncesi gönderilen bir istihbaratçıdır tarih okuması, siyasete merakı, gözlem yapması bundan dedi...

Kimi insan kılığında Kaf Dağından dünyaya sürülmüş bir ifrit olduğunu, yüzlerce yıl ömür sürdüğünden tarihi bundan bildiğini, pek çok kılığa büründüğünden dolayı birden fazla rol yapıp farklı karakterlere bürünebileceğini söyledi...

Kimi geçmiş zamanlarda kendi zamanını ararken talihsiz bir şekilde karanlık çağlardan günümüze gelen bir zaman gezginidir, zaman makinesini icat ettiğinden tarihi yaşarmış gibi anlatması doğaldır dedi...

Kimi son büyücülerdendir, gücünü harcamaz kendini göstermez her altmış yılda bedenini yeniler, hem tarihe hem gizli bilimlere merak salması bundandır dedi...

Kimi Kırım'ın kuzeyindeki Tatar bozkırından gelme bir şamandır, ruhlara hükmeder, tarihten istediği ruhu getirip yaptığı şeyleri anlattırır yaşarmış gibi anlatması bundandır, rol niyetine kişinin ruhunu işler, ruhunu bedenlere taşır yeniden doğup durur dedi...

Kimi hüküm zamanını bekleyen Efrasiyab Kağan'dır, dünyayı fethetmesi Azrail Koca’nın takdirine neden olmuş, ona ömür verilmiş, yeniden ordularının gelişini bekler sevkül ceyş ve tabiye ilimlerine merakı bundan gelir dedi…

Kimi basit bir gezgindir, Seyyah der kendine gittiği yerdeki duyulmamış işitilmemiş hikayeleri alır toplar, oradan oraya savrulur dedi…

Kimi alelade bir masalcıdır, hikayeleri ve rivayetleri duyar, kendince evirir çeviri hikaye yazar, onları anlatır, meddahlık eder dedi…

Kimi Wyern ismiyle basit bir fantastik edebiyat meraklısıdır, hayalperestliği buradan gelir dedi…

Kimi Gece Gezen namıyla maruf bir vampir’dir, geceleri mezarından kalkıp gezer, nice ömür sürdüğünden duyduklarını değil yaşadıklarını anlatır hatta hortlak kere hortlaktır dedi…

Kimi Muhayyel’dir, hayalperesttir, hayal kurar, duyduğunu gördüğünü değil kafasında kurduğunu anlatır bir garip uydurukçudur dedi…

Kimi Yaltorok adıyla kuzey bozkırından gelme bir savaşçı olduğunu, solucan deliğinden ve dahi paralel evrenlerden geçerek, zamanı ve mekanı delerek günümüze geldiğini, eski kafalılığı ve geçmişe meyli buradan geldiğini  söyledi…

Kimi Leyli Namvetiyan diye, bir şekilde insan gibi davranan mezardan gelme zombi olduğunu, eskiden beri yaşadığından dolayı tarihe, büyüyle diriltildiğinden dolayı da gizli bilimlere ilgi duyduğunu söyledi…

Kimi de diyardan diyara kısmetini kovalayan bir mezar uğrusu olduğunu, çokça yer gezerek tanınmamak için birden fazla karakter uydurabildiğini, uydurukçuluk kabiliyetini geliştirerek değme meddahlara taş çıkarabildiğini, kılıktan kılığa girmesinin nedeninin bundan olduğunu söyledi…

En bilineni yeryüzünde yürüyen Son Gulyabani olup kendi aleminin hikayelerini anlatan tekinsiz bir masalcı olduğu yönündedir. Kimsenin göremeyeceği ama sürekli yanında taşıyarak içindeki hikayeleri kimse görmeden biriktirip okuyabileceği bir sihirli çuvalı vardır. Sihirli çuvalında yaramaz, uykusuz çocuklar yerine hikayeler ve masallar taşımaktadır. Dört bir yanı gezerek öyküler, olaylar, masallar, efsaneler, rivayetler, söylentiler toplar, sonra bunları alır kendine göre işler kafasındaki kurgu imbiğinden geçirir hikaye yapıp saklar. Arada bir çuvalını açıp hikayelerinin paylaşır, bencil değildir “Hikayeler anlatılmak içindir” der. Ömrünü böyle sürdürür.

Pek çok kişi sormuştur ki suretiyle ademleri korkutan bir gulyabaniyken, bu masalcılık mesleği nereden çıktı? Derler ki kendisi kalan son gulyabani olduğundan zamanla suretinin eskiyeceğini, korkutamayacağını, unutulup gideceğini anlamış. Bu nedenle insanları korkutmak için evveliyatında kendine dair hikayeler anlatmaya başlamış. Yürüyen kalesinden, her kapıyı açar tılsımlı odasından, korkunç suretinden bahsetmiş. Onu görenler korkarmış ama öykülerini duyanlar daha da korkarmış. Bu nedenle hikayeciliğe merak salarak çuvalına toplamış hikayelerini. Sonra korkutmak kadar, güldürerek yada şaşırtarak da cazip olabileceğini görmüş, hikayecilik onda müptela olmuş. Bundan başka tarih ilmine ve bir nice gizli ilime dair bilgileri de toplamaya başlamış.

Zaman içerisinde çuvalın içindeki hikayelerin hepsi birbirine karışmış. Öyle ki artık hangisini kendi yazdı, hangisini duydu, hangisini uydurdu veya o an aklına getirdi bilemez olmuş. Bu nedenle çuvalındaki hikayeleri çıkartarak orada burada anlatmak yerine yazmaya karar vermiş.

Aslını neslini bilen çoktur. Kimi Kırım’dan gelir Tatar’dır der, kimi Konya havalisindendir der, kimi Adanalı’dır, kimi Edirne’lidir, kimi göçmendir, kimi yörüktür der. Doğum yılı bile ihtilaflıdır. Kendi demesiyle seksen yedilidir ama seksen beşli, seksen üçlü diyende çıkar. Sakallarından, saçından gören insanı yanıltır, yaşı tam bilinmez ama ihtiyar görüldüğünden ihtiyar bilinir.

Tarih-i Yaltırıkzade’den

21 Ağustos 2010-Edirne


Görmezden geldiler beni,
Duymazdan geldiler sözlerimi.
Ben yokmuşum gibi,
Ben hiç varolmamışım gibi davrandılar.
Ama Son Gulyabani olarak yarı gerçek yarı hayal yürüdüm yeryüzünde,
Sırtımdaki çuvalda korku hikayeleri taşıdım.
Gerçek gibi reddedildikçe güçlendim,
Beni her yokedişlerinde,
Yorgan altında korkudan titreyen kurbanlarımın kabuslarında dirildim.
Son Gûlyabani...
Gulyabani deyip geçme, hayalî bir anti kahraman olarak görmek lazım...
Varla yok arası bir şey işte...
Ama sen istediğin kadar yok de, hayal de.
Ben yine köşedeki eski Osmanlı mezarlığından hortlar gelirim her gece.

15/8/2010 Edirne