Büyücü: “Aldığı kitap… Bu oldukça
kötü şöhretli bir kitaptır. Derslerde bahsedilebilecek denli kötü şöhretli!
“İblisleri Etkilemenin Binbir Yolu”, hiçbir büyücünün dokunmaya cüret
edemeyeceği kitaplardan biri.”
Eşkıya: “ “Dünyanın En Tehlikeli
Büyüleri”nden bile mi kötü şöhretli?”
Büyücü: “O dediğin, bu kitabın yanında sokaklarda koşturan beş yaşında bir
çocuk gibi kalır. Bu kitap boyut kapılarının ileri seviyelerine ilişkin bir
çalışmadır. Boyut kapıları üzerine çalışsam bile benim de dokunmama izin
verilmezdi!”
Eşkıya: “Ama kız alıp götürüyor. Tabi
soylu olmayınca… Bürokrasi zaten senin benim gibi garibana işliyor, zenginin
çarkına dönüyor…”
Büyücü: “Bırak şimdi İsyanist (yöreye
özgü bir siyasi akım) söylevleri. İçinde
farklı boyutlardan iblislerle irtibat kurmanın ve çağırmanın yolları vardır.
Aslında öğretici bir kitap ama öğrettiği şeyler tehlikeli!”
Eşkıya: “Aga saç yaptırmaktan,
arkadaşlarıyla kahve için düşmanlarına nispet yaptığını sanmaktan başka bir
şeyden anlamayan bir kızcağızın iblisle miblisle ne işi olur? Aşk büyüsü mü
yapacak daha zengin ve soylu birisini bulmak için?”
Büyücü: “Bunu öğrenmenin tek bir yolu
var. Mekânın geçmişine bakmak.”
Eşkıya: “Sen falcı değildin hani?”
Büyücü: “Geleceğe bakmayacağım aptal!
Geçmişe bakacağım! Mekanla bütünleşmek deniyor buna. Ben konsantre olacağım,
ben konuştukça soru sor, söylediklerimi ben aklımda tutarım yönlendirmeyi sen
yapacaksın!”
Büyücü ellerini demirden kafese koyarak gözlerini kapattı. Bir süre sonra
kaynağı belirsiz mor dumanların, ışıklar saça saça sağdan soldan gelerek
büyücünün etrafında topladığını gördü Sansar. Büyücünün cezbe gelmiş hali bir
şeyler söylüyordu:
Büyücü: “Büyük Kahraman Agrabul
(Akdiyar’lı, evrensel şöhrete sahip mitik bir kahraman) geliyor!”
Eşkıya: “Agrabul asırlar önce Gizem
Kulesi’nde inzivaya çekilmedi mi? Aga zamanda yanlış döneme gittin, bugünlere
gel. Kitabı buradan alan kıza!”
Büyücü: “Hissediyorum. Kızın içinde
muazzam bir öfke var. Erkeklere karşı duyduğu amansız bir nefret… Kitabın
varlığını bir cadıdan öğrenmiş. Bir iblis çağırmak istiyor. D’hka’lın! Onu
çağırmak için bir ölümsüzün kanına ihtiyacı var ancak kendisine kazık atmak
isteyen, aşık olmamış, onu sadece cinsel yönden tatmin amacıyla arzulayan bir
ölümsüzün kanına. Uzun ömür süren, büyülü bir varlığın kanı… Sonra kitabı
almadan çıkıyor, günler sonra geri dönüyor…”
Büyücü kendine gelir gelmez mor dumanların etrafa saçılarak yok olduğunu
gördü Sansar.
Eşkıya: “Aga?”
Büyücü: “İyiyim ben. Biraz geri gittim
ilkin ancak yönlendirmenle doğru zamanı tutturup kızın yaptıklarını gördüm.”
Eşkıya: “Aga kız gelmiş buraya ilk,
bu kitabı…”
Büyücü: “Hatırlıyorum. Kızın
çağırmaya çalıştığı iblis, D’hka’lın! Onun kim olduğunu öğrenmemiz lazım. Demek
vampirle önceden çıkıyordu. Sonra büyüyü uygulamak isteyince ölümsüzlerin
sayısını arttırıp şansını da arttırmak istedi! Dahice! Sonra gelip kitabı aldı,
çünkü üzerlerindeki tılsımdan ötürü kopyalanamazlardı! Dahice! Gulyabaniyi bu
yüzden seçmiş?”
Eşkıya: “İblisi nereden öğreneceğiz?”
Büyücü: “Yasaklı kitaplar yolumuzun
üzerinde hali hazırda yukarıda, oraya bakacağız.”
Wyern ile Sansar, “Gerçekten
Yasaklanmış Büyü Kitapları” kısmından çıktılar. Wyern çıkarken ejderhanın
önündeki belgeyi alıp katlayarak cüppesinin iç ceplerinden birine sokuşturdu.
Yasaklı kitaplar kısmında “Tekmili Birden
İblisler Ansiklopedisi”nin “D”
harfli maddesini ihtiva eden cildi kolayca bulan Wyern, sayfaları hızla
çevirmeye başladı. Bir anda durup, korkutucu görünümlü ancak güzel
sayılabilecek bir kadın resmine baktığını gördü Sansar.
Eşkıya: “İblis de iblis ha!”
Büyücü: “Görüntüsü yanıltmasın.”
Eşkıya: “Bu iblis ansiklopedisi neden
yasak?”
Büyücü: “Diğer dünyalardaki iblisler
hakkında da bilgiler verdiğinden sakıncalıdır. İşte burada yazıyor kızın
çağırmak istediği iblis. İblis D’hka’lın, intikam iblisi. Paralel bir evrende
müzikle ilgisi olan biriymiş o yüzden bu iblisin gelişi sırasında gürültülü müzikler
duyulurmuş. Tapınanları genelde yaz mevsiminde gürültülü müziklerle ayin
düzenleyip eski sevgililerini lanetleyen bir topluluk. İntikam tanrıçası
Demserortkal’ı andırıyormuş ki onun kozmik alemlere yansımasıymış.”
Eşkıya: “Ben Demserortkal tapınanlarını
bilirim. Yaz geceleri içkiler seller gibi çağıldar ve şarkılarında eski
sevgililerine sövüp onları unuttuklarını yeni sevgilileriyle mutlu olduklarını
söylerler, kitleler halinde eski sevgililerinin aşağılarlar. Hele şarkıların
nispetli kısımlarında “eller havaya” yaparlar ki onların o halini görsen kanın
donar!”
Büyücü: “Benzeri şeyleri burada da
yazmışlar. Demek ki kainatın her köşesinde intikam iblisleri arasında bazı
benzerlikler var. Keşke İblisoloji üzerine yoğunlaşsaymışım. Ama boşver, o
kadar kendini beğenmişlerdir ki senin Karanlıklar Efendisi olmana fırsat
vermezler, “efendimiz efendimiz” diye gezinirsin yanlarında sırtında
paçavralarla. Kız yeryüzünden tüm erkek nüfusunu kendisine köle yapması için
çağırmak istemiş bu iblisi.”
Eşkıya: “Neyi neye alet ediyorlar vay
arkadaş!”
Büyücü: “Kız galiba bu gece ayin
yapacak. Onu bulmamız lazım, kapıyı açmasına engel olmalıyız!”
Eşkıya: “Artık itiraz yok aga
seninleyim!”
Büyücü: “Tama… Bir dakika. Biri
geliyor, saklanalım!”
Wyern’in yaptığı bir el hareketi ile ellerindeki meşaleler söndü.
Bulundukları kısma bir gölgenin süzüle süzüle yaklaştığını gördüler. Wyern’in
bir başka el hareketiyle meşaleler yandığında gelenin Gorour Sandıkçızade
olduğunu gördüler.
Eşkıya: “Hah! Bir sen eksiktin tam
oldu!”
Büyücü: “Ne işin var burada? Hatta
bizi nasıl buldun?”
Vampir: “Kokunuzu takip ettim. Bulmam
zor olmadı.”
Eşkıya: “Aga hatırlat av mevsimi
gelince birlikte gidelim, hayvan takibi için boşu boşuna köpek alm…” (Büyücünün
kızgın bakışları üzerine susmak zorunda kalır)
Büyücü: “Buraya niye geldin?”
Vampir: “Engizisyon galiba bizden
şüpheleniyor. Siz şatodan çıktıktan sonra dört-beş kişi bahçenin dışından
gözlemeye başladı şatoyu. Bir tane rahip kılıklı adam da onlara katılınca
başıma bir iş gelmesin diye yarasaya dönüşüp kaçtım.”
Eşkıya: “İyi de niye peşimize
takıldın? B.k mu vardı affedersin?”
Vampir: “Ne bileyim? Bir planınız
vardır diye size sığınmaya geldim bir süreliğine.”
Eşkıya: “Biz de zaten Engizisyon
Mağdurları Sığınma Derneği’ni yeni kurmuştuk, tam üstüne geldin.”
Büyücü: “Hakikaten bu yaptığının ne
manası var? Ya peşine takıldılarsa?”
Vampir: “Bir şey olmaz. Hem konuşmalarını
duydum, sadece kimdir necidir şüphesi
üzerine siz o vakitte şatodan çıkınca şüphelenmişler, sokakta rastladıklarını
tutup sorguluyorlarmış. Sizin yüzünüzden oldu o da!”
Büyücü: “Her şeyi duyduysan, bizim
konuşmalarımızı da duydun mu? Duvarlar dışarıdan sihre karşı yalıtımlıdır ama?”
Vampir: “Bu sihir değil, doğal
yetenek. Konuşmalarınızı işittim ama sadece şu iblisle ilgili olanı. Bu kız ne
yapmaya çalışıyor öyle?”
Büyücü: “Olabildikçe kötü şeyler.
Ancak durdurabileceğimizi zannediyoruz.”
Eşkıya: “Beyler. Bu kızın burnunu
havaya kaldıran sizlersiniz. Siz kaldırdınız, siz indirin.”
Vampir: “Zaten gidebilecek başka
yerim yok, sizinleyim. Anca beraber kanca beraber… Yani dediğin kadar
tehlikeliyse durum, hepimiz tehdit altındaysak elbirliğiyle halledip bu
meseleden paçamızı kurtarmalıyız!””
Eşkıya: “Kan man dedi? Aga bir yamuk
yapmasın?”
Büyücü: “Lafın gelişi söyledi geri
zekalı! Tamam hep beraber kızı engelleyelim. Ancak engizisyon dışarıda her
gördüğünü çeviriyorsa, bir tedbir düşünmeli.”
Vampir: “Bunlara kaba güç yetmiyor.
Yasaların bir kısmı kendilerinden yana, rahipleri de yamandır.”
Büyücü: “Ben biraz zorlasam duman
ederim ama büyücülerden oluşma yegane askeri birliği üzerime salarlar. Meşhur
27. Alay, Büyücülerin Alayı… Onlarla tepişecek denli güçlü olsam zaten…”
Eşkıya: “Hah. Şimdi bana işiniz düştü
işte.”
Büyücü: “Aha. Şimdi tutup şehrin
başrahibini dağa kaldıralım diyecek…”
Eşkıya: “Yok yahu! Sen hep kızıyordun
benim İsyanistlerle konuşmama görüşmeme ama işimize yarayacaklar.”
Vampir: “Sen İsyanist misin?”
Eşkıya: “Fikirleri yaşam tarzıma
uyuyor diyelim.”
Büyücü: “Bize ne
faydası var bunun?”
Eşkıya: “Görürsünüz
şimdi. Yürüyün yurtlarına gidiyoruz.”
Büyücü: “Haydi!
Engizisyondan kaçalım derken sen bizi İsyan Komitaları’na teslim edeceksin
herhalde?”
Eşkıya: “Aga hiç
korkmayın. Basit bir tedbir alacağız, takip edin.”
Akdiyar kıtasında siyaset aslında çok da eski sayılmazdı.
Ne zaman ki yerel lordlar ve krallar yerlerini seçimle belirlenen şehir
konseylerine ve konfederasyon sistemine bırakmış, seçimle birlikte siyasi
görüşler ve akımlar da yaşamlarına girmişti. Gerçi herkes konsey üyeliğine aday
olanları seçmekteydi yani bunlar zaten zengin burjuvalar, soylular ve
bağlantıları sağlam olan nüfuzlu kimselerdi, bireyden bireye değişirlerdi. Buna
rağmen ahali arasında çeşitli görüşler vardı ve konsey adaylığında da bu
görüşler etkin oluyordu. Ahalinin bir kısmı “Konfederasyoncu”ydu yani ne etliye
ne sütlüye karışırlardı onlar için önemli olan esnafın dükkanını açık tutması,
ticaretin akması ve ortamın “isyanizm”e teslim olmamasıydı. Bunların büyük bir
çoğunluğu palazlanmasının ardından Güneş Rahiplerinin başını çektiği, Güneş
Dini’ne inanların saflarına katılmışlardı. Halkın yarısından fazlası onları
destekliyordu. Tapınak adına gelir olsun diye kiralanan veya satın alınan
dükkanlar, araziler, ticarethaneye dönüştürülen eski-yeni binalarla muazzam bir
rant söz konusuydu ki işin kaymağını tapınağı doğrudan temsil edenlerle, aracı
zengin aileler yemekteydi. Bir de yerel cin-peri, yecüc, mecüc ve bazı gulyabani
unsurlarının kendi yönetimlerini desteklediği, yerelci yani “Federasyoncu”
görüş hakimdi. Kendi şehirlerinden, bölgelerinden gayrısını düşünmezlerdi.
Bunların haricinde hatırı sayılı miktarda sempatizanı ve partizanı bulunan
“İsyanistler”di. İsyanistlerin büyük bir kısmı kölelik hususunda çalışmalar ve
tasarılarıyla bilinen kişilerdi. Bunların arasında sadece kölelik hususuyla
alakalı olarak “Madenisyanistler”, tüm hükümetlerden ve idarelerden ayrı bir
yapı kurmak isteyen “Özerkisyanistler” olmak üzere iki ufak yapı daha vardı
ancak geneli “İsyanizm” hususunda hemfikirdi. Özellikle maden bölgeleri ve
Üniversiteler şehrinde yoğunluk kazanıyorlar, loncalara, tüccarlara, rahiplere,
burjuvalara aksi gidiyorlardı. Aklı bu işlere erer pek çok Akdiyar’lı kara
efendilerden kara tanrılardan sonra Akdiyar’ın başına bunların musallat
olduğunu dillendiriyordu –daha çok muktedirler. İsyanistler bulundukları
yerlerde barikatlar ardına kendi bölgelerini kuran, kendi içlerinde bir
teşkilatlanmaya sahip kimselerdi ve kendilerine hoş bakmayanlarla başları pek
hoş değildi.
Wyern, Sansar ve Gorour, şehrin kuzeyindeki öğrenci
yurtlarında kendilerine ayrılan kısımda, barikatlar ardında bulunan
İsyanistlerin bölgesine gidiyorlardı. Çoğu öğrenci, az bir kısmı Muhafızlar
tarafından aranan kaçaklardan müteşekkil İsyanistlerin, gerisinde üç tane gri,
yeşil pelerinli insanın nöbet beklediği “Güney Barikatı”na gelmişlerdi.
Buradaki bölge hakkında üniversite yönetiminin pek şikayeti yoktu ancak Güneş
Rahipleri, başına buyruk yaşamalarından ve fikirlerinden ötürü kendilerinden
hiç hazzetmezlerdi. Onlar da rahiplerden hoşlanmaz hatta fırsat bulurlarsa engizisyon
ve muhafızlara karşı toplanarak yürüyüş yaparlar, eleştiri yazıları
yayınlarlardı. Güneş Tapınağı yanlısı politika ehli Konsey üyelerinden
birisinin: “Ben de oraya gidecektim öğrenciliğimde ama baktım kızlarla,
çimenlerde takılıyorlar. Orada kalsam yoldan saparım” açıklamalarıyla hedef
gösterilmeleri üzerine yeni bir çatışma konusu çıkmış, yurtlarının etrafına
barikatlar kurmuşlardı.
Wyern, Sansar ve Gorour, güney cephesine bakan
barikatların önüne geldiğinde gri pelerinli öğrencilerden birisi onların
karşıladı. Gorour’la el sıkışıp tanışıklığını belli eden öğrenci, görece daha
giyimi debdebeli Wyern ve Gorour’a, onların üzerindeki birkaç adet tılsım ve
süs eşyasına kötü kötü baktı:
Öğrenci: “Bu soylu
takımıyla ne geziyorsun?”
Eşkıya: “Bunlar
soylu değil, öğrenci. Önemli bir durum var, o yüzden benimle geldiler. Setner
ile görüştür beni.”
Öğrenci: “Tamam
geçin. Buradan dümdüz ilerleyin, havuzun sol çaprazındaki ev. Kapıda sorarlarsa
benim gönderdiğimi söylersiniz.”
Eşkıya: “Sağolasın.”
Üçlü, barikatı geride bırakıp havuzun olduğu yere
ilerlediler.
Büyücü: “Bunlar
muhafız gördü mü dayak mayak girişen adamlar, biz elimizi kolumuzu sallayarak
girdik içeriye. Sen ne ara muhabbeti bu kadar ilerlettin?”
Vampir: “Onun tek
muhabbeti bunlarla değil. Şimdi hatırladım, bizim fakültenin kantinine de gelip
gidiyordu Sansar. Birçok öğrenci grubunu tanır herhalde, hatta bana gelip kız
ayarlasana demişliği bile var.”
Büyücü: “Ben de az
kalsın, bilinçli bir yardımcım var diye övünecektim. Yine sapık emellerin çıktı
karşıma.”
Eşkıya: “Ben de
hatırladım aga şimdi o konuştuğumuzu, o zaman üstünde pelerin yoktu ondan
hatırlayamadım demek ki? Aman! Neyse ne sonuçta içeriye girebildik ya!”
Büyücü: “Ben hala
anlamadım buraya gelmemizin amacı ne?”
Eşkıya: “Bekleyin
görün.”
Tarif edilen yere geldiklerinde, Sansar ile yapılan kısa
bir görüşmenin ardından üçünü de eve aldılar. İçeride masalar üzerinde veya
yerde oturan, harıl harıl bildiri yazan (Mecüc Burjuvazisinin Tarım Ürünleri
Üzerindeki Etkisini Protesto), sandalye üzerinde nutuk atan (, hararetli bir
tartışma çeviren İsyanistler içeriye girenleri görür görmez faaliyetlerine ara
verdiler. Setner yerinden kalkıp samimi bir gülümseme ile Sansar’ın elini
sıktı.
Setner: “Nasılsın
Sansar abi? Bu saatte işin ne?”
Eşkıya: (Olabilecek en ciddi yüz ifadesini takınarak) “Çok karışık olaylar dönüyor Setner!
Engizisyon şehirleri bitirdi şimdi de okullara el attı!”
Setner: “Nasıl
yani?”
Eşkıya: “Bu
yanımdaki arkadaşlar öğrenci. Biri büyücü, biri vampir… Bunları yakmak istiyorlar,
hani farklı türleri yakıp yıkalım hesabı…”
Masadaki Öğrencilerden Birisi: “Ben şu pelerinliyi tanıyorum, ticaret fakültesinden. Şatosu var,
burjuvadır!”
Eşkıya: “İşte ben
de tam onu söyleyecektim. Tapınağın muhabbetini biliyorsunuz bir çok arazi
satın alınıyor ya da kiralanıyor, yerlerine kendi tapınaklarını, merkezlerini
dikip bunların yanına vakıftan para gelsin diye ticarethane açıyorlar. Hatta
bazı aileler bu işlerde aracılık ettiğinden daha büyük arazilere daha büyük
ticarethaneler açıyorlar. Engizisyon mallarını müsadere etmek için onu bunu
yakıyordu ya şimdi işi iyice azıttılar. Önce öldürüp sonra arazisine el
koyuyorlar, bu bahaneyle öğrenci yurtlarını da dağıtacaklarmış!”
Setner: “Böyle şey
olmaz! Nasıl cesaret ederler buna?”
Eşkıya: “Biz de bu
yüzden buna bir dur demek için karar aldık. Bazı arkadaşları şehirdeki
merkezlerine götürüyorlar sorguya çekmek için. Oranın önünde toplanacağız,
kuzey yakasında büyük tapınağın aşağı sokağında. Sizlere de haber vermeye
geldik.”
Setner: “Gerçi biz
bir yürüyüş düzenlemeyi düşünüyorduk ama zamanı belirsizdi. Gecenin köründe,
sokaklar kapatılamadan yapılan bir yürüyüş daha etkili olabilir. Hem yaptıkları
Zarboizm (oraya özgü bir görüş, baskıcı anlamında kullanılır) yanlarına
kalmamalı!”
Eşkıya: “Ben şimdi
bu arkadaşları saklamaya gidiyorum. Katılımınız çok önemli arkadaşlar, gecenin
köründe Engizisyon’un oraya yığıldığımız zaman korkup geri adım atacaklardır.”
Setner: (Etrafındakilere dönerek) “Bütün arkadaşlara haber verin, yürüyüş var. Gece olduğundan hızlı
hareket etmemiz lazım, tarihimizin en büyük yürüyüşü olacak! (Eşkıyaya döner)
Siz de gidin bir an önce, yakalanmayın!”
Wyern, Gorour ve Sansar evden çıktıktan sonra başkalarının da evden çıkarak
başka evlere ve sokaklara dağıldıklarını gördüler.
Büyücü: “İçeride sesimi çıkarmadım
ama bu yaptığın neydi şimdi?”
Gorour: “Engizisyon peşimizde.
Muhafızlar peşimizde. Federasyon askerleri hakeza peşimizde. Bu son siyasi
olaya da karışmamızın ardından devreye Konfederasyon Ordusu girer!”
Büyücü: “Bir isyan eksikti!”
Eşkıya: “Aga bilerek yaptım bunu.
Şimdi Engizisyon bizim tepemizdeyken biz nasıl rahat hareket edeceğiz?
Düşünsene tapınağın oraya yüzlerce isyanist toplanınca ne yapacaklar, bizi
bırakıp onlarla uğraşacaklar! İblis meselesine inandırmaya göre daha kolaydı.
Öbür türlü: “Sizin işlerinizden bize ne?” derlerdi ancak iş siyasi olunca bize
yardımları dokunacak!”
Büyücü: “Ben hedef şaşırtma diye buna
derim!”
Eşkıya: “Cahiliz mahiliz ama salak
değiliz aga! Eşkıyalıktan geliyoruz o kadar pusudur, şaşırtmacadır öğrendik bir
şeyler!”
Büyücü: “Yine de
aklım almıyor. İnsanlar durup düşünmeden bir cahilin sözleriyle nasıl hareket
edebiliyor ki?”
Vampir: “Bu yeni
bir şey değil ki. Eskidenmiş o siyaset okullarından yetişen esaslı
politikacılar. Politikacının esaslısı ya asırlardır taşrada pişmiş derebeyi
kökenlilerden çıkıyor yahut halkın içinden, onun zaaflarını bilen ve bunu
kullanabilenlerden çıkıyor.”
Büyücü: “Siyasete
pek aklım ermez zaten. Şimdi Taryal’ın şatosuna gidiyoruz, onu bulup engellememiz
lazım.”
Vampir: “Şatosunda
olduğundan emin miyiz? Belki o gulyabaninin şatosuna gitmişlerdi.”
Eşkıya: “Belki
mezarlığa gitmiş de olabilirler. Dünyanın anasını satmadan önce son romantik
piknik hesabı…”
Büyücü: “Kızın
okuduğu sayfayı gözümde canlandırdığımda gulyabaniyi neden seçtiğini görmüştüm.
Yani kendisine aşık olmayan, sahte bir aşık kurban olacak ve bu insan haricinde
bir kurbanın kanı için gerektiğinden kız onu kendisine bağlayacak. Ayin için
yapacağı hazırlık için şatosunu kullanmış olabilir.”
Vampir: “Ayin için
hazırlık? Şey mi hani sekiz tane mum var hilal şeklinde diziliyor, gül
yapraklarından semboller çizilmiş, kanla yazılmış yazılar ve havaya kaldırılmış
bir pençe çizimi? Ayrıca büyük, taştan bir sunak, altından bir bıçak ve birkaç
tuhaf görünüşlü taş? Sunak taşı güneye bakıyor, tam karşısında büyükçe bir boy
aynası var, kenarları kanla lekelenmiş?”
Büyücü: “Sen
nereden biliyorsun? Kitabı mı okudun?”
Vampir: “Hayır,
Taryal’a ait bir kır evinde. Şehrin kuzey çıkışına yakın bahçeli bir ev. Hiç görmedin mi?”
Eşkıya: “Wyern daha
aşıklar korusunu göremedi ki orayı görsün?”
Büyücü: “Öhmm…
Neyse, o zaman dediğin yere gidelim orada olmaları lazım.”
Vampir: “Ayini
orada yapacaksa birkaç saat evvel şatosunda ne işi vardı?”
Büyücü: “Bizi
şaşırtmak için olabilir. Peşinden geleceğimizi tahmin etmese kapıya muhafız
koydurmazdı. Eve daha sonra geçecekti belki çünkü sen geleli bir saat bile
olmamıştır, gulyabani de senden yarım saat önce gelmiş olabilir? Ancak bizim
şatoya gelebileceğimizi tahmin edemedi.”
Eşkıya: “Ne girmesi
aga bastık bildiğin?”
Vampir: “Şikayetçi
olmaması da acelesini gösteriyor. Bir an önce kır evine gidip ayini tamamlamak
için. Demek ki bu gece ayin olacak!”
Büyücü: “Bu
söylediğimden nefret ediyorum ama dünyanın geleceği bizim ellerimizde. Bir an
önce gidelim!”
Wyern, Sansar ve Gorour, barikatı geride bırakır bırakmaz
yurtla aynı mesafedeki tahtadan mamul “Çürük Köprü”üzerinden Sırlı Nehri’ni
geçip şehrin kuzey yakasına geçeceklerdi. Hızlı adımlarla kah koşup kah
tökezlenerek Taryal’ın kır evine doğru ilerlemekti amaçları. Ancak köprü
bekçisinin durmalarını haykırmasının ardından bekçi kulübesinin arkasından
fırlayıp gelen engizisyoncular, birkaç rahip ve birkaç Şehir Muhafızı’nın
etraflarını sarması bu niyetlerini sekteye uğrattı. Rahipler bir ellerinde
kutsal semboller, diğer ellerinde Güneş Kitabı olduğu halde dualar okumaktayken
engizisyoncular ellerinde urganlar olduğu halde onlara yaklaşmaktaydı. Şehir
Muhafızları kılıçlarını tehditkar bir pozisyonda tutarak Wyern ve diğerlerinden
gelebilecek herhangi bir hamleyi beklemektelerdi. Sembolleri gören Gorour iki
büklüm olduğu yere çöküp kalmıştı. Wyern cadılar için yazılmış büyü karşıtı
duaların tesiriyle hareketsiz kalmıştı. Karşı koyabilirdi ancak o an için nasıl
bir keşmekeşin patlak verebileceğini tahmin edemiyordu. Türünden dolayı ne
duadan ne sembollerden etkilenmeyen Sansar ise kah muhafızları kah rahipleri
süzüyor, en mahrem küfürleri mırıldanıyordu.
Büyücü: “Sansar!
Sen dualardan etkilenmiyorsun.”
Eşkıya: “Ben dua
bilmem ki? Yoksa kötü bir şey mi söylüyorlar?”
Büyücü: “Onu
demiyorum! Bak sen rahiplere saldır, ben muhafızları indiririm!”
Eşkıya: “Neyi
nereye indiriyorsun aga? Baksana rahip, asker elele. Dinle devlet işlerini
birleştirmişler. Ben rahibe ilişsem muhafız var, ona ilişsem engizisyoncu var
ben ne yapayım?”
Muhafızların Komutanı: “Wyern Kızılaba, Gorour Sandıkçızade, Dağlıgillerin Sansar. Bir
soylunun evini basmak, haneye tecavüz, darp, sözlü tehdit, kanundan kaçma,
suçlulara yardım ve yataklık, yasadışı işler için büyü kullanımı suçlarından
dolayı tutuklusunuz.”
Kıdemli Rahip: “Aynı
şekilde aydınlığın yapısını tehdit ettiğiniz, özel güçlerinizi zarar vermek
için kullandığınızdan ötürü Engizisyon tarafından tutuklanmış bulunmaktasınız.”
Eşkıya: “Sözün
bittiği yerdeyiz beyler…”
Büyücü: “Kim
tarafından tutuklanıyoruz anlamadım? Hatta niye suçlanıyoruz onu da anlamadım?”
Muhafızların Komutanı: “Biz de ilkin bunu tartıştık, zaten bu yüzden geç tutukladık sizi.”
Büyücü: “Nasıl
olur?”
Muhafızların Komutanı: “Şimdi engizisyon bu şato baskınından sonra peşinize düştü ya, siz de
kaçtınız? Biz şatoya gittik, şikayetçi olmadı Taryal Hanım. Ama sonuçta ortada
suç vardı. Bizim casus şebekelerimizin yarısı Tapınağa mensuptur, Engizisyon’un
istihbarat ağı da daha geniş diye yine bizim tapınağa bağlı şehir konseyi
mahkemesi tarafından yasa çıkarttırıp onaylattırdık. İstihbarat tapınakla ortak
hale geldi, böylece biz de peşinize düştük.”
Eşkıya: “Yargı tapınak,
şehir muhafızları tapınak, engizisyon cübbesi giyin bari?”
Muhafızların Komutanı: “İsyanist isyanist konuşma! Hoş konuşsan da bir şey olmaz zaten sağ
çıkamazsınız. Her neyse yasa gereği artık engizisyon vakalarında biz onlara,
bizim vakalarda da onlar bize yardım edecekler.”
Büyücü: “Bizi
yakalıyorsunuz ama şatoyu niye bastığımızı bir bilseniz! Asıl Taryal Hanımı
tutuklamanız lazım. Bizi bırakmazsanız hepimiz öleceğiz! İblis çağıracak!”
Kıdemli Rahip: “Peh!
Laf! Kurtulmak için yalan söylüyor! Ne konuşturuyoruz bu zındıkları, meydana
götürüp gün ortasında yakalım gitsin!”
Büyücü: “Hemen
yakın! Büyücüleri yakana kadar politika hokkabazlarını yaksaydınız daha hayırlı
bir iş yapmış olurdunuz! Kız büyü yapacak iblis çağıracak!”
Kıdemli Rahip: “Şikayet
ediyorsunuz ama engizisyon bunun için var işte. Bizim istihbaratımız
kuvvetlidir. Büyücüleri, büyü yapanları, cadıları, tüm ecinni taifesini
fişliyoruz. Kimse gözetimimizden kaçamaz! Biri bir büyü yapmaya niyetlense
anında haber alırız!”
Eşkıya: “Engizisyon
ayakta uyuyor ayakta! Wyern, aga göster delilleri de inansınlar!”
Wyern: (Cübbesinin iç cebindeki kağıtları çıkartıp
göstererek) Bak bu üniversite kütüphanesi
kayıt defterinden. Taryal Hanım’ın aldığı kitap kodu, yasaklı kitapların olduğu
kısım.”
Kıdemli Rahip: (Kağıdı uzaktan inceleyerek) “Bu imkansız! Yasaklı kitaplardan kitap
çıkarılamaz. Hatta bu 06 koduyla başlıyor, bunlar çıkarılmasını bırak
dokunulması bile yasa kitaplar.”
Wyern: (Öteki kağıdı gösterir) “Başmüdürün imzaladığı izin kağıdı, Taryal Hanım’a özel. İblis çağırma
üzerine yazılmış bir kitap var elinde, ayin yapacak!”
Muhafızların Komutanı: “O da suç tamam ama sizin yaptığınız da suç!”
Eşkıya: “Aga bak
ben cahil eşkıya aklımla bile akıl ediyorum siz nasıl akıl edemiyorsunuz? Biz
evi bastıysak Taryal Hanım neden şikayetçi olmadı?”
Vampir: (Çöktüğü yerden) İsyanımı şiirle haykırıyorum! “İftiralar
değildir, yaralayan sensin sen!”
Eşkıya: “Tanrısını seven beni önden
yaksın! Yine şiir okuyacak!”
Kıdemli Rahip: “Yahu daha ne
konuşuyorsunuz? Mahkeme falan yok size bence o kitap geyiği de tamamen hurafe
bunlar kurtulmak için yalan söylüyorlar. Şatoyu kız meselesinden bastığınızı da
biliyoruz, Taryal Hanımın sevgilisi söyledi.”
Eşkıya: “Ben o
gulyabaninin çıktığı mezarı…”
Vampir: (Bir anda ayağa fırlayarak haykırır) “Şuraya bakın! Şuraya bakın!”
Kafalarını gayri ihtiyari vampirin gösterdiği yere
çevirdikleri zaman her biri dehşete düşmüşlerdi. Şehrin kuzeyinde, çıkışa yakın
bir noktada göğe doğru uzanan ancak ses çıkarmayan bir hortum vardı. Hortumun
tepesinde yıldırımlar saçana kara bulutlar döne döne toplanmaktaydı. Bir süre
sonra hortuma benzeyen siyah ışık halesi oldukça genişlemiş sanki büyük bir
yarık açılmıştı. İnsanlar pencerelere çıkıyor, sokaklara çıkarak bu acayipliği
seyrediyorlardı. Daha aklı başında olanlar ise ne olur ne olmaz diyerek
ailelerini dahi bırakıp şehir dışına kaçmaya başlamıştı. Yarığın içinde belli
belirsiz, dev gibi bir insan bedeni görüntüsü belirmişti.
Sansar: (Kıdemli rahibin omzunu dürterek şekli gösterip) “Biz öyle ecinniyi mecinniyi yakarız
diyordun! Aha iblis orada! Git onu da yak! Hadi! Hadi!”
Tam da o sırada Wyern ve diğerlerinin işine yarayacak bir gelişme vuku
bulmuştu. Yürüyüşe gitmek üzere topluca yurtlarından çıkan İsyanistler,
köprünün orada engizisyoncularla, muhafızların bir grup öğrenciyi rehin
aldığını öğrenince taşlar ve bağrışmalarla oraya doğru yaklaşmaya
başlamışlardı. Wyern ve diğerleri karışıklıktan istifade onların kıskacından
kurtulup ayinin yapıldığı yere doğru koşmaktayken taşlara hedef olan muhafızlar
ve engisizyoncular köprüye dek gerilemek zorunda kaldı:
Kıdemli Rahip: (Yanındakilere bağırarak) “Üniversiteler şehrinde paganların olduğunu bilmiyordum! Arka
çıktılar!”
Muhafızların Komutanı: “Arka
çıkmadılar, burası İsyanistlerin bölgesi takviye almadan gelmeyelim demiştim.
Muhafız zırhı ve cüppe görünce dayanamaz hücum ederler böyle!”
Kıdemli Rahip: “Öte yandan adamlar
haklıydı gibi galiba! İblis var! Gelmeye çalışıyor! Ne yapacağız?”
Muhafızların Komutanı: “Şehirde isyan
çıkmak üzere buraya takviye ekip çağırmalıyız.”
Kıdemli Rahip: “Ben de başrahibe
gidiyorum! İblis için bir şeyler yapılmalı!”
Sanki sözleşmiş gibi önce geri çekilip ardından kaçmaya başlayan
engizisyoncularla muhafızları isyanistler kovalamaya başladıkları sıra, Wyern
ve diğerleri çoktan Taryal’ın ayin yeri olarak kullandığı kır evine
yaklaşmıştı. İblis de daha bir görünür olmuş, muazzam gürültülerle bu dünyada
cisimlenmeye çalışıyordu.
İntikam iblisi D’hka’lın’ın geldiği yerden şarkılar ve gürültülü müzik
sesleri geliyordu. Kendilerinden geçmişçesine dans eden zebanileri ve düşük
seviyeli iblisleri görmüşlerdi orada. Şarkıların sözleri tanıdıktı, eski
sevgililerine lanet okuyanlar, onları unuttuklarını söyleyenler, hiç umurlarında
olmadıklarını haykıranlardan bahsediyordu. Paralel bir evrende, sahil
şehirlerinde yaz mevsiminde sokakları gümbürdeten, “gider edebiyatı” olarak
nitelendirilebilecek uğursuz şeylerdi… İblis’in kendisi de bir şarkı
haykırıyordu. Lanetli şarkının sözlerinde kah bir semtte yeni sevgilisiyle
dolaştığını eski sevgilisini unuttuğunu, yeni yerler gezmek istediğini, onu
bilerek terk ettiğini söylüyordu. Büyücü, geldiği yerde sürekli bu lanetli
şarkıların kulaklarında çınladığı talihsiz insanlara hayatında ilk defa
acımıştı…
Oraya yaklaştıklarında İblis’in açıldığı yarığa doğru kuvvetli bir yıldırım
büyüsü yapmıştı ancak hiçbir tesir göstermeyen büyü kolayca dağılmıştı. Büyü
bile yetersiz kalıyordu. Daha güçlü bir şeyler olmalı diye düşünürken bir anda
aklına bir fikir gelmişti Wyern’in. Parlak bir fikir değildi ancak tutma
ihtimali vardı.
Büyücü: “Ne yapacağımızı şimdi
buldum.”
Eşkıya: “Kızı mı öldüreceğiz?”
Büyücü: “Hocalarım beni uğursuzluk ve
lanet üzerine araştırmalara yönlendirdiklerinde üzülmüştüm. Ancak şimdi
anlıyorum. Bendeki en doğal güç bu… Lanet ve beddua… Neden bu alan
yönlendirdiler? Çünkü uğursuz yaratıkları çekebiliyordum kendime, ben
uğursuzdum zaten ben lanetliydim. Daha kötü ne olabilir ki?”
Eşkıya: “Sonuç olarak?”
Büyücü: “O canavarı geri gönderirken
yapabildiğim şey nedeniyle beni yönlendirdi hocalarım. İçimden gelerek okuduğum
bir lanetle geri yollamıştım o iblisi.”
Vampir: “Sakın iblisi beddua ederek
durduracağını söyleme?”
Büyücü: “Teoride öyle… Ama pratiği
farklı, o zaman ki gibi konsantre olabilirsem yaparım. Ben de doğal lanet var,
ailemde de var bu. Tüm bu karanlık isteği demek ki nedensiz değildi… Burada
kalın.”
Eşkıya:(Wyern’in kolunu tutar) “Aga
öleceksin… Dur… Zaten ortalık karışık, bedduayla iblis mi kovalanır ya?”
Büyücü: “Bekleyin dedim!”
Elini kurtarıp onlara dönen Wyern, topraktan çağırdığı dev sarmaşıklarla
Gorour ve Sansar’ın ayaklarını bağlattıktan sonra İblis’e döndü. Biraz önce
ağzından kaçırdığı ancak detayıyla bahsetmediği, herkesten sakladığı sırrını
düşündü. Büyük büyük atalarından birisi, daha Agrabul’un yeryüzünde yeni yeni
yürümeye başladığı devirde hüküm süren karanlık efendilerden birinin soyundan
gelmekteydi. Kara Tanrı Aldı Koca’nın oğlu ilk karanlıklar efendisi Bolog
Han’ın, içindeki özü kaybetmeden önce bir peri kızından doğan oğlu ve kuşaklar
boyunca kimselerin bilemediği “karanlık bir töz”ün nesillerce aktarılması
konusu olmuştu. Ne Bolog bilebilmişti bu devam eden tözü ne de Kızılaba’ların
üyeleri kendileri dışında kimseye ifşa etmişlerdi. İyi büyücüler yetişmiş ancak
uğursuzluk yakalarını bırakmamıştı. Wyern, İblis’e bunları düşünerek dönmüştü.
Ellerini ona doğru uzatıp bildiği tüm bedduaları, lanetlerim okumaya başlamış,
bir yandan da ona doğru ilerlemişti. Dünyaya gelmeye çalışan iblis onu ilkin
fark edememişti ancak Wyern’in içindeki karanlık töz harekete geçtiğinde
görmüştü. Wyern’in gözlerinden saçılan kızıl ışıltılar ve vücudunda dolaşmaya
başlayan siyah, sarı şuadan haleler karanlık sokağı aydınlatacak denli
fazlalaşmıştı. İçindeki töz öyle bir noktaya gelmişti ki iblis binlerce yıllık
ömründe ikinci kez korkmuştu (ilkinde muhtemelen Wyern’in kovaladığı ahtapot
kafalı iblisle aynı soydan gelme ancak daha güçlü bir iblis ile karşılaşıp
evrenin bilinmeyen bir zaman dilimine geçiş yapmıştı).
Wyern’in okuduğu lanetlerden bir tanesi muazzam bir gürültü ve uğuldamayla
tözünden ayrılıp iblise doğru zamanı ve gerçekliği yararak ilerlemiş, tuhaf
ışıktan hortum ile iblise çarpmıştı. Yer gök sarsılıp iblisin korkunç
çığlığıyla çınlarken muazzam bir aydınlık neredeyse her yeri gündüz gibi
aydınlatmıştı. İblis gelmeye çalıştığı yarıktan geri dönüp tekrar hiçliğe
karışınca tüm o acayip ışıklar kaybolmuş, bulutlar kısa sürede dağılmış,
yıldızlar yeniden gökyüzünde parıltılarıyla arz-ı endam etmişlerdi. Karanlık
geri geldiğinde, Wyern’in belli belirsiz yerde yattığını gören Sansar ile
Gorour, sarmaşıklardan güç bela kurtularak Wyern’in yanına koştular. Yanına
vardıklarında Wyern’in gözleri açık bir şekilde gökyüzünü seyrettiğini görünce
korkuyla üzerine eğildiler. Nefes alıyordu ama hareketlere tepki vermiyordu.
Bir anda olduğu yerde doğrulup: “Gitti
mi?” diye sormasıyla kendine geldiğini anlayıp kalkmasına yardım ettiler.
Eşkıya: “Gitti de laf mı? Kaçtı,
kaçtı! Yaman büyücüymüşsün aga!”
Vampir: “O şey büyü değildi. Belki
bedduayla alakalı bir şey bilmiyorum ama kesinlikle büyü değildi.”
Büyücü: “Lanet
işte… Değişik bir alan… Taryal nerede?”
Gorour ve Wyern, Taryal’ı hatırlar hatırlamaz sokağın
öbür ucunda bulunduğunu tahmin ettikleri kır evine doğru koşturdular. En
azından Wyern, yerini tam bilen Gorour’u takip etti. Eşkıya arkalarından
koştururken kendi kendine söyleniyordu: “Yok
olmanın eşiğinden döndük bunlar hala kız peşinde!” diyerekten.
Çatısı tamamen yok olmuş kır evine giren Wyern ile Gorour
moloz yığını arasında Taryal’ı aramaya başladılar. Taryal’ın kokusunu belli
belirsiz duyumsayan Gorour’un odanın birindeki tahta parçalarını kaldırmasıyla
gulyabaninin boğazı kesik ancak hala hırıltıyla nefes alan bedeninin yanında
baygın durumda yatan Taryal’ı gördüler. Wyern, tam Taryal’ı kaldırmak için
hamle yapacakken istemsizce Gorour’un onu kolları arasına alıp dışarı
çıkarmasına müsaade etti. Biraz etrafa bakınıp bulduğu o yasak kitabı yanına
aldıktan sonra halen hırıldayan gulyabaninin bedenini sürükleyerek dışarıya
çıkardı. Bahçenin bir köşesinde, Taryal’ı taştan bir banka yatırmış,
bileklerini ovan Gorour’u gördü. Sansar, Wyern’e öfkeyle bakmaktayken kolundan
tutup bahçenin diğer köşesine sürükledi:
Eşkıya: “Senin ben beynine… O kadar Taryal, Taryal diye
ağladın! Başımızı belaya soktun! Mülki idareden tut dini idareye tüm
bürokrasiyi peşimize taktın! Niye? Bu lavuk gidip ayıltsın diye mi? Adam kızı
dışarıya çıkarıyor, bizimki kitapla peltesi çıkmış mezarlık gulyabanisiyle
çıkıyor! Ne yapacaksın, gulyabaniye mi çıkma teklifi edeceksin?”
Büyücü: “Sansar!
Unutuyorsun. Kız önceden onunla çıkıyordu. Benimle değil. Ayılınca yine onu
seçecek beni değil. Hem niye seçsin? Maddi gücüm belli, lanetli bir kara
büyücünün tekiyim. Tamam altıncı seviyede böyle bir büyüyü yapabilmek her
büyücünün harcı değil, ancak yine de o beni tercih etmeyecek.”
Eşkıya: “Niye
peşine takılıp kızın ölüp ölmediğini kontrol etmeye geldin o halde?”
Büyücü: “Öldüğünü
sandım. Ölüp ölmediğini görebilmek için.”
Eşkıya: “Dünya
münya hikaye sen kızı kurtarmaya geldin değil mi? İblisi kovup kızı
kurtaracağım diye hem kendini hem bizi tehlikeye attın değil mi?”
Onların konuşmaları sürmekteyken bir anda yolun iki
tarafından kalkanlarını kuşanmış, mızraklarını almış şehir muhafızlarının
bahçenin etrafını sardığını gördüler. Engizisyoncular da yanlarındaydı.
Kendilerini tutuklamaya gelen ancak isyanistlerin kovaladığı Şehir
Muhafızlarının Komutanı’yla Kıdemli Engizisyon Rahibi’nin de onlarla birlikte
olduğunu görmüşlerdi.
Muhafız Komutanı: “Şehir
muhafızları adına teslim olun! Etrafınız sarıldı!”
Eşkıya: “Şekle bak,
sanırsın eli kanlı haydut çevirmişler!”
Komutan ve kıdemli rahip, onların silahsız olduğuna
kanaat getirince bahçeye girmişlerdi. Taryal Hanım’ı görür görmez şaşırıp
büyücü ile eşkıyaya dönmüşlerdi:
Muhafız Komutanı: “Bu
Şehir Konseyi üyesi Beyazhisarlızade Torgun Bey’in kızı Taryal Hanım değil mi?”
Büyücü: “İblis
çağıracak dedik ya! Neyse ki iblisi geri göndermeyi başarabildim!”
Kıdemli Rahip: “Yok artık! Sen daha
birkaç senedir altıncı seviyeymişsin hala iblis çağırma üzerine eğitimin
sürüyor, nasıl öyle ha deyince kovaladın iblisi?”
Vampir: “Büyü
yapmadı ki? Beddua etti.”
Kıdemli Rahip: “Nasıl?
Ne etti, ne etti?”
Vampir: “Beddua
etti, ilendi, lanet etti…”
Kıdemli Rahip: “Lan
büyüyü bilmiyoruz diye çocuk mu kandırıyorsunuz? Bedduayla iblis mi kovalanır?”
Büyücü: (Yasak kitabı göstererek) “İşte bu da delili… Şu mezarlık gulyabanisi de kurban edilmiş ama hala
yaşıyor. Taryal hanım kendinden beklenmeyerek başarılı bir ayin yaptı ama
büyüyü bilmediğinden iblis gücünü toplayamadan bedenini buraya aktardı. Ben de
güçlü bir lanet yolladım, uzmanlığım bunun üzerinedir. Böylece iblisi geri yolladım!”
Bir anda sokağın sonundan nedeni belirsiz bağrışmalar,
çağrışmalar gelmeye başlamıştı. Aşağıdan gelenleri gördükleri zaman her birisi
kah korkudan kah şaşkınlıktan ne diyeceğini şaşırmıştı. Akdiyar Konseyi’nin
mavi kumaş işlemeli zırhlarına bürünmüş gaddar ve silahlı ifritlerin arasında
ilerleyen görkemli ve zengin bir araba sokağa doğru ilerleyip evi tam önünde
durmuş ve içinden dört kişi inmişti. Bu görülmeye değer bir manzaraydı zira çok
ciddi bir mesele olmadıkça doğrudan Konfederasyon’a bağlı birlikler pek
ortalıkta görünmezler, şehir muhafızlarını ve engizisyoncuları itekleyerek yol
açmazdı. Şimdi ise her birisi ifritlerin koruma amaçlı sağa sola
iteklemeleriyle istemeye istemeye yol vermeye zorlanmışlardı.
Arabadan inenler Şehir konseyi üyesi Torgun Bey, Üniversiteler’in başmüdürü
ve Büyü Okulları’nın müdürü Marag Eskisunak ile onun kalem işlerini Hırdal
Çelegir, pek kimsenin tanımadığı ancak o civara yakın konuşlanmış olan
Konfederasyon Ordusu’nun komutanı olan azman suretli bir gulyabani olan Cengir
Topuzkıran’dı. Bahçeye giren ifritlerden ikisi Taryal’ın yanına geçip Gorour’u
geri ittikten sonra Cengir’in emriyle iki ifrit Sansar, Gorour, Wyern, Şehir
Muhafızlarının komutanı ve kıdemli engizisyon rahibini kır evinin içine
sürüklemişlerdi. Ardından arabadan inen dörtlü kır evinin içine girip kapıyı
kapatmışlardı. Bölgenin en tepesindeki şahsiyetler, kendilerine göre bile
ayaktakımı sayılacak kişilerin önünde tüm haşmetiyle dikilmişlerdi.
Torgun Bey: “Açıkçası
bir rezalet yaşandı. Duyulmaması gereken birçok skandal… Buraya bunları
kapatmaya geldik. Taryal ile ilgili yaşananları ve yapılanları unutacaksınız.
Aynı şekilde onun olaya karışmaması için buradaki herkes birbirini unutacak.
Kimsenin suç hanesine bir şey işlenmeyecek.” (Komutan’a döndü) “Dışarıdaki gulyabaniyi de öldürüp saklayın,
hiçbir iz istemiyorum.”
Marag: “Wyern
Kızılaba, üzerinde bazı deliller varmış. Bunları teslim etmeni istiyorum.” (Wyern
sabıkası tehlikeye girmeyeceğinden çekinmeden kağıtları sakladığı yerden
çıkarıp müdüre verir, ayrıca işaret etmesi üzerine büyü kitabını da teslim
eder) “Teşekkür ederim. Aynı zamanda bir
iblisi kovmayı başardın. Üzerinde çalıştığın tez kabul edildi ve seni yeni bir
araştırma konusuyla ödüllendirdik. İşlemlerin hazır. Gerekenleri teslim et
Hırdal…”
Hırdal: “Yedinci
seviyeye geçmene karar verildi. Bir iblisi kovabildiğine göre artık iblisler
üzerinde uzmanlığını kanıtladın sayılır. Artık Ölüm Büyüleri üzerine
çalışacaksın. İblisiyye Nişanı’na ve onun getirdiği tüm haklara sahipsin.
Yakında fakülteden kadro alıp araştırmalarını da öyle sürdüreceksin.”
(Nişanı ve gereken beratı Wyern’e teslim eder)
Cengir: “Olay
kapandıysa daha fazla kimse burada oyalanmasın, olanlar üzerinde konuşmasın.
Konfederasyon bu tip şeylerden rahatsız olacaktır. Herkes alacağını alıp mesele
halledildiyse dağılabiliriz.”
Dörtlü, beraberlerinde Taryal da olduğu halde arabaya
binip ifrit muhafızlarla geldikleri gibi gittikten sonra birini yakamadıkları
için üzülen engizisyon rahibi ve komutanla birlikte ötekiler de kır evinden
çıktılar.
Eşkıya: (Rahibin sırtına vurup kinayeli bir şekilde
gülerek) “Üzülme aga. Sizin tapınağın el
atmadığı yer kalmadı. Yargı sizden, asker sizden, biraz dişinizi sıkın
konfederasyonda da adamınız olur. Hehehe…”
Kıdemli Rahip: “Sen
kiminle dalga geçtiğini zannediyorsun?”
Büyücü: “Ben artık
yedinci seviyeyim. Kanun gereği bir suç işlediğimde beni ancak Büyü Okulları
Müdürü yargılayabilir. Kölelerim yani parayla satın aldığım hizmetkarlarım da
bu kanuna tabi olarak ancak benim tarafımdan cezalandırılabilir.”
Rahip ile komutan dişleri kenetli bir şekilde bahçeden
çıktılar. Engizisyoncular gözden kaybolurken, muhafızlardan birkaç tanesi
gulyabaninin gırtlağını tamamen keserek cesetle birlikte sokaktan uzaklaşıp
gözden kayboldular.
Vampir: “Hepimiz
ucuz atlattık. Hatta senin için iyi bile oldu Wyern. Benim gitmem lazım gün
doğumundan önce evimde olmalıyım. Sizinle tanıştığıma memnun oldum. Bir gün
muhakkak yine ziyaretime beklerim. Tabi peşinizde engizisyoncular olmadan!”
Büyücü: “Gorour… Peki şimdi ne olacak? Taryal meselesi?”
Vampir: “O mesele kapandı bile bence. Aslında bırakmazdım
onun peşini. Konuşmalarınızı işittim, sana da üzüldüm ama onu ben de seviyorum.
Yine de Taryal’ın peşini bırakmak zorundayım.”
Eşkıya: “Anladım aga. Bu idarilerde, soylularda bir durum
var. Kızları bir skandala karışınca anında daha soylu ya da dengi biriyle
evlendirilirler. Taryal’ı size kaptırmazlar yani…”
Vampir: “Arabaya binerlerken Taryal’ı Gapara Beg diye
biriyle evlendireceklerini duydum. Kvagan soylularından olması lazım. Neyse
Wyern, üzülme. İleride daha iyi birilerine rastlama olasılığımız yüksek.
Sizinle tanıştığıma memnun oldum tekrar, güzel bir geceydi. Görüşmek üzere.
Şatoma davetli olduğunuzu tekrar hatırlatmak isterim!”
Eşkıya: (Gorour yarasaya dönüşüp uzaklaşınca) “Şiir
okumadığın sürece neden olmasın?”
Gorour gecenin karanlıklarına kanat çırparken, Wyern ve Sansar da oradan
uzaklaştılar. Çürükköprü üzerinden geçip civardaki İsyanistlerle ufak ufak
görüştükten sonra kulelerinin yolunu tutmuşlardı.
Eşkıya: “Hep
lanetliyim, hep uğursuzum diyorsun ama bak kısa sürede nelere kavuştun!”
Wyern: “Bence
konuşmak için hala erken. Ama yine de dediğin gibi iyi oldu.”
Bir anda sokağın öbür ucundan duydukları bir araba
gürültüsüyle o yöne baktıklarında siyah bir arabanın atlarının son hızla
üzerlerine doğru koşturduğunu gördüler. Bir anda önlerinde duran arabanın
kapısı açılarak esrarengiz görünümlü, oldukça süslü elbiseler giymiş ve değerli
taşlar kuşanmış bir Yecüc’ün sırıtarak kendilerine baktığını gördüler. Yecüc
kendilerini arabaya davet edince arabaya bindiler. Yecüc kapıyı örttü.
Yecüc: “Umarım sizi
korkutmamışımdır.”
Büyücü: “Bir iblis
kovaladıktan sonra bunu söylemek garip gelecek ama biraz çekiniyorum açıkçası.”
Yecüc: “Haberim
var. Her şeyden haberim var. Ben buraya Akdiyar Konseyi adına geldim. İkiniz
için. Sizin gibi yetenekli kimselerin elimizin altında olmasını isteriz.”
Eşkıya: “Ben de
mi?”
Yecüc: “Biriniz
iblis kovabilen bir büyücü. Sen ise İsyanistler arasında dün geceden sonra
popüler olmuş birisin, aralarındasın. Tek bir casus bile sızdıramadık
aralarına. Ama sizler bu iş için biçilmiş kaftansınız.”
Eşkıya: “Biz
konseye casusluk yaptığımızı nereden bileceğiz peki?”
Yecüc: (Ceketinin içindeki gümüşten rozeti gösterip
korkudan sarardıklarını gördükten sonra) “Sanırım
bu yeterli olmuştur. İstihbarat bu zamanda oldukça iyi her şeyi
öğrenebiliyoruz. Ama sızamadığımız yerler var ve yetenekli, iş bitirici
birilerini bulmak her zaman kolay değil.”
Büyücü: “Kabul
etmemiz bile beklenmediğine göre… Ki kesinlikle reddetmeyiz, zira canımızı
sokakta bulmadık. Tamamdır. Konsey’e gönüllü casusluk yapacağız.”
Yecüc: “Güzel.
Benim asıl adımı bilmenize gerek yok. Bana “Arabacı” diyebilirsiniz. Lazım
olduğunda size bu nişanın bir benzerini taşıyan ufak bir altın yüzük gönderip
haberci yollarım ya da arabamla size denk gelirim. Sizi her halükarda bulurum,
size ulaşırım Siz ise sadece emredilenleri yapacaksınız.”
Büyücü: “Görevimiz
ne peki?”
Yecüc: (Kapıyı açtı) “Artık
gidebilirsiniz. Benden haber bekleyin. Siz çalışmalarınızı sürdürün, Sansar ise
isyanistlerle daha sık görüşsün ve bizim adımıza bilgi toplasın.”
Eşkıya: “Muhbirlik
sevdiğim bir şey değil ama Konsey’le de pek tepişmemek lazım.”
Wyern ve Sansar arabadan indikten sonra siyah araba
geldiği gibi gitti. İkili yollarına devam ettiler. Yorgun görünüyorlardı.
Bitkinlerdi ve gün doğumuna çok az kalmıştı. Kendilerini tuhaf hissediyorlardı.
Wyern hala Taryal’ın acısından muazzep bir şekilde düşünceliydi. Eşkıya
efendisi olmasına rağmen daha yakın gördüğü Wyern’in omzuna elini koydu. Wyern
ses etmedi, o anda ne efendilik ne kölelik kalmıştı. Sansar, Wyern’in
gözlerinin bir tuhaf baktığını görmüştü. Bir iblis kovalamanın zaferini ve
şanını bile kutlayabilecek, sevinebilecek hali yoktu.
Eşkıya: “İstersen
gidip zaferini kutlayalım?”
Büyücü: “Sevinemeyecek
kadar yorgunum…”
Eşkıya: “Doğru ya… Bir
ömre sığabilecek bir macerayı bir gecede yaşadık. Kuleye… Pardon şatoya gidip
iyi bir uyku çekmek istiyorum.”
Büyücü: “Ben de… Hadi uyuyalım. Sabah
nasıl olsa geçer değil mi?”
SON
Mehmet Berk Yaltırık
Mayıs 2012, 8 Şubat 2013
– Edirne/İstanbul
Selamlar,
YanıtlaSilTürkiye'ye çok benzeyen bir evrende geçen eğlenceli ve göndermeli bir kurgu... Diyalogları tiyatral, geri kalanı normal hikaye şeklinde yazmak, bu kadar bol diyaloglu bir öykü için doğru seçimdi bence. Böyle uzun bir hikayede yapılan yazım yanlışlarını es geçebiliriz sanırım. Göndermeleri severim (ince olanlarını daha çok) ve burada da bol bol vardı. İsimlere önem veren biri olarak bunun üzerine düşünülmüş olduğu belli. Kurgunun tamamının üzerine de aynı şekilde iyice düşünülmüş. Bunu yazmanızın ne kadar sürdüğünü merak ederek okudum ve sonunda aylarınızı aldığını öğrendim.
Olayın ortasındaki açıklamalar normalde akış hızını düşürür ve sıkar, ama burada ihtiyacımızı karşıladı. Nitekim yeni bir evreni hikayeyle anlatmak kolay değil (roman bunun için daha uygun).
Tek olumsuz eleştirim eşkıya için. Bir yanda cahil olduğundan bahsederken, diğer yanda gayet akıllıca konuşuyor, bir ara bürokrasiye verip veriştiriyor. Mizah katmak en önemli göreviydi sanırım ve bunu yapmış.
Merak ediyorum üçü toplam kaç sayfaydı, küçük bir roman olurdu herhalde :)
Kaleminize sağlık.
Çok teşekkür ederim yorumun için :) Artık tanış olduğumuza göre resmi hitabı bırakıp doğrudan hitap etmemde sakınca olmaz sanırım :) Acunal bundan takribi 10 küsur yıl önce yazmaya başladığım, basit bir fantastik mevzuydu. Seneler sonra bir taslak üzerinde çalışırken yaşadığım bir hadiseden ilham alıp oturup yeniden yazmaya giriştim. Diskdünya okudukça ona göre şekillendi, mizahi dilimi etkiledi, derken bu hikaye çıktı. Doğrudan burayı anlatıyor diyemem ama bize yabancı bir yer olmadığı kesin :) Tiyatral diyalogları bu hikaye evrenine has bir biçimde sürdüreceğim akıcılığı hızlandırıyor bir anlamda. Yazım yanlışları arada elden kaçıyorsa da denk geldikçe düzeltmeye çalışıyorum :) Açıklamalar kısımına gelince, onlar da hikayenin bir parçası, renk katanı ve kimi zaman hikayenin başrol kahramanı, elimden geldiğince tekdüzelikten kurtarmaya çalışıyorum. Eşkıyaya gelince. Eşkıya cahil ancak kendisinin de belirttiği gibi aptal değil. Cehaletten kastım okuyamaması, okuyamamış, okumayan ancak dinleyen, öğrenen, adapte olan, kurnazlığını iyi işleten bir tip. Mizahi yönü çok kuvvetli büyücünün yanında onunla gezdiğinden bazı durumları ve olayları ezbere biliyor, referansları harılayabiliyor (Bunu da bir arkadaşımdan esinlenerek yazdım. Okuma huyu yoktur ancak çok açıkyürekli, mizahi yönü kuvvetli, sözünü sakınmadan söyleyen çok değerli bir insandır). Üçü toplam 35 sayfayı geçiyordu yanlış hatırlamıyorsam daha da fazla olabilir. Bu arada devamı niteliğinde yine uzun bir hikaye de yazılmakta. :)
SilMükemmel bir hikaye. :) Çok daha mükemmel isimler.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim sağolun :) Devamı da yolda, bunu sevdiyseniz onu da seveceğinizi umuyorum, inşallah pişman etmem :)
Sil