(2010’lar)
Kadın
suretindeki dehşet kollarını kel badigarttan çektiğinde adamın çuval misali
yere yığıldığını gördü Vedat. Badigartın yüzündeki korku ve şaşkınlık ifadesi
kadından daha ürkütücüydü. Bir anlığına badigartın ayağa kalkacağını zannetti
ancak adamın kıpırtısızlığı karşısında boğazı kurudu. Karşısındaki kadına
benzeyen şey parıltılı gözlerini gözlerine dikmişti. Çarpık sivri dişleri
Vedat’ın telefonunun ışığında ayan beyan görülüyordu.
Telefonu
tutan elinin titremesine engel olamayan Vedat, içinden türlü çeşit duaları
hatırlamaya çalışarak ağır adımlarla gerilemeye başladı. Karşısındaki varlık
ses çıkarmadan kendisini seyrediyordu. Kafasını hafif hafif kıpırdatarak
Vedat’ın üzerine yürümeye başladı. Aklına dua gelmediğinden sadece besmele
çekerek gerileyen Vedat, bir eliyle de arkasını yokluyordu düşmemek veya
sütunlara çarpmamak için. Gözlerini o korkunç şeyden ayırmaya cesaret
edemiyordu. Sanki bunu yaparsa karanlıklar içerisinde kaybolup ummadığı yerden
saldıracaktı.
Vedat
taş merdivenlere ulaştığı esnada kadına benzeyen varlığın yüzünün sanki kızmış
gibi kaşlarını çattığını, suratını öfkeyle çarpıttığını fark etti. Kadının
boğazından yeryüzünde dolaşırken asla işitmediği türden bir ses yükseldi.
Ulumaya dönüşen korkunç bir böğürtüydü bu. Duvarların içinden yükselen o acayip
sese benziyordu. Vedat insanı dehşete düşüren o ürkünç ayrıntıyı fark ettiğinde
çoktan kapıya ulaşmıştı. Bodrumun kapısını çarpıp kapatmadan önce kadının bu
sefer krize tutulmuş birinin çığlığına benzer bir ses çıkarak üzerine
atıldığını gördü. Kapıyı örttüğü esnada o şeyin ahşaba çarptığını ve kapıyı
zorladığını hissetti. Ürkünç varlığın fiziki temasını bu şekilde bile olsa
hissettiğinden ayakları inceden titremeye başlamıştı. İçerideki böğürtü
kesilmişti ancak kapı sanki arkasında göze görünmez esrarlı bir güç
varmışçasına her bir ucundan itiliyor gibiydi.
Kapı
kolunun hayaletli ev hikâyelerindeki gibi sürekli hareket ettiği ve durmadan
zorlanan kapının ardından ağlamaklı bir kadın sesi duydu Vedat: “Lütfen… Lütfen
açın! Yalvarırım! Korkuyorum!” Ses normal geliyordu ama çıkaran şeyin ne
olduğunu tahmin ettiğinden kıpırdayamıyordu. Kadın kapı kolunu oynatmayı
sürdürüyor, histerik bir şekilde kapıyı zorlamaya devam ediyordu. Vedat ses
vermeyince kadının sesi bu sefer öfkeyle yükseldi: “Oradasın! Biliyorum,
oradasın! Kokunu alıyorum! Aç kapıyı! Aç! Aç!” Vedat kapının anahtarını konağın duvarlarında
çınlayan bir şangırtıyla yere düşürünce kadının yine o tuhaf böğürtüyle ancak
insan gibi konuştuğunu işitti: “Buranın türlü yerlerini bilirim! Ben de başka
yerden çıkarım! Geliyorum! Geliyorum!”
Kapı
şiddetle sarsılmaya başlayınca Vedat korkudan ayaklarını hissedemez olmuştu.
Sinirlerine güç bela hâkim olmaya çalışarak merdivenlerden yukarıya tırmanmaya
koyuldu. Ayakları balçığa batmış gibiydi, korkusundan zar zor yürüyordu.
Kapının zorlanması bitince bir an duraksayıp tırabzanlardan aşağıya baktı.
Konak ürkütücü bir sessizliğe bürünmüştü. Ancak duvarların içerisinden yükselen
ve derinden gelen bir çığlık sesi işitince neredeyse kalbi sıkıştı. O şey başka
bir taraftan geliyordu.
Merdivenleri
tırmanırken duvarların içinden gelen fare tıkırtılarının da arttığını işitti
Vedat. Onlar da kaçıyorlardı o şeyden. Sanki duvarların içinden sürünerek
geliyordu. Üçüncü kata soluk soluğa ulaştığında Kenan’la Pelin’in şiddetli bir
kavganın ortasında olduğunu gördü ve bu sahneye rağmen ilk kez rahatladı.
“Kızım
bak beni delirtme şurda birlikte iş yapıcaz neticede!”
“Yine
kendini düşünüyosun işte! Bencilsin!”
Vedat
artık takat kalmamış dizleriyle birkaç adım atıp odanın girişinde yere
yığılınca kavgayı kesip ona doğru döndüler. Pelin oturduğu yerden fırlayıp
Vedat’ın yanına koşturunca Kenan’ın içinde yine birkaç kıskançlık kurdu oynadı.
Pelin, Vedat’ın koluna girip kaldırmaya çalışırken bir an dönüp Kenan’a
çemkirdi: “Yardım etsene, ne dikiliyorsun orada öyle?” Kenan istemeye istemeye
Vedat’ı koltuk altlarından tutarak odadaki tekli koltuklardan birine oturttu.
Odanın camın dışından vuran ay ışığı aydınlığında betinin benzinin kireç gibi
olduğunu fark ettiler. Dehşetten büyümüş gözleri ve hızla nefes alıp vermesi
karşısında şaşkınlıkla karışık bir korku yaşadılar. Pelin hemen çantasına
koşturup getirdiği kolonya şişesini Vedat’ın bileklerine ve suratına boca etti.
“Vedat ne oldu? İyi misin Vedat?”
Kenan
bu sahneyi ölümüne kıskanarak Vedat’a dalga geçer gibi baktı. Ancak içten içe o
da tedirgin olmuştu. Uzun süre sonra ilk defa Vedat’ı patron tavırlarından bu
kadar uzak görmüştü. Esasında ilk defa korktuğunu görmüştü. Zira Vedat’ın bar
badigartlığı işine girmesi tesadüfi değildi. Gençlik yıllarında karate
salonlarından semt kavgalarına, bar önlerinde torbacılıktan mafya tetikçisinin
kapısında topukçuluk yapmaya ömrü hep karanlıklarda geçmişti. Vedat’ı ilk defa karanlıktan
bu denli korkarken görmüştü Kenan. Onun bu zayıf hali içindeki kıskançlığı
körükledi. Alay etmek ve Pelin’in karşısında küçük düşürmek istedi.
“Ne
oldu lan betin benzin atmış?”
“A…
Aşa… Aşağıda… Aşağıda bi şey var oğlum.”
“Bi
şey ha? Çok enteresan!”
Pelin
gözlerini devirerek Kenan’a bakınca alay etmekten vazgeçti.
“Ne
gördün? Ne oldu?”
“Oğlum
aşağıda bi şey varmış.”
“Sokucam
şeyine ha!”
“Ya
duvarın ardında… Duvarın ardında bi şey varmış. O sesi çıkaran şey.”
“Kedi?”
“Ne
kedisi lan! İnsana benziyor ama değil… Bizim kel badigartın yıktığı duvarın
içinden çıktı…”
“Haplandın
mı lan manyak mısın?”
“Lan
ne hapı sövdürcen şimdi! Gözümle gördüm lan kapıyı zorladı. Kel badigartı
öldürmüş, bizim de ağzımıza sıçacak. Duvarı açtıran aklıma sıçayım ben!”
“Ne
çıktı ki? Bana bak yatır felan mı? Eski konaklarda monaklarda olurmuş ya hep
böyle dalgalar?”
“O
aşağıdaki yatırsa bütün mahalle benim üstümden geçsin. Değil lan değil. Üç
harfli felan herhalde. Ağzı yamulmuş, çarpık dişli bir şey bağırıp duruyor.”
“Dalga
geçmiyorsun di mi lan?”
“Sen
benim şaka yaptığımı ne zaman gördün p.şt! Aşağıya kilitledim, kapıyı zorladı
manyak! Buraya doğru geliyordur, görürsün!”
“Delirdin
mi lan? Kafanı kör karanlıkta bi yere mi vurdun? Nasıl gelecek kapıyı
kilitlediysen?”
“Duvarın
içinden yürüyor kaltak sesini duydum.”
“Duvarın
içi?”
“Aynen.
Ses kablolarını falan geçirdiğimiz yer, eski sistem. Osmanlı zamanında da kendi
elektrik altyapısını döşetmişler o dönemden.”
O
esnada kablolar bahsinin üzerine koridordaki birkaç ses kablosunun sanki birisi
asılıp yere vururmuş gibi çıkardığı sesler üzerine her biri sessizleşti.
Kablolar sanki yılanmışçasına kuyruklarını “Pat! Pat!” sesleriyle yere
vuruyorlardı. Üçü birbirlerinden cesaret bularak telefon ışıklarını açıp
koridora çıktılar. Ses sistemlerinin olduğu ve Vedat’ın dans pisti olarak
dizayn ettirdiği ikinci kattan geliyordu. Vedat onlara yalvarır gibi bakıp:
“Kaçalım! Burada durmayalım!” dedi. Ama Kenan yine içindeki kıskançlık
kurtlarının kımıldanmasıyla Pelin’in önünde onu küçük düşürebilmek için zıttına
gitti: “Ne kaçıcam lan. Çok istiyorsan sen kaç!”
Kenan,
arkasına bile bakmadan onların önünden hızla inerek ikinci kata indi. Pelin’le
Vedat arkasından takip ediyordu. Kenan’ın rahatlığı kabloların çıkış yaptığı
büyük deliği görene kadar sürdü. Duvar boşluğuna açılan delik genişlemiş, kireç
parçaları etrafa saçılmıştı. Kabloların üzerinde kıpırdayan, delikten çıkmayan
şeyi o anda fark etti. Korkunç varlık Kenan’ı fark edince boğazından yükselen
ürkütücü bir böğürtüyle ona hamle yaptı. Delikten çıkmaya çalışırken parıltılı
gözlerinin karanlığın içinde kendisine dikildiğini gördü. Can havliyle Vedat’a
bağırdı:
“Çek
silahını vur şunu! Çek silahını!”
Vedat
elinin titremesine olduğu kadar engel olmaya çalışarak varlığını arkadaşının
hatırlattığı silahını çıkardı. Elindeki telefonu Pelin’e uzattı. Pelin her iki
elindeki telefon ışıklarını yaratığa doğru tuttu. Şarjörünü çekip iki eliyle
yaratığa doğrulttu. Nişan alıp tetiğe basarken besmele çekti. Silah konağın
duvarlarında yankılanan korkunç bir gürültüyle yaratığa isabet edince başından
vurulan yaratığın kıpırtısız düştüğünü gördüler. Tam rahatladıkları esnada
yaratık birden kafasını kaldırarak böğürmeye başladı. Vedat ile Pelin
merdivenlerden inerek hızla birinci kata inmek üzere bir alttaki merdivenlere
yöneldiler. Kenan da onların peşine takıldı.
Birinci
katta iki kapılı bir odaya kendilerini zor atarak kapıları kilitlediler. Pelin
korkuyordu: “Ne yapıcaz ya?” Her biri telefonlarına bakıp çekip çekmediklerini
kontrol ettiler. Vedat telefonu tuşlamaya başladı: “Polisi arıyorum.”
Kenan
sinirle karşılık verdi: “Ne diycen? Abi duvarı yıktık, içinden bi şey çıktı
bize saldırıyo mu diycen? Ondan sonra narkotiği göndersinler koduğumun keşleri
diye?”
“Ne
yapıcaz lan başka?”
“Semtten
çocukları arayalım gelsinler.”
“Onlara
ne diycez?”
“Kavga
var deriz.”
“Neyle
gelcekler lan buraya koşarak mı? Mevcut tek Beyaz Şahin’e doluşarak mı? Öyle
olsa kavga var diye polisi çağırırız baştan.”
Tam
o esnada Vedat’ın telefonu çalmaya başladı. Ekranda görünen “Patron” yazısı
yanıp sönüyordu. Üçünün de kanı çekildi. Vedat: “Şimdi tam sıçtık. Patron
arıyor. Tam arayacak zamanı buldu.”
“Daha
iyi oğlum aç işte. Mekanı bastılar de gelsin kurtarsın bizi.”
Vedat
telefonu korkarak açtı: “Evet abi. Evet. Evet. Biz de mekândaydık zaten. Hı hı.
Tepedeki bar aynen. Misafirler mi? Abi yalnız şöyle bir pürüz çıktı. Burayı
bastılar. Kel badigartı indirmişler. Biz iyiyiz. Sen ne zaman gelirsin abi?
Tamamdır. Boş gelmeyin abi çok sakat burası. Estağfurullah abi.” Telefonu
kapatınca Kenan sordu: “Ne diyo?”
“Ya
Allah’ın şanslı kullarıyız ya da Allah belamızı verdi. Patron buraya geliyormuş
tam. Misafirlerine mekânı gösterecekmiş. Ben de bastılar diye yalan söyledim.”
“Ne
dedi?”
“Ağzıma
sı.tı. ‘Ulan hergeleler iki elinizle bir s.ki doğrultamazsınız zaten. Kim
basabilir lan Arnavut’un mekânını!’ dedi. Bizi sordu. Geliyormuş hemen.
Dışarıda bekleyelim, yakınmış. Boş gelmeyin dedim küfür etti.”
“Yılların
Arnavut’u lan bu boş gezer mi? Anasına söv daha iyi.”
“Ne
bileyim ulan korkudan ne dediğimin farkında mıyım? Bu işte başımıza bir bela
geleceği belliydi ama. Çok ah aldık. Bu ev aslında patronun. Ama vergi bokuna
falan heralde evi benim üstüme yaptırdı. Kaç adamı tehdit ettim sırf şu iş
olsun diye. Topukçulukta tahsilatçılıkta ben bu kadar adam tehdit etmedim.
Tapudaki memurlardan birini bile çocuğuyla karısıyla tehdit ettim. Bu pislik
bir işti Allah belamızı verdi.”
İçinde
bulundukları odanın kapısı birden gürültüyle sarsılmaya başlayınca Vedat sustu.
Üçü pencereye doğru gerileyerek kapı kolunun hızla sarsıldığı, dört bir
yanından zorlanarak menteşelerinden fırlayacakmış gibi görünen kapıyı korkuyla
seyretmeye başladılar. Panik vücutlarını ele geçirmişti. Kapının ardından o
korkunç böğürtü işitiliyordu…
DEVAM
EDECEK
Mehmet Berk Yaltırık
27 Ağustos 2016 – Edirne
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder