25 Temmuz 2014 Cuma

Celaliler'i Kırdırmak

        (Celalileri Kırdırmak, Gölge E-Dergi, 61.Sayı, Ekim 2012, s. 68 – 73.)

        Raviyân-ı ahbar ve nakilân-ı âsara göre, yeniçeri isyanlarının pek sık olup tahta çıkarılıp indirilen hanedan azasının haddinin hesabının olmadığı dönemde, Memalik-i İslam’ın başına Sultan Ragıp Han geçmiş idi. Sultan Ragıp, pek kısa süre tahtta oturduğu için ne sarayın döşeklerine kurulmuş vakanüvisler, ne ömürlerini kitaplar arasında çürütmüş müverrihler, ne de bir cümle kıssahan ve meddah onun adını tarihe yazmaya lüzum görmemiş idi. Çetelesini tutmaya ne hazine defterdarlarının hesabı ne de bıyığı balta kesmez ocak ağalarının izanı yetmediğinden nedeni ve ismi bilinmeyen bir isyan sonucunda, sarayın unutulmuş dehlizlerinden birindeki kafesinden çıkartılan Şehzade Ragıp, hem tatlı huyludur hem de yönetilmeye, oynatılmaya müsaittir diye hem harem ağalarının hem de ocak ağalarının mutabakatıyla tahta geçirilmişti.

            Sultan Ragıp Han, her ne kadar karakter olarak yumuşak huylu olsa ve ömrünü bir gece odasından içeriye süzülüp kendisini boğacak olan dilsiz bostancılarının kemendinden korkarak geçirmekten dolayı sinirleri pek bir yıpranmış olsa da ömrünü siyasiye ve askeriye ilimleriyle geçirmekten mütevellit belli bir fikri ve saltanat fıtratı mevcut bir hükümdardı. Üstelik geldiği soyun ve atalarının ihtişamını kah kıraat edip kah kıssahanlardan dinlediği için kendinde o istidayı görmese bile namlı bir padişah olacağına dair içten içe bir temenni mevcut idi. Harem ağalarının fitnekârlığı ile ocak ağalarının madrabazlıklarını da biliyor, bir gece kendisini yaka paça tahta çıkardıkları gibi yine bir gece ulufe darlığını ve sair meseleleri bahane ederek yaka paça tahttan alaşağı edip boğdurabileceklerini de tahmin ediyordu.

            Saltanatını korumak ve memleketini abad etmek isteyen Sultan Ragıp, tebdili kıyafet sokağa karışarak ahalisinin dertlerini öğrenmeye niyetlendi. Paşa sancaklarından ve dahi çiftliklerinden yüz bulamayıp iş bulurum diye şehre düşen Rumeli çıtaklarının kılığına bürünerek sarayın gizli kapılarından çıkıp hamal kahvelerinden bekar odalarına Dersaadet’i dolaştı. Yeniçeri haytalarının melanetlik ve nusuhet okunan nursuz sıfatlarına maruz kalıp yeniçeri kahvelerini, memleketlerindeki kan davalarını ve vuruşmalarını anlatıp bir nice korsanlık hikayesi anlatan kadırgacı ve kayıkçı taifesiyle dolu rıhtım kahvelerini, katil suratlı ve eşkıya yaratılışlı gaddarlarla oğlan ve avret düşkünü zemparelerle gulamparelerin yatıp kalktığı bekar odalarını, gedikli ve koltuk meyhanelerini, yanı yöresi başıbozuk dolu gizliden gizliye kırbadan rakı satar seyyar meyhaneleri, önünde yöresinde gelene geçene işve-ü naz yapan kevaşelerin durup rıhtım taifesinin önlerinden çadır kurup gece gündüz bekleştiği umumhanelere dek gezdi dolaştı. Kah cami şadırvanlarındaki konuşmalara kulak misafiri oldu kah gizli saklı işler çeviren koru ve mesire aşıklarının saklı yuvalarını gezdi.

            Başıbozuk ve mücerred takımından esnafa ve amele taifesine, ümera ve ulema zümrelerine dek herkesin dilinde Anadolu’yu kasıp kavuran, ocaklar yıkan, ahaliyi perişan edip göçe zorlayan, evsiz barksız bir nice insanı eşkıya ve zalim eline bakmaya zorlayan Celali Kaçgunluğu var idi. Ardına peşine taktığı çalıkakıcı ve kemikçi taifesiyle soyguna vurguna alışmış bir nice sipahiden, dağları mesken tutmuş kanlı çetelerden, şehirleri dahi vuran beli bıçaklı suhte-medrese takımından bahsediliyordu. Gözünü kan bürümüş ırz ve namus yoksunu gafillerin elinde kasık mancığı olmuş avretlerle oğlanların aklibetleri, köşklerinden konaklarından kaldırılan gelinlerin hikâyeleriyle ahali adeta ağlamalı temaşa seyreder gibi eşkıyaların haydutların yaptıklarını dinlemekteydi.

            Tebaasının müşkülünü gören padişah, saltanatını garanti altına almak adına memleketi sarmış bulunan gaileyi temizlemeye karar vererek, devlet kapısında ve ricalde vazife almış büyük küçük bir nice kişiye emir vererek, memleketin huzurunu sağlayıp Al-i Osman’ı yeniden cennetmekân Sultan Kanuni Han devrine geri götürebilecek çareler sorarak her birinin birer layiha yazması istendi. Ne tuğlu vezirler, ne emri altında sayısız kapu bulunan paşalar, ne kapı bekler kethüdalar ne harem ağası ne yeniçeri ağası bu vazifeden ayrı tutulmadan her birisine Celali gailesine dair birer kurtuluş layihası yazmaları emredildi.

Bir nice isyandan ötürü her biri kendince mimli ocak ve harem ağaları, ulema ahalisi dahil toy sandıkları padişahın böylesine bir emir vermesinden şüpheye düşerek altında bir bit yeniği arasalar da emir mucibince her biri bir layiha yazmıştı. Padişah kendisine gönderilen layihaları okuduğunda içlerinden hiç birinin kendisine bile hayrı dokunmayacak tiynette olduklarını görmüş. Ulemadan birisi suhteler isyan ediyor diye medreselerin külliyen kapatılması gibi akla hayale sığmaz bir öneri getirmişken bir başkası “medreseyi zorunlu yapıp, cümle kızı kızanı ufak yaştan buraya alıp dinin kaidelerine göre yetiştirmeyi” önermişti. Yeniçeri ağasına göre ise İstanbul’un sayılı kaldırım kurdu ve hayta taifesine tımar dağıtılığ Anadolu’ya gönderilerek haydutu hayduta kırdırmak iktiza ediyordu. Harem ağası ise isyancılara rüşvet vererek devlet tarafına çekme taraftarıydı. Paşalardan birisi Anadolu’nun etrafına baştan başa duvar ördürülüp göçer ve yerleşik dahil cümle ahalinin kırılmasını, böylece gailenin kökten çözüleceğini savunurken bir diğeri Anadolu’ya gönderilen tahıl ve gıdanın zehirlenerek oradaki haydut taifesinin bire kadar kırılmasını savunuyordu. Hangi akla uyup yazdığı bilinmez paşalardan birisi de Rumelinden ne kadar cadı ve hortlak taifesi var ise bir şekilde tutup bağlanıp Anadolu cihetine salınmaları gibi abuk bir layiha yazmıştı ki padişahın emriyle makamından alınıp Cibali Bimarhanesi’ne kapatıldı.

Tüm bu rical arasında layiha yazmamış tek kişi vardı ki bu şahıs İskelet Osman Paşa’dan başkası değildi. Memalik-i Osmaniyye’nin namazında niyazında kullarından madrabaz ve dahi kumarbaz taifesine dek her bir insanın gözünde pek makbul bir adam değildi. Paşalığı rüşvet ve adam sindirmeyle dedesinden babasından bir şekilde intikal etmiş bir serdengeçti iken kendi paşalığa dek çıkmıştı. Kahveden afyona bir nice keyif verici maddenin müptelası olan bu şahıs, Keş Osman Paşa olarak anılırken gün gelmiş Yemen’den ve Hint’ten getirdiği bir nice ecnas-ı duhan yüzünden kara kuru bir hale gelince İskelet namı ile anılır olmuştu.

Kendisi gibi ömrünü batakhanelerde, afyon tekkelerinde çürütmüş müptelaların aksine miskin ve uyuşuk bir zihinden ziyade alelade bir insana göre oldukça zeki ve fevkalbeşer addedilen bir yeteneğe sahip bu şahıs kah sohbet meclislerinde kah oturak alemlerinde öyle sözler söyler öyle yakıştırmalarda bulunurdu ki diyar-ı küfrün cümle feylesofu bir araya gelse onun cümlelerindeki hikmetin zerresine dahi akıl sır erdiremezlerdi. Gerçi ne söylediğini de bilemezlerdi ya kerameti kendinden menkul, dünyaya işret ve sefa sürmeye gelmiş sayısız ehl-i keyften biriydi.

Padişah, açıkçası ömrünü zevk-ü sefayla geçirip din-ü devlet yararına bir faidesi olmayıp işret meclislerinin aranan yüzlerinden biri olmak dışında da bir vasfını görmediği bu paşa bozuntusundan layiha gelse ziyadesiyle şaşırırdı. Ancak bunun yerine Acem divan üstadlarına akçe döktürüp binbir çeşit süslü ve zarif kelimelerle yazılmış bir name gönderip, müsait bir zamanda padişahın huzuruna çıkmayı arz etmesi sultanı düşüncelere gark etmişti. Sultan Ragıp Han, böylesine tumturaklı bir name ile istenen arz izninin muhakkak sadrazamdan bile gizli tutulması gereken mühim bir hal ile alakalı olduğunu az çok anlamıştı.

Sultan Ragıp Han’ın verdiği destur üzerine kısa sürede İskelet Osman Paşa arz odasına teşrif etmiş, zayıflığı nedeniyle üzerindeki giysilerin adeta tahta üzerinde sallanmasına benzeyip bostan korkuluğunu andıran bu adam, altları morarmış çukura kaçan gözleri ve ziyadesiyle sivri bıyıklarıyla ilk bakışta insanda ipiyle kuyuya inilmez bir tedai uyandırıyordu. Huzur-ı padişahiye çıkarken yanındaki devasa bir Habeşlinin getirdiği bir tepsi dolusu lati lokum, şerbet ve dahi Frenk illerinde nam salmaya başlamış kakao nam nev zuhur bir yemişten yapılma İspanyol keferesinin “Çokolat” dediği dumanı üstünde tüter çömlekte getirilmiş bir cins içecek, akide şekeri gibi çeşit çeşit hediyeyi Sultan’a hediye olarak arz odasının girişinde bıraktıktan sonra el etek öperek sultanın ayaklarına kapandı.

Sultan Ragıp Han konuşmasına destur verince saltanata övgü ve diğer devlet ricaline sövgüden oluşan görece kısa bir girizgahın ardından padişahın memleket meselelerini çözmesinde ve Celali gailesini bitirebilmesinde yardımı dokunabilecek yegane çözümün kendisinde olduğunu iddia ediyordu. Emr olunan layihayı diğerleri gibi yazarak hazırlamamıştı. Faydasız ve rind olmasına rağmen feylesof kere feylesof olduğu herkesçe bilinen bir zat olduğundan, diğer layihalardan da pek bir hayır görmediğinden Sultan Ragıp Han, İskelet Osman Paşa’nın teklifini kabul etti. Paşanın isteği, padişahın hiçbir kimseyi yanına almadan kendisiyle birlikte gideceği yere gelmesiydi, başka da bir şey söylemedi.

Padişah yanına murassa hançeriyle, kabzası fildişinden yapılma altın savatlı kılıcını kuşanıp, ne olur ne olmaz tanır tanımaz bir zındığın gadrına uğramamak için altın mühr-i padişahiyi ve dahi gümüşten yapılma murassa saltanat yüzüğünü de alıp yanına ne baltacı ne yeniçeri almadan İskelet Osman Paşa’nın ardında takılarak akşamın alacasında Dersaadet’in keşmekeşine karıştılar.

İskelet Osman Paşa ile padişah, Sarayburnu’nu civarında bir kayığa binerek Galata tarafına geçtiklerinde sultanın o durumun şaşkınlığı ile laf söz çıkarmasın diye kayıkçıya verdiği bir kese altın ile torunlarına dek ailece ihya oldukları söylenir. Galata’nın Domuzkapısı’ndaki Hamr Eminliğine bağlı, sayısı 1000’den fazla olan Kostantiniyye meyhanelerinden olup, 200 adedinin Galata’da bulunduğu meyhanelerden biri olan Taşmerdiven Meyhanesi’ne geldiler. Başı cavlak ayağı çıplak naralar atan sarhoşların, akranlarıyla kavga eder yeniçeri haytalarının, günlerini kurtarmak gayesiyle gelene geçene işve eden fahişelerin arasından geçip Dersaadet’in en namlı meyhanelerine girer girmez padişah bilmez kul tanımaz taifesinden olma sarhoşlar zengin tüccardan birinin geldiğine hükmederek gelenlere hiç bakmayıp alemlerine devam ettiler. Açılır kapanır rahlelere konmuş sinilerin üstünde sayısız mezeler, test testi şarap ve arada birkaç rakı, sinilerle tezgah arasında mekik dokuyan her biri ayağına tez saki oğlanlar herhangi bir meyhaneden farksızdı. Mermer tezgahın başında her daim işine bakan meyhaneci Yahudilerden Yasef, sürekli müşterilerinden olduğu anlaşılan İskelet Osman Paşa’yı görür görmez adeta yuva bellediği tezgahın başından kalkarak el etek öperek paşayı karşıladı. Paşayla aralarında fısıltılı bir konuşma geçtikten sonra onları mezelerin hazırlandığı matbah kısmına buyur etti.

Paşa ile sultan, namlı mezecilerden Onnik’in ve yamaklarının karınca gibi çalıştığı matbaha girdikten sonra taş merdivenler üzerinden şarapların ve birkaç kırba rakının saklandığı mahzene indiler. Koca koca fıçı dizilerinin arasında bir duvarın önüne gelen İskelet Osman Paşa, kapı çalar gibi duvarı birkaç kere yumrukladı. Duvar gibi görünen o kısmın bir anda kapı gibi açıldığını ve meşale alevinin nursuz yüzünde parladığı dev gibi bir zorbanın kendilerine baktığını gördüler. İskelet Osman Paşa’yı gören palabıyıklı zorba elini göğsüne koyup paşayı selamladıktan sonra içeriye buyur etti. Bir başka merdivenlerden genişçe bir salona indiler ki meşalelerle aydınlanan bu yerde sürüsüne bereket kumarbaz ve madrabaz, kağıt oyunlarından barbuta bir nice hileli hurdalı işle hünerlerini icra etmekte, bıçağına güvenen sayılı zorbalarda orada burada hır çıkarabilecek kumarbazlardan en ufak bir kıpırtı beklemekteydiler. Buranın dibindeki ufak bir kapının önüne giden İskelet Osman Paşa kapıyı yumrukladıktan sonra kapıyı tıpkı paşa gibi gözlerinin artı kararmış ince görünümlü bir adamın açtığını gördüler. Paşayı tanıyıp içeriye buyur etmesinin ardından sanki yerin yedi kat altına iner gibi döner merdivenlerle sayısız kez döne döne bir başka dehlize indiklerinde burasının tepesindeki dumanların bulut misali asılı olduğu, şarap ve rakı ile de kafaların bir hoş olduğu gizli bir afyon tekkesine geldiler.

Her biri hayat gailesinden koparak gri bir düşler ecesinin koynuna bırakmış sayısız keş, gelenleri kendi kafalarının mahsulü esatiri bir hayalet addederek kaile almadılar. Bu tür şeylere alışık olmayan sultan, nargilelerden gelen afyon dumanlarından ötürü sersemler gibi olduğu sıra İskelet Osman Paşa tarafından bir başka dehliz yoluna götürüldü. Kapısında birkaç silahlı zebellah misali kimselerin beklediği kalın demirden bir kapıdan geçip daha geniş bir salona girdiler. Duvarları süslü kumaşlarla örülü, kuş tüyünden şilteler üzerinde uzanarak Hint elinin kıymetli otlarının tesiriyle ve dahi afyonlu şarap ile her biri hülyalar alemine dalmış insanlar ve onlara hizmet eden birbirinden güzel kızlar vardı. Sultan Ragıp Han bunlardan bazılarının kendi ricali arasından olan kimseler olduğunu görerek şaşırmıştı. Onlar da koca padişahı karşılarında görmelerine şaşırdılar ama afyonun tesiridir diye hiç birisi onun gerçek olduğun düşünmeyerek alemlerine devam ettiler.

İskelet Osman Paşa, padişahı orada bulunan şiltelerle döşenmiş bir başka odaya buyur ederek kendisine takdim edilen nargileyi içip afyonlu şarabı sadece bu seferlik denemesini isteyince, her ne kadar alışık olmasa da memleket için katlanmak gerek diyerek dediğini yaptı. Tuhaf hülyaların eşliğinde şarap sunan her biri Diyar-ı Moskof’tan ve Rutenya’dan gelme kızıl saçlı, gök gözlü, süt benizli dilberlerin suretlerine baka baka sarhoş oldu.

İskelet Osman Paşa, padişah ile önce havadan sudan konuştu ardından dünya meselelerine değindi. Celalileri anlatmaya başladı, adam boğazlayanları ve ayaklanan medrese suhtelerini, çeteleri, katledilen insanları ve dahi tecavüzleri. Ardından bunların nasıl küçük birer çeteyken kendilerine katılanlarla ordulara denk taraftar toplayıp Anadolu’yu haraca kestiklerinden bahsederek Sultan’a şu fikri sundu.

Madem ki Celaliler bir çeteden başlayıp sonradan padişah kadar güç kazanıyordu, öyleyse padişah da tacını tahtını bırakıp, tıpkı Celaliler gibi çetesiyle işe başlayıp günden güne büyüyecek, yakıp yıkacak, tahta geçtiğinde hem Celaliler’i kendine bağlamış olacak hem de saltanatın yegane hakimi olacaktı. Normalde bu öneriyi ayık kafaya dinlese İskelet Osman Paşa’yı Cibali Bimarhanesi’ne gönderecek olan padişah, o anki kafasına esen fikirle bunu makul bularak İskelet Osman Paşa’yla oradan ayrıldı.

Galata’daki bir bekar odasına uğrayarak o an orada bulunan her biri işsiz güçsüz mücerred tayfasından üç-beş kişiyi parayla tutarak bir kayığa atlayarak Anadolu’ya geçmek için kayığı Üsküdar’dan da öteye, ta Gemlik kıyılarına dek götürmesini emrettiler. Kayıkla denize varıp Gemlik’e gitmenin delilik olduğunu, tekne bulmalarını söyleyince adamı döverek denize atıp Marmara Denizi’ne açıldılar. Tam o sırada şehrin arkalarından uzaklaşmaya başladığı o anda, tekneden anladıkları çamaşır teknesi olan çıtakların da kendilerini uyarmayışı ve paşa ile padişahın kafalarının dumanlı oluşu nedeniyle tepelerinde patlak veren fırtınaya aldırmayıp kayık çekmeye devam ettiler. Kuvvetli bir dalganın ardından kayıktaki mücerredler de ayaklanınca dengelerini kaybedip kayıkla birlikte alabora oldular.

Padişahın yokluğu fark edilir fark edilmez önce saray ardından tüm şehir, rüşvetle korunan saklı mekanlar dahi arandı. Kadırga limanında padişahın öldüğünü sayıklayan bir meczubun balıkçılar tarafından bulunduğu söylentisi çıkınca harem ağalarından ocak ağalarına bir nice rical oraya gittiğinde İskelet Osman Paşa’yı buldular. Padişahın ve birkaç mücerredin kayıkla denize açıldıklarını, padişahın muhtemelen öldüğünü söylemesi üzerine dumanlı kafaya yalan söyleyip söylemediğini anlamak için 7 yaşından beridir ayık gezmeyen paşayı ayıltmak için namlı işkembe ustası Besnik’in dükkânına götürdüler. Sarhoş ayıltmakta usta olan Besnik, paşamızı çorba haklamaz daha esaslı bir çare gerek diyerek kendi şahsi yapımı olan özel bir macunu verdi ki “Ölüdirilten” dedikleri macun tesirini göstererek Osman Paşa’yı ayılttı. Yine benzeri şeyleri anlatınca bu kez bu kazanın gerçek olduğuna hükmederek ahaliye pek bir şey sezdirmeden bir başka şehzadeyi tahta geçirdiler, Osman da ortalığı velveleye vermesin diyerek meczup olduğuna inandırıp malına servetine el koydurup sokaklara attılar.

İşte biz bu hikayeyi, bu şekilde sokaklarda kalan ve bulduğu üç otuz parayı afyonlu şaraba veren, talihsiz Galata sarhoşlarından biri olan İskelet Osman’ın ağzından dinledik. Doğruluğunun yanlışlığının vebali, bu garibanın boynunadır vallahülazim.

SON
Mehmet Berk Yaltırık

10 Eylül 2012 – İstanbul

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder