25 Temmuz 2014 Cuma

Kale Harabesinde

           (Kale Harabesinde, Sakal Fanzin, 3. Sayı, Mart 2014, s. 7)

           İnsanları ölümün ötesini kurcalamaya iten şey çoğunlukla ne olacağı merakıdır. Benim aradığım şey ise ölümden ziyade ölülerin kendisiydi. Onların hikâyeleriydi. Sayfalardan ve başka ağızlardan değil kendi gözlerinden ölüm anlarını görmek ve yeniden yaşamak… Yanlarında götürdükleri sırlara vakıf olmak, hayallerini ve arzularını öğrenmek…

Peki, beni bunları araştırmaya iten merakın nedeni? Eski binalara ve eşyalara, üzerine ölülerin hatıraları çökmüş yerlere duyduğum tuhaf ilgiden kaynaklanıyordu muhtemelen. Tarihin sayfaları bile merakımı tatmin edemeyince bu tip mekânlarda fazla zaman geçirmeye başlamıştım zira medyum bir tanıdığım mekânların eski sahiplerinden ruhsal izler taşıdığını söylemişti. Zaman zaman kale harabelerinde, izbe evlerde dolanıyordum, şehrin eski izlerini takip ediyordum. Buna karşın tüm bulabildiğim yoğun karamsarlık hislerinden başka bir şey değildi.

             Ancak bir gün ismini duyduğum bir başka medyumun ruhlarla iletişim konusunda belli bir kabiliyeti olduğu söylenince ona başvurmuştum. Diğer medyumlardan farklıydı. Çok duyulduk birisi değildi ancak sosyete arasında gizli bir ünü vardı. Parası olanların bilebildiği biriydi yani. Genelde bir mekâna gidiyor ve orada hapsolmuş bir ruh varsa, onun gözünden neler olduğunu görebildiği, bizzat onları konuşturabildiği söyleniyordu.

Ona bir şekilde ulaşıp makul bir ücretle anlaştığımda, götüreceğim yer belliydi. Eski bir kale harabesi… Semtimizde, bir tepe üzerinde bulunan Haçlılardan yadigâr olduğunu bir yerlerde okuduğum bir kale… Çocukluğum orası üzerine hayaller kurmakla geçmişti. Geceleri ay ışığı altında tüm haşmetiyle dikilirken yatağımdan seyrederdi. Gündüzleri gezdiğimde ise en çok sağlam halini merak ederdim. İçinde yaşayanları… Bir gün onları da görebilmeyi hayal ederdim…

Sade dört duvarı ve yıkılmış kulelere çıkan merdivenleri kalmış kaleye girdiğimizde uğuldayan rüzgârdan başka hiçbir ses yoktu. Binanın ortasındaki açıklığa geldiğimizde bu bir salondan daha geniş kalenin duvarlarına ilk defa görmüş gibi bakınıyordum. Gözlerimi kapatıp zihnimi medyuma teslim ettiğimde bana çocukluk hayallerimi göstermişti.

Kendini kuleden bir soylunun intihar çığlıkları gelmişti kulağıma. Avlunun dibinde efendilerinden gizli gizli pagan tanrılarına dua eden köylünün hem fısıltısını hem kalp çarpıntılarını işittim. Kaleyi talan eden cengâverlerin baltalarından damlayan kanlar sanki üzerime damlamaktaydı. Yükselen alevleri ve şölen şarkılarını işittiğimde ne söylenildiğini anlamasam da sanki çok uzakta kaldığını bildiğim eski bir anıymış gibi hayıflandım. Medyum beni sarsarak uyandırdığında gözlerindeki korkuyu gördüm. “Ben transtan çıktığım halde gördün! Seni çağıracaklardır! Sakın gelme buralara!” diye uyardı.

Uyarı beni korkutmuştu ama dinleyecek değildim. Hele beni beyazlar içinde bir prenses çağırmışsa. Gerçi ayakları biraz yamuk gibi, sallanarak yürüyor ama olsun, sesi gayet hoş ve yıldızlar gibi ışıldıyor. Ancak o bana gelirken arkasında gözleri alev alev yanan başka karaltılar tanımıyorum…. Ve gittikçe yaklaşıyorlar…


Mehmet Berk Yaltırık-21 Şubat 2014 İstanbul

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder