25 Temmuz 2014 Cuma

Cenazenin Düellosu

(Cenazenin Düellosu, Gölge E-Dergi, 74. Sayı, Kasım 2013, s. 58-61)

(1907-Edirne)

            “Aman! Zogo’nun narası mıdır o?”
            “Hiç durmayalım! Eşref saatinde değilse canımıza okur!”

            Bir vakitler Edirne’nin sokaklarında gür narası patladığında yediden yetmişe herkesin tanıdığı, Arnavut göçmenlerine has konuşmasına aşina oldukları Zogo Niyazi* namıyla maruf bir kabadayı ile onun yardakçısı, musahibi yerinde Cüce Ragıp dolanırdı. Onun narasını duyup: “Var midır more belasini arayan?” diye bağırmasını işitenler yukarıdaki gibi karşılık verir, Edirne’nin türlü çeşit milletten kabadayısı, külhanisi “Belaya bulaşmayalım!” kavlinden ortalıktan tüyer, kertenkele misali taş diplerine dek kaçacak yer ararlardı. Zogo Niyazi şehre Dömeke Harbi’nin nihayete erdiği vakit gelip yerleşmişti. Ta Arnavut memleketinden belinde kamasıyla tabancasıyla çıkıp gelen bu yabancı, peşinde eli silahlı kanlılar olduğunu söyleyip Edirne’nin o devirdeki belalı bitirimlerinden Kahveci Nedim’in yanına kapağı atmıştı. Bir gece vakti kanlıları Tahmis Meydanı’nda Nedim’in kahvesine gelip kendisini haklamaya yeltendiği sıra Kahveci Nedim’in dükkanın arkasında kumar oynayan bitirimler dışarıya fırlayıp Arnavut aksanıyla konuşan saldırganları tarumar ettiklerinde şehir ayağa kalkmıştı. Şehrin o devirdeki zaptiye serkomiseri Boşnak Hasan adamları bitirimlerin elinden alıp nezarethaneye tıktığında hiç biri sesini çıkarmamış, ne zaman ki gaddar serkomiser kızılcık sopasını çıkarıp kaffesini falakaya yatırınca bülbül gibi ötüp kendilerini Mat Valisi Cemal Paşa Zogolli’nin yolladığını itiraf etmişlerdi. Meğer Niyazi ta Mat şehrindeyken bir düğünde önce Zogolli’nin adamlarıyla tartışıp sonra Zogolli’nin kendisiyle münakaşa etmesin mi? Deli Arnavut damarı kabarıp belindeki Karadağ tabancasını hızla çekip koca valiyi yaralamasın mı? O hengamede dolu misali yağan yağlı kurşunlardan kaçıp ayağının tozuyla Edirne’ye dek gelmesin mi? Haliyle daha o andan itibaren “Zogolli’yi vuran Niyazi” diye hikayesi anlatılır olmuştu. Boşnak Hasan adamların silahlarına el koyup Karaağaç Garı’na göndermesine rağmen adamlar “Bunu vurmadan dönersek Zogolli Paşa canımıza okur!” korkusuyla Ali Paşa Bedesteni’ne dek gelip Kalaycı Boşo’dan uydurdukları bıçaklarla Tahmis Meydanı’nın oraya gelip her biri bir yol tarafına öğleden pusuya yatmışlardı. Vakit gece olup el ayak çekilince, kahve önünü süpürmeye çıkan Niyazi’yi görür görmez bıçaklarını fora edip tepesine üşüşmüşlerdi. Niyazi koca vali paşayı vurmaktan çekinmemiş bir sergerde, kapısının köpeklerinden mi korkacaktı? Belindeki Elbasan yapımı saldırmayı çekip adamlardan ikisini yaralayıp bunlardan birinin de ölümüne neden olunca mahkemesi görülmüş, nefsi müdafaa olduğunu ispat edince beraat etmişti. Ancak Zogolli Paşa’nın adamlarını hacamat etmesinden ötürü namı almış yürümüş kısa süre içerisinde “Zogolli’yi Vuran Niyazi” diye söylene söylene “Zogo” lakabıyla anılır olmuştu. Şehrin Karaağaç ve Kaleiçi semtlerinin gayrimüslim kabadayıları ile olan kavgalarında sivrilip, zindanlara girip çıktıktan sonra da namı almış yürümüştü. Meydancılığı da bırakmış meyhanelerden, bitirimhanelerde topladığı haraçlarla geçinir olmuş, kısa sürede şehrin diğer şerirlerini de sindirmişti ki “Edirne’nin Fırtınası” diye söylenilir olmuştu.

            Yek at yek mızrak bu kabadayının bir adamı vardı, o da Cüce Ragıp dedikleri Bostanpazarı’nda yatıp kalkar bir sefildi. Şehre ne ara geldi ne vakit Zogo’ya kapulandı bilinmez yerden bitme, Rumelili ağzıyla konuşur bir kimse. Ama öyle bir sadakati de vardı ki değme kapıkuluna, mabeyn kâtibine taş çıkartır! Adamı denilirse de sayın ki musahibi, sağ kolu yerinde. Ağasının işret masasında sızıp uyanacağı vakti bildiğinden Bostanpazarı’ndan çıkar ta Kaleiçi meyhanelerine dek gider, o gecelik misafir kaldığı meyhaneyi yahut evini bulur kapısında hazır beklerdi. Şayet ağası emretmişse onun adına söylediği mekânlardan haraçları alır ağasına getirir, ağasına söylenecek şeyleri sağdan soldan toplardı. Karnı doyardı, cebi para görürdü görmesine ya asıl kazancı Zogo Niyazi’nin namından faydalanmaktı. Öyle ya? Bir başına bir cüceden kim korkup çekince duyacak? Böylece Ragıp efendi “Zogo’nun selamı var!” diyerek canı çektiği lokantada yer, meyhanede içer, üstüne kendisini isteseler bir kaşık suda boğabilecek külhanbeylerine, kaldırım kurtlarına caka satar, dayılanır kimse de kılına dahi dokunamazdı. Cüce Ragıp ömrünü hem çalışmadan ömrünü sürdürür, hem yorulmadan kabadayılık ederdi. Hele bir de Zogo Niyazi’nin ardı sıra çalımlı çalımlı heybetli bir yürüyüşü vardı İzmir’in zeybekleri gibi ki gören Zogo’nun değil de onu kabadayı zannederdi. İşte Cüce Ragıp hep böyle yaşar gider, yarınını pek düşünmezdi, zannederdi ki kıyamete kadar Zogo namını sürdürecek o da namının etinden sütünden beslene beslene yaşayacağını umardı.

            Erzurum Ayaklanması’ndan (1907'deki) takriben bir sene sonra Edirne’ye bir başka şerir gelmişti ki esaslı konuşmak lazımsa bu gelen Zogo’dan da diğer kaldırım kurtlarından da beterdi. Tabiri caizse yürüyen bela, Balkanları kasıp kavuran, İlinden Ayaklanması’nın ardında yüzgeri eden, ardından birbirlerinin kanına ekmek doğrayan komitacılardan biri olan Nikola Voyvoda! Gaddarlığıyla tanınmakta olup kendi hemşerileri tarafından bile sevilmeyen, denk geldiği köylüleri kasabalıları zengin fakir ayırt etmeden önce soyan, ırzlarına el uzattıktan sonra topunu birden gözünü kırpmadan ölüme gönderen bir insan kasabıydı. Eşkıyalıktan gelmeydi ki dağa çıkması bile genç yaşında soygun bokuna olmuştu. Ancak devran değişip komitacılar zuhur edip köylüler onlara meyledince kuru haydutluk para etmediğinden ve sırf meydan komitacılara kaldı diye açıkta kalmamak adına Dâhili Makedon İhtilal Örgütü’ne katılmış, Hristiyan Müslüman ayırmadan tavuk gibi adam keser bir caniydi. En azılı komitacıların bile adını duyduklarında tiksindiği, kimisinin de korkuyla bahsettiği biriydi. Sırf korku dolu ününden faydalanıp Osmanlı’ya karşı üstünlük sağlar diye örgüte dâhil etmişlerdi. İlinden Ayaklanması zamanında Manastır’ı kasıp kavurmuştu ki köylü kısmı kendilerine dokunmasın diye istemese bile komitacılara katılıp Osmanlı’ya karşı vuruşmuştu. İsyan fırtınası Balkanları kavurmuş hatta Edirne civarında “Kıyamet Günü” dedikleri bir ayaklanma patlak vermişti ancak zeybek taifesinin deyimiyle “tavşanı arabayla avlayan Osmanlı” her birinin başını ezmişti. Bu hadiseler, Nikola’nın Edirne’ye gelişinden seneler önce olmuştu ama İlinden Ayaklanması’nın bastırılması örgüt içerisindeki derin ihtilafları körüklemişti. Tane Nikolov’un tesirine karşın örgüt ikiye bölünüp liderler birbirlerinin üzerine suikastçılar göndermeye başlamış, bu kez namlular birbirlerine dönmüştü. “Bunun şanı, varlığı bize yaramaz!” denilerek Nikola Voyvoda’nın üzerine de birkaç suikastçı gönderilmiş o da bu baskını atlatıp defterden düşürüldüğünü anlayınca akıl sır ermez bir hesapla Osmanlı’ya sığınmıştı. Komitacıları tepelemede yardımı olur diye aff-ı şahaneye mazhar olup kır serdarlığı eden zeybek eskileri gibi “Ne olur ne olmaz elimin altında dursun!” diyen Osmanlı onu kabul etmiş, o da peşinden gelebilecek suikastçılardan uzakta kalabilmek için Edirne’ye varıp gelmişti. Nasıl olsa birbirini gırtlaklayan komitacılardan kaçmaktaydı, Osmanlı’ya da ters dönecek değil ya? Elinde sadrazam paşa kâğıdı olduğundan kendisine hiçbir zaptiye dokunmaya cesaret edememiş, birkaç adamıyla ve silahlarıyla birlikte ellerini kollarını sallaya sallaya şehre gelip konmuşlardı. Konmuştu konmasına ya neyle geçinecek, nerede yatıp kalkacak? Eşkıyalıktan gelme değil mi ya, elbette dükkânlara esnafa çökecek onların haracını yiyecekti. Zaptiyenin ne haddine sadrazam paşa kâğıdıyla gezen koca voyvodaya dokunmak? İşte böyle diyerek ilk gördüğü bir lokantaya dalarak adamlarıyla yiyip içmiş, üstüne bir de para istemişti. Lokanta sahibi Zogo Niyazi’den başkasına haraç vermediklerini söyleyince adamı tartaklamış, haracını aldıktan sonra bozuk bir Türkçeyle: “Git Zogo pezevengini çağır!” diyerek dükkândan kovmuştu. Zavallı lokantacı Zogo’yu ararken Cüce Ragıp’a rastlayınca olanları anlatıp musahibidir diye onu çağırmıştı. Ragıp, Edirne’de senelerden beridir ağasına kimsenin karışamadığını bildiğinden ve cahil lokantacının el muhtemel ava çıkmış köylü Bulgarları komitacı sandığından emin, salına salına lokantaya girmişti. İçeriye girer girmez Nikola Voyvoda ile nursuz suratlı adamlarını hem de tepeden tırnağa silahlı görünce Ragıp’ın efeliği o anda sönüvermişti. “Nikola Voyvoda’yı tanıyın! Zogo dediğiniz pezevengi bekliyorum akşama değin, o gelmezse ben üzerine gelirim!” deyince Cüce Ragıp bembeyaz bir suratla dışarı çıkıp Zogo’nun evine doğru yollanmıştı. Ekmek elden su gölden yaşadığının sonu geldiğinden perişan olmuştu. Şimdi bunu Zogo’ya söylese bir dert söylemese bir dert. Ragıp, Nikola’nın namını İlinden Ayaklanması zamanında zabitlerden şöyle böyle duymuştu, belalı olduğu aşikârdı ama kendisi namından daha tehlikeliydi. Nikola’nın Zogo Niyazi’yi haklayacağı gün gibi ayandı. Bunlar öyle böyle değil eli kanlı komitacıydı; üzerlerindeki fişeklikleri, hangi Osmanlı karakolundan aldıkları bilinmez mavzer tüfekleri, bellerinde Frenk revolverleri, görmese bile ne bok olduğunu bildiği İlinden Ayaklanması’ndan beridir komitacıların üzerinden eksik olmaz el bombaları kendi gözleriyle görmüştü. Gariban Zogo ne yapsın? Edirne’de kabadayıların en ufağından ustura, en büyüğünden çıksa çıksa 93 Harbi malülü Karadağ tabancası çıkar, değil Zogo Edirne’nin tekmil kabadayısı alay kurup gelse bunlar onları darma duman ederdi, fişek atmalarına bile lüzum yok el bombaları Edirne’yi yıkmaya yeterdi! Zogo halden anlayıp Nikola’nın elini öpse bile nam gitti gider, Cüce’nin ekmeği kesilir. Hoş Zogo’yu kendinden iyi tanırdı ya teslim olmayacağını bilirdi, hele ki deli Arnavut damarı tutmasın. Adam zamanında koca Mat valisi Zogolli Paşa’yı çekip vurmuş, yabanın domuz çobanı Bulgar eşkıya eskisinden mi korkacak? Zogo’nun evine varıp mevzuyu anlattığında olay tam da düşündüğü gibi cereyan etmiş, Zogo öfkeden kızıla çalan gözlerle memleketinden gelirken getirdiği çakaralmaz Karadağ tabancasıyla Elbasan işi bıçağı yanına alıp evinden dışarıya uğramış, Ragıp da ardından ilk defa korka korka peşi sıra çıkmıştı evden. Ancak bela bir kere geldi mi aksilik de üst üste gelirdi. Edirne’de senelerden beri Zogo’dan illallah demiş Müslüman ve gayrimüslim kabadayılar meğerse Zogo’yu bir kancık pusu da ortadan kaldırmak için sözleşmesin mi? Evinin çıkışına pusu kurup: “Söz söyletmeden basın kurşunu!” diye kavilleşmesinler mi? Böylece Zogo’nun adımını dışarıya atmasıyla silahların patlaması bir olmuş, koca kabadayı bir yandım diyemeden bir silahını çekemeden gerisingeriye yıkılmış, Cüce Ragıp da altında kalmıştı. Zaptiyeler gelmeden bu külhaniler tüyer tüymez Ragıp da koca bedenin altından çıkarak Zogo’yu evin içine sürüklemişti. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak diye böylesine denirdi. Edirne kopuklarının hesapsız ve vakitsiz yedikleri herzeyle Ragıp’ın da rızkı kesilmişti.

            Ancak Ragıp’ın o dar zamanda aklına başka bir fikir gelmişti. Zamanında Meriç kenarında çamaşır yıkayan kadınları gizliden seyrettiği vakitlerin birinde kadınların bir büyücü karıdan bahsettiklerini duymuştu. Osmanlı sarayından çıkma bir siyahi kalfa, memleketinden öğrendiği tuhaf sihirleri ve tılsımları bilmekteydi. Kadıncağız güya evinin arka bahçesinde ölüp kalmış bir hırsızı diriltip canlı gibi yürütüp evinden dışarıya atmıştı! Muhtemelen koca karı masalıydı ya Ragıp’ın başka çaresi mi vardı? Böylece Zogo’nun evinde gizlediği altınların bir kısmını kendi cebine atıp Balıkpazarı civarında oturan saraylı kalfanın evine varmıştı. Kadın ilkin inkâr etmiş, altınları görünce kabul etmiş, koca bez çuvalını cüceye taşıtıp Zogo’nun evine gelmişti. Şiveli şiveli konuşaraktan: “Bu adamcağız ayağa kalkıp yürür ama artık konuşmaz, fikri yoktur, acıkmaz, bir bebe putu vardır ona göre yürür! Tılsımı kırmak istersen bebe putunun kafasını koparasın!” demiş, cüce ona bile razı gelmişti. Elbet aklında bir hinlik vardı! Saraylı kadın ölünün saçlarını alıp bebeğe bağlayıp bazı iğneler saplayıp birtakım tütsüler yakmış, değişik bir dilde bir şeyler söyleyip sanki oyun havasına seğirtir gibi kıvırtmaya başlamıştı. Ne ara ne olmuşsa olmuş Zogo gözlerini tekrar açıp ayağa kalkmıştı ama eski halini ara ki bulasın! Gözleri eskisinden daha kızıl, derisi solmuş, delirmiş gibi fersiz gözüyle sanki adamın ruhunun derinliklerine bakmada! Kadından Zogo’yu hareket ettirmesine yarar bebeği alıp Zogo’nun silahlarını da yanına aldıktan sonra kadınla birlikte dışarı çıktığında hava çoktan kararmıştı. Sokağın ilerisinden Nikola Voyvoda ile adamlarının bir hışım geldiğini görünce keyfinden dört köşe olmuştu. Hemen onlara doğru koşturarak el etek öpüp selama durmuştu. Nikola: “Zogo vuruldu derler! Aslı var mıdır?” deyince, “Evinin önüne pusu attılar ama vuramadılar ağam. Zogo deyyus evindedir, eceli demek senin elindenmiş!” demiş ve sırtındaki eteği yerleri süpüren paltonun cebindeki bebeği oynayarak Zogo’yu dışarıya çağırmıştı. Cüce Ragıp da oyun çok! Balkan kavminin insan yana cesur ecinniden yana korkak olduğunu bilir, bir acayip durum görseler altlarına dolduracağına adım gibi emin! Zogo’nun cesedi sallana sallana karanlık sokakta arzı endam edince komitacılar tabancalarını çekip Zogo’ya doğru ateş etmeye başlamışlar, ancak zaten ölü olan Zogo onların üzerine gelmeye devam etmişti. Tabancanın kar etmediğini şaşkınlıkla görüp istavroz çıkararak bu sefer tüfeklerine sarılıp top güllesi misali mavzer mermileriyle Zogo’yu vurmuşlar, ancak Zogo yine üzerlerine gelmeye devam etmişti. Zogo Niyazi, sokak lambası altına gelip delik deşik bedeniyle, kızıl gözleri ve üstündeki kurumuş kanlara tezat soluk bedeniyle arzı endam edince o gözü kara komitacılar tüfeklerini fırlatıp çığlık çığlığa yüz geri edip kaçmışlardı. O günden sonra Nikola Voyvoda’yı Edirne’de kimse görmemişti. Hatta Bulgar ordusuna katıldıktan sonra Balkan Harbi zamanında bile Edirne istikametine yürümeyi reddedip firar ettiğinden asker kaçağı olarak takip edilip asılarak can vermişti!

Cüce Ragıp komitacıların işini gördükten sonra asıl Edirne külhanları üzerine olan planını gerçekleştirebilmek için gölgelere gire çıka peşinde Zogo ile birlikte Kaleiçi’ne dek gelip en namlı kabadayıların gelip takıldığı Maxim Meyhanesi’ne gelmişti. “Zogo’nun soytarısı!” diye takılanlarla alay edip: “Hey avanaklar! Zogo’yu öldü sanırsınız ama ölmedi. Buraya geliyor. Siz kevgire çevirdiğinizi zannedin, Zogo şerbetlidir ki ta yedi göbek öteden nenesi Bojik cazısıdır, tılsımlanmıştır. Kurşun işlemez, kurşun işler olsa Zogolli Paşa’ya nasıl kurşun ata? Ama çaresi bendedir, kurtarmam için yalvarırsınız!” demiş ve tüm gülmeler, küfürler alaylar karşılığında sadece sırıtmakla yetinip bir köşeye geçip oturmuştu. Zogo’nun cesedi yaralı haliyle içeriye dalar dalmaz kimi korkudan bayılmış, kimi duaya kimi namaza durmuş, kimi kaça durmuştu. İçlerinden yürekli bir tanesi çıkıp: “Bakalım tılsım kaç para Niyazi!” diyerek belinden çektiği revolveri Niyazi’nin kafasına doğrultup ateşlemiş, adamın beynini paramparça etmişti. Ancak Zogo yine yürümeye devam edince korkudan olduğu yerde can vermişti. Zogo üstlerine geldikçe altlarına pisleye pisleye bir köşeye kaçmışlar, Cüce Ragıp’a yalvarmaya başlamışlardı. Ragıp oyun gereği bir anda Zogo’nun bıçağını belinden sıyırıp cesede saplar saplamaz paltosunun cebindeki kuklanın başını kırarak ezmiş, böylece yürüyen ceset olduğu yere yıkılmıştı. Külhanbeyleri kendilerini kurtardı diye cücenin ellerine yapışmış hepsi Ragıp’a biat etmişti. Ancak ne olur ne olmaz Niyazi yine hortlar diye Edirne’nin Bulgar köylerinden birinden usta bir cadıcı çağırılmış, kalbi çıkartılarak haşlanmış, cesedi göbeğinden yedi kere toprağa kazıklandıktan sonra yakılıp öyle gömülmüştü. Ragıp da yaptığı iyilik karşılığı sırrını açık etmesin diye saraylı kadına her ay aldığı haraçtan bir miktar göndermiş, ta Balkan Harbi’ne dek bu düzeni sürdürmüş, İttihatçıların beli makineli fedaileri bile ona ilişmeye çekinmişlerdi. Neyden sonra harp zamanı gelip seferberlik ilan edilince Edirne’nin diğer külhanbeyi, kabadayı taifesiyle birlikte cenkten korkup şehirden savuşup gitmiş öylece de ortalıktan kaybolmuştu. Savaştan çok çok sonraları bunların bir kısmı geri dönmüş ancak Ragıp da dönmeyenler arasında yerini almıştı. İlkin öldü sanmışlar ancak İstanbul’da nev zuhur bir kabadayının yanına kapılandığını duyunca da hiç şaşırmamışlar; “Aslına rücu etmiş…” demişlerdi!

SON
Mehmet Berk Yaltırık
20 Ekim 2013 – İstanbul



* Söz konusu kişinin Edirne’de 2012’de vefat eden Zogo Pastanesi’nin sahibi Zogo lakaplı Niyazi Aydınlık ile arasında sadece isim benzerliği bulunmakta olup kendisiyle bir alakası yoktur, hayali karakterdir. M.B.Y

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder