5 Haziran 2016 Pazar

Yılanlı Kuyu

(Daha önceden Gölge e-Dergi'de yayınlanmıştır)

Mestan, karnı sırtına yapışmış eşeğinin yularından asılmış çekiştirirken, Mestan’ın yanında çocuk misali kalan anası da eşeğin palanına sıkı sıkı tutunup düşmemeye gayret etmekteydi. İki gariban, bir eşek koca Şar Dağı’nın eteklerinden geçip karınca misali bir köyden diğer köye tıngır mıngır gitmektelerdi. 

Mestan’ın üstünde dört-beş bayram evvel eline para geçtiğinde aldığı, bayramdan bayrama giydiği pabuçları ve sırtındaki yamalarla neredeyse ilk gençliğinin bayramlarından beridir giydiği bir kırmızı yeleği vardı, anasın üzerinde belki de on bayramdır giydiği basma fistanın etekleri rüzgârla uçuşmaktaydı. İbro Ağa’nın ortanca kızı Emine’yi istemeye gidiyorlardı. Civar köylere ırgatlığa gider Mestan’ın arttırabildiklerinden bir tepsi börek bir bakraç da şerbet yapıp, karınca kararınca hazırlıkla komşu köyün yoluna revan olmuşlardı. Anası defalarca Mestan’a: “Bre İbro Ağa’nın vardır tarlalari, evlerı. Fikara cürır bizı, vermez kızi!” dese de oğlunu ikna edememişti.

İbro Ağa’nın evine vardıklarında utana sıkıla girmişlerdi avluya. Avluyu gören penceresi tahta kafesi mutfaktan belli belirsiz gelen kıkırtılardan, divanın başköşesinde oturup ağaç gölgesinde nargile tüttürmekte olan İbro Ağa’nın sebep olduğu fokurtulardan gayrı ses yoktu. İbro Ağa’nın çatık kaşlarından, sert bakışlarından korunmak istercesine selam alıp verildikten sonra bir köşeye adeta sığınır gibi oturdu ana, oğul. Evin yanaşmalarından birisi gelerek tepsi ile bakracı alıp mutfağa girdiğinde İbro Ağa hala sessizliğini bozmamıştı. Mestan, yanaşmaya bakarak içinden söylendi: “Ağa takımından değıl mı bre? Ep alır, ep alır!”

Mestan’ın anası güç bela söze girip İbro Ağa’nın ortanca kızı Emine’ye talip olduklarını söyleyince mutfaktan gülüşmeler yükseldi, İbro Ağa’nın fokurtuları avluyu çınlattı, Mestan ile anası kabil olsa toprağa sığışacak denli oldukları yerde küçüldü. İbro Ağa pala bıyıklarını düzelterek ağır ağır konuştu, oğlunun işini gücünü sordu. Ardından olduğu yerde kasıldı da kasıldı:

“Bir kızı ister on kişı, alır birısı! Senın kızanında var mıdır benım kızçemin yüz cörimliğini karşılayacak pare?” İbro Ağa, Arnavut’tu elbette başlık parasını da isterdi. Mestan dilinin döndüğünce az biraz birikmişi olduğunu söyleyince güldü: “Yuldan geçene kiz verecek halimiz yok ya more? Yılanli kuyinın definesını getiresın anca alırsın bizım kızçeyi!” Böyle deyince ana oğul el mecbur selametlik dileyip evden çıkarak köylerinin yolunu tuttular. 

Yolda anasıyla konuşurlarken Mestan sordu: “Yılanli kuyu definesı nedır bre ana? Hayal meyal işıtmiş idım lakin bilemedım te şimdi?”
      “Şar Daği’nı aşan yulın üstünde var imış bir çatal patika, urada var imış bir kuyi. Cinlerın perılerın padşahlarından birısının definesı var imış içınde.”
“E pekı ne sebeple demışler ona “yılanli”?”
“Defıneye bekçilık eder yılanlar var imış kızanım. Birangi kimse el uzatmasın diye…”
“Hiç duymamış idım bu masali…”
“Masal değildır more! Hakikattır! Ben gelinlık kız iken aramaya giderlerdı, lakin bulup getiren olmadi…”
“Kuyinin yerini mı bilmeydılar?”
“Yok bre kızanım, yeri bellıdır. Kuyuya giren sağ çıkamaz imış…”

Mestan’ın anası kafa dalgınlığıyla öylesine söyleyivermişti ama oğlunun aklını çelip kız uğruna define peşine düşebileceği aklına gelince daha fazla konuşmayarak sustu. Lakin Mestan’ın aklına bir kere definenin hayali düşmüştü. Evlerine döndükten sonra geceleri hep Mestan’ın rüyalarında kuyudan defineyi çıkarması, ardından Emine ile evlenmesi ile son buluyordu. 

Bir gün vaktiyle sancak beyinin eşkıyaya, hayduklara karşı korunma için kendilerine dağıttıkları tüfeng ile barutlukları, ormana gittiği baltayı kuşanıp, beline Vidin bıçağı takarak yanına aldığı bir kalın urgan, fener ve çakmak taşı ile evden çıktı. Anası Mestan’ın ayaklarına kapanmış: “Gitmeyesın be kızanım! Giden dönmemıştır kuyidan gerıye! Bir başina kuyma anaciğını!” diyerek yalvarmışsa da Mestan, definenin ve Emine’nin hayali gözlerini kararttığından anasını birkaç kelime ile teskin edip çıkıp gitti.

Şar Dağları’nın dibinden geçen yolu tırmanıp koca koca ağaçların uzandığı korulardan geçip, gerçekten de bir çatal patikanın biraz uzağında çıkrıksız bir kuyunun bulunduğunu gördü. Etrafındaki çalılıkları, kurumuş ağaçları güç bela geçip kuyuya varınca evvela bir ağacın gövdesine urganı bağlayarak kuyuya sarkıttı. Ardından feneri yakıp beline asarak bir insanın sığabileceği kadar geniş kuyunun karanlık ağzından içeriye sarktı.

Ayakları yere basınca urganı çözüp feneri yukarıya kaldıran Mestan mağara ağzını andıran haşmetli karanlığı seyretmeye başladı. Mağaranın bir ucundaki parıltıları belli belirsiz görünce o yana seğirtti. Bir tepe üzerine saçılmış çil çil cahiliye devri altınını görünce ilk başta hayal gördüğünü zannetti. Eğilip birkaç tanesini eline alınca gerçek olduğunu anladı. Lakin tam o esnada sanki her taşın her delin altığından yüzlerce tıslama sesi işitmeye başladı. Feneri beyhude yere etrafa tutup bir yandan da bağırıyordu: “İbro Ağa sebep oldu! İbro Ağa sebep oldu!”

Aynı günün gecesinde, İbro Ağa döşeğinde uyuklamaktayken dışarıdan bir ses duydu: “İbro Ağa! İbro Ağa uyanıp gelesın!” İbro Ağa: “Kimdır bu münsaebetsız?” diyerek döşeğinden kalkıp hızla avluya indi. En son kapı çıkrığının açılma sesi işitildi, ardından İbro Ağa’nın feryadı…

Ev ahalisi koşarak aşağıya indiklerinde sırt üstü yere yıkılmış İbro Ağa’nın, boş bakar gözlerini havaya diktiğini kendi kendine sayıkladığını gördüler. Kapının önünde kimse olmamasına rağmen İbro Ağa kapıyı göstererek deli gibi söyleniyordu:

“Her tarafı yilanlı idı more… Yılanlar sarkayidı üzerınden…”

SON
Mehmet Berk Yaltırık
10 Ağustos 2015-Edirne

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder