5 Haziran 2016 Pazar

Ölüm Tarlası

(Daha önceden Gölge e-Dergi'de yayınlanmıştır)

Vakti zamanından çarşısı her zaman dolup taşan zenginliğiyle meşhur bir kasaba varmış. Hanlarına, kervansaraylarına yolcuların indiği, geceleri çalgıların şarkıların susmadığı bu şenlikli kasabanın, her biri paşalar kadar zengin esnafının bulunduğu çarşıda bir çardaklı havuzlu kahvehane varmış. Ağaların, beylerin gelip kahve, nargile eşliğinde vakit geçirdiği, bir nice sohbetin döndüğü bu kahvehane bir vakit boş kalmazmış. Hele Civelek Meddah’ın geldiği vakitlerde çarşıda pazarda esnaf işi gücü bırakır, ta uzak çiftliklerden ağalar beyler dinlemeye gelirlermiş Civelek Meddah’ı.

Civelek Meddah’ın aslını, ismini bilen yokmuş. Anlatmaya başladığı zaman insanları neşeye gark ettiğinden, heyecanlandırabildiğinden en bilindik halk hikâyelerini ve destanlarını kendi üslubuyla anlattığından ahali ona bu adı takmış, bu isim ile çağrılır olmuştu. Gama kedere düçar olmuş kimseler onun anlattığı hikâyeleri, latifeleri dinleyince neşe bulur, derdi tasayı unuturlarmış. Meyhane ehli bile zaman zaman zevk-ü sefa sürmek adına onu dinlemeye gelirlermiş.

Günün birinde bahar erişmeden evvel kafire harp ilan edildiğini duyurmuş tellallar. Beylerden paşalara bir nice kılıç ehli adamlarını silahlandırmış, çeri toplamış, orducu esnafı malını mülkünü yükleyip askerin peşine takılmış. İşte o esnada henüz yaşı pek genç olan Civelek Meddah’ı da harb esnasında eğlendirsin, şenlendirsin diye civarın paşalarından biri akçe dökerek kapu halkının arasına katmış. Onun yokluğunda kahvehane eskisi gibi dolmayacağından ve birbirinden muhteşem destanları, kıssaları dinleyemeyeceklerinden hem kahveci hem de kahve ahalisi, Civelek Meddah’ın sefere gitmesinden pek müteessir olmuşlardı. Lakin paşa yüklü bahşiş verip seferin elbet bahar sonunda yahut yaza doğru biteceğini söyleyince Civelek Meddah’ın gitmesine razı gelmişler.

Sabah namazının ardından davullu zurnalı şenliklerle çerileri, sipahileri, kapu halkını uğurlarlarken Civelek Meddah’ı da uğurlamışlar ve gözden yitene kadar asker katarlarının geçip gittiği patikaya bakakalmışlar. Bahar gelmiş geçmiş, yaz gelmiş çatmış, ta ki kış yaklaşır olmuş lakin bir dönen olmamış. “Muhasara uzun sürmüş olmalı” diye düşünerek teskin olurlarken kış bastırmış. Görüp gördükleri en uzun kış olmuş, kurtlar köylere dek inmiş, o esnada da ordunun bozguna uğradığı haberi gelmiş. Düşman çerisinin burunlarının dibine kadar sokulduğunu işitmişler. Paşa ile askerleri de o esnada dönmüşler kasabaya. Civelek Meddah’ı sorduklarında ise birçok kimsenin ya şehit olduğu ya esir düştüğü karşılığını alarak endişelenmişler. Civelek Meddah öldü mü kaldı mı bilmeden kışın geçmesini beklemişler. O esnada da kahvehane günden güne tenhalaşır olmuş. Bahar gelmiş geçmiş, yaza doğru düşmanın yeniden serhadlerden öteye sürüldüğü haberi gelmiş lakin ne Civelek Meddah’tan bir haber gelmemiş. 

Kış yine geldiğinde, kasabanın patikasında yürüyen tek başına bir adam görmüşler. Eşkıya zannedip silahlanıp yanına vardıklarında saçı sakalına karışmış, mahzun gözlerle etrafına bakınan bir mecnun bulmuşlar. Kasabalılardan biri o esnada tanımış meczubu; “Bizim Civelek Meddah’tır” diyerek. Kahveye götürmüşler ellerinden kollarından tutup, kahvehaneye getirmişler. Açılır diye su tutmuşlar, boğazı kurumuştur diye ayran içirmişler, karnı açtır diye çorba içirmişler lakin Civelek Meddah susmayı sürdürüyormuş. Belki meczupluğundan utanır diye tıraş ettirmişler, yeni esvaplar giydirmişler ama yine suskunmuş meddah. Derdini, ahvalini sorunca yarım ağız esirlikten kurtulduğunu söyleyip kahvehaneden çıkıp gitmiş. Hikâye anlatması için çağıranların davetine icabet etmiyormuş. Öyle ki hikâye bir yana ağzından tek bir latife çıktığını dahi işitmiyorlarmış.

Kahvehanedekiler bir gün toplanıp evine gitmişler, kahveci yalvarmış yakarmış, kasabalılar, çarşı esnafı dil dökmüşler, neden hikâye anlatmadığını, derdini tasasını sormuşlar. Sevdalandı ise evlendirmeyi, mal mülk istiyorsa fazlasıyla karşılamayı vaat etmişler. Meddah ifadesiz gözlerle her birisine bakıp konuşmuş:

“Latife yapmıyorum, kıssa anlatmıyorum diye bana sual ediyorsunuz. Ben artık bunları istesem de anlatamam. Zira ben suret olarak benzesem de, buradan uğurladığınız o Civelek Meddah değilim! O latife ederdi, nükte ederdi ben yapamam. O kıssalar anlatırdı, ben anlatamam. O neşeliydi, gülerdi, benim bir daha gülmeye takatim yoktur. O gittiği yere neşe saçardı ben ancak gam ve elem dağıtırım! Civelek Meddah’a ne oldu, nerededir derseniz ölmüştür o. Ölüm tarlasından geçememiştir. Siz bilir misiniz ölüm tarlasını?”

Kasabalılar kafalarını sallamış, kimi belleğindeki yerleri, mekânları sayıp dökmüş ama hiç biri tanımıyormuş, bilmiyormuş. Civelek Meddah gözlerini kocaman kocaman açmış: “İnsanın dünya gözüyle görüp görebileceği yegâne zebanidir! Adına bakmayın, tarla gibi serili durmaz. Yürür, koşar, sindiği yerde bulur adamı! Harp esnasında eline düştü Civelek Meddah. Bir acayip heyula! Ölüleri, at ve katır leşlerini çiğneyerek, topları, tüfenkleri ezerek çıktı geldi bir akşam vakti. Civelek Meddah’ı yakaladı, ruhunu çiğnedi, neşesini çaldı. Kimisi bunu fark eder, kimisi fark etmez yaşar gider. Lakin Civelek Meddah farkındaydı, biliyordu! İşte şimdi Civelek Meddah’ın akıbetini öğrendiniz. Ben ondan arta kalanım, bende de başkaca bir anlatılacak kıssa kalmamıştır!”

Civelek Meddah gözlerini kırpmadan olduğu yerde sara krizine tutulmuş gibi titremeye başlamış. Yumruklarını sıkıp ağzından köpükler saçarken çığlığı andıran bir kahkaha savurmuş son kez. Can verirken kanla karışık toprak kustuğunu görüp hayrete düşmüş kasabalı. Harbin cezasını sefasını bilmeden meddah sözüne kanıp ecinni belledikleri “ölüm tarlası”ndan korkup, kapılarına sarımsak asmakla, dua yazmakla kurtulurlar sanmışlar…

SON

Mehmet Berk Yaltırık
11 Ağustos 2015 – Edirne

1 yorum: