(Daha önce Gölge e-Dergi'de yayınlanmıştır)
Behiye’nin ömrü sayısız sıkıntıyla geçti. Şahsuvar Paşa’nın konağından cinayet suçlamasıyla çıkarılıp önce yeniçeri kolluğuna götürüldü. Kadı efendi davayı uzatmadan neticelendirince Baba Cafer Zindanı’na düştü. Buradaki yosmalarla, cazgır kadınlarla yaptığı kavgalar neticesinde namı Ateş Behiye’ye çıktı. Bir gün oradan firar edip sokaklara düştüğünde ömrü yine hengâmeden kurtulamadı. Hamam külhanından yeniçeri kolluğuna sayısız hovardanın yanında geçen ömrü, en sonunda tek başına belinde yatağanıyla sokaklarda dikilmesiyle son buldu. Nefes alırken gördüğü son şey karanlık sokaklarda şavkıyan namlulardı. Kanlar içinde yere yığıldığında dipsiz bir kuyuya düşmüş gibiydi.
Gözlerini
açmaya çalıştığında önce karanlığı fark etti. Ardından göz kapaklarına dolmuş
olan toprağı. Hareket etmeye çalıştığında toprağın çepeçevre etrafına
doluştuğunu, üstünü örttüğünü fark etti. Kulağına dışarıdan gelen sesler
çarpıyordu. Belli belirsiz fısıltılardı bunlar, dua fısıltıları. Tespih
şıkırtılarını ve muskalara sarılan yağlı kağıtların seslerini de işitti. Kimisi
genç kimisi yaşlı bölük bölük kadının sesi geliyordu toprağın altına. Ağlama
sesleri ve hıçkırıklar duyuyordu uzaktan uzağa, adına ağıtlar yaktıklarını,
destanlar okuduklarını işitiyordu Behiye.
Karanlığın
içinde sanki yanı başında duran birisinden çıkan, gürüldeyen bir ses işitti:
“KALK!” diye seslendi Behiye’ye. “KALK AYAĞA NEGUJ KIZI BİLANA!” Behiye cevap
vermek için ağzını açtığında soluk almadığını fark etti. Yine de
konuşabiliyordu: “Sen… Sen kimsin?” Ses konuştu ancak sorusuna cevap vermedi:
“KALK! TOPRAĞINDAN SİLKİN! SENİ ÇAĞIRIYORLAR!”
Behiye
toprağın içinde sonuçsuzca debelendi: “Ben öldüm. Nasıl kalkayım?” Ses karşılık
verdi: “ÖLÜMÜNDEN KALKACAKSIN… SAYISIZ KADININ DUASI VE BEDDUASI ÇAĞIRDI SENİ.
ÇAĞIRDIKLARINDA KALKIP ONLARIN ÖCÜNÜ ALAN BİR MÜNTAKİMSİN ARTIK! SİLKİN VE
KALK!” Behiye korkuyla inildedi: “İnsan gibi mi dolaşacağım yeryüzünde?” Ses
son kez karşılık verdi: “AYAĞI YERE BASMAZ HORTLAK OLACAKSIN Kİ YÜZÜNÜ GÖREN
ÇARPILA! YAKALADIĞINI YERE ÇALIP SÜRÜKLEYECEKSİN Kİ ELİNE DÜŞEN KURTULAMAYA!
DÜNYA DÖNDÜKÇE SEN DE KABRİNDEN ÇAĞRILASIN Kİ KADINLARIN BEDDUASI SON BULMAYA!”
Sonrası
o meçhul hikayecinin rivayet ettiği gibi oldu: Duayla bedduanın birbirini bulduğu anda Ateş
Behiye’nin toprağını eşeleyerek çıktığına şahit oldular. Gözlerinde tuhaf bir
ışık parlıyor, yıkanmasına rağmen kanlarının akıp bulaştığı kanlı, toprak
lekeli kefeni ay ışığında mermer mezar taşları gibi ışıldıyordu. Sanki iki dev kollarının
altından yapışmışta ayakları altından sürür gibi havada uçarcasına Hranuş’un
evine varmıştı Ateş Behiye. O kefenli, kanlı, ateş gözlü hortlağın halini gören
zorbaların şekli şemali değişti, ağzı yüzü eğildi. Kimisine inme indi, kimisi
korkudan sekte-i kalp geçirdi. Tam o anda konağın ışıkları söndü, rüzgarlar ve
ay ışığı altında parıldayan kefenli ölünün görüntüsü her birini korkudan
delirtti. Sabah horozları öterken Behiye geriledi, kabrine geri girerek
toprağını örttü.
Behiye’nin hortladığı haberi İstanbul'u
karıştırdı. Her şeye rağmen güzel ve alımlı o kızın, ölümü bile güzelliğiyle
etkileyerek geri döndüğüne inandılar ve ölü olduğunu bilseler bile bu dünyadan
çekip gittiğini kabul edemediler. Söylentiler ve hikayeler aldı başını yürüdü.
Eceli bile etkileyen hatta aşkından deliye döndürdüklerini anlattıkları
Behiye’nin namını bu vakıya nispetle “Ecelyandı” yaptılar, ecel bile aşkından
yanmıştı, o aşkın hararetine toprağı eşeleyerek zorbaların ümüğüne çöktüğünü
söylüyorlardı.
İstanbul’un ilk ve son kadın kabadayısı
Ecelyandı Ateş Behiye’nin halen karanlık sokaklarda gezindiği, ateş kızılı
gözleri ve saçlarıyla göründüğü zalimi helak edip, kadınlara el kaldıranlara,
karısına kızına zulmedenlere göründüğü rivayet olunmaktadır.”
25 Ağustos 2014 – İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder