(Daha önce Gölge e-Dergi'de yayınlanmıştır)
Ucu bucağı yücelerde Kaf dağlarının eteklerinde
sayısız kabilenin ve köyün bulunduğu devirlerdi. O tarihlerde Gürcü, Megrel,
Abhaz, Çerkez ve başka başka kabilelerin birbirileriyle zaman zaman cenk
etmeleri vakiydi. Bunlar birbirlerinin kızlarını, çocuklarını esir alırlar,
Kuban Nehri’nden aşağıya inen Kırım Tatar ve Nogay atlılarına satarlardı. Yahut
denizden gelen bezirgân gemilerinden gelen tuz, kap kacak ve silahlar
karşılığında bu esirleri değiş tokuş ederlerdi.
Bu kabilelerden biri de Bozoduk aşireti aşiretiydi.
On bin askeriyle deniz kıyısındaki iskelelerinde otururlardı. Kadim zamanda
Bozoduk Beyi, Kırım hâkimi Mengi Giray Han’ın Ejderhan Seferi’ne üç bin
askeriyle katılmış bir Abhaz beyiydi. Seferin ardından Ejderhan’ı almaya
muvaffak olduklarından Mengli Giray Han onu Çerkez vilayetinde bulunan Obor
Dağı’nın eteklerine yerleştirmişti. O tarihlerden itibaren Obor Dağı’nın beri
yakasındakiler Abhaz Bozoduk’u, öteki yakasındaki Çerkes Bozoduk’u olarak
bilinirdi. Bu iki aşiret birbirleriyle sürekli cenk eder, bir diğerini basmaya
çalışarak insanlarını kaçırmaya çalışırlardı.
Çerkes Bozoduku aşiretine mensup ailelerden biri Obur
Dağı’nın ormanlık kısmındaki tek göz kulübesinde yaşayan Oduncu Neguj’un
ailesiydi. Oduncu Neguj, karısı Goşemef, büyük kızı Maze ve onun küçüğü Bilana
ile birlikte yaşardı. En büyük çocuğu olan oğlu Bewıç, seneler önce kendi
isteğiyle bir vakitler Mısır paşalarına bağlı Kölemen beylerinin askerleri
arasına katılan amcası Mezan’ın yanına gitmişti. Neguj da kabile baskınlarından
çekindiğinden ailesini oturdukları köyden uzağa, Obur Dağı’nın yücelerine doğru
uzanan ormana taşımıştı. Yegâne endişesi güzelliklerini annelerinden alan
kızlarının ki her biri ateş kızılı saçlarıyla en uzak yoldan dahi seçilirlerdi,
bir baskın esnasında kaçırılmalarıydı. Onların kendisinden koparılması
ihtimalinden korkarak köye inmelerine pek müsaade etmez, odun kesmeye giderken
bir kızını da yanında götürürdü. Böylece hem Maze hem de Bilana güzellikçe öne
çıksalar da kırda yabanda yaşaya yaşaya eli silah tutar Kafkas yiğitlerinden
farksız hale gelmişlerdi. Maze babası gibi ok ve yay kuşanıp ava çıkabiliyor,
Bilana ise küçük yaşına rağmen cüssesinden beklenmediği halde odun kırarken
babasına yardım edebiliyordu. Her ikisi de tuhaf yaşayışlarından ve haşarı
oluşlarından ötürü köyün erkekleri bunlara bakmaya pek yanaşamıyordu. Goşemef her
ne kadar kızlarına köy adetlerini ve adabını öğretse de onlar yaradılış olarak
babalarına çektiğinden başına buyruk hareket etmeyi tercih ediyorlardı. Ormanda
onların ateş kızılı saçlarını uzaktan seçen erkekler belki bir anlığına
hoşlanarak seyrederlerdi ancak onların ateş saçan gök gözleriyle karşılaşmamak
için kısa sürede oradan uzaklaşırlardı.
Bilana babasıyla odun kesmeye giderken, ablası Maze
ormanda avlanmaya çıkar, gün batımına yakın kulübeye dönerlerdi. Yiyip
içerlerken babalarından kadim Nart savaşçılarının şarkılarını, uyumalarına
yakın da annelerinden Kaf dağlarının sayısız masallarını dinlerlerdi. Kulübenin
mazgal deliklerinden yıldızlı gökyüzünü ve karanlık ağaçlarını seyrederek
uyurlardı. Bilana gece uyurken dağdan gelen uğultuları duydukça ürperirdi.
Annesi ona dağın tepesinde fırtına cadılarının yaşadıklarını, tıpkı
kendileriyle Abhazların çarpışmaları gibi Çerkez ve Abhaz cadılarının da
birbirleriyle savaştıklarını, küplerine binip uçarlarken birbirlerini yakalayıp
kanlarını içerek yere savurduklarını anlatırdı. Bilana karanlık gecede fırtına
uğultularını işittikçe cadılardan birini göreceği korkusuyla gözlerini sıkı
sıkıya yumar öyle uyuya kalırdı.
Yine böyle uğultulu bir gecede uykusunun en derin
yerinde ablası Maze tarafından uyandırılmıştı. Kendine gelir gelmez ablası
ağzını kapatıp susmasını fısıldamıştı. Kulübenin mazgallarından gelen ay
ışığında annesiyle babasını ayakta görmüştü. Her biri eline ufak kalkanları ve
uzun, sivri uçlu Çerkez kılıçları taşımaktaydı. Babasının üstüne giydiği kısa
zırhlı gömleğin kuşak kısmında işlemesiz bir kincal yani Çerkez kaması da
dikkatini çekmişti. Kulübenin etrafından bazı hayvan ve insan sesleri
işitiliyordu. Bilana konuşulanları az çok anlıyorsa da daha önce hiç yakından
duymamıştı, babası onlara dönüp: “Abhazlar! Abhaz Bozodukunun adamları!”
fısıldadı. Muhtemelen köyü basmak için onların hiç beklemediği, dağların sarp
kısmını aşıp gelmişlerdi. Köye buradan inen yol üzerinde de Neguj’un kulübesi
bulunmaktaydı. Maze, ok kuburluğunu ve yayını kuşanarak kapının gerisine doğru
diz çökmüştü. Babası yine fısıldadı: “Burayı göremezler! Aşağıya, köye inmeye
geldiler. Köyü bastıktan sonra savuşup giderler!” Bilana korkuyla eteğinin
dibine sindiği ablasına sormuştu: “Cadılar mı geldi? Cadılar mı geldi?” diye.
Maze en az onun kadar korkulu bir sesle fısıldamıştı: “Daha kötüsü, esirciler!”
Bilana bir kere daha korkuyla ürperdi. Esircileri annesinin anlattığı
masallardan ve babasının sıklıkla uyardığı köy baskınlarından biliyordu.
Annesinden köylerinden uzağa esir giden Çerkez, Megrel ve Gürcü kızlarının
türkülerini dinlemişti. Köyünü, ailesini göremeden uzak memleketlerde ölüp
gitmelerini anlatmaktaydı çoğu… Tepeden tırnağa silahlı, zalim kere zalim
adamlar düşman oldukları köyleri basıp ahalisinden denk getirdiğini kaçırmaya
çalışırlardı. Buraların töresi, kanunu buydu. Şanslı olanlar bu civardan Abhaz
ve Gürcü beylerine satılır, memleketinden uzağa düşmezdi. Kendisi de annesi
Goşemef’i bir başka Çerkez köyünden bir baskın esnasında kaçırıp karısı
yapmıştı, öyle anlatmıştı Bilana ile Maze’ye.
Atların ve insanların sesine bu sefer köyden gelen
çığlıklar ve bağrışmalar eklenmişti. Çarpışan kılıçların şıngırtıları altında
ailelerinin, sevgililerinin adını çığıran insanların acı sesleri Bilana’nın
kalp atışlarını hızlandırmıştı. Korkuyordu. Birden evlerinin kapıları
gürültüyle kırılıp ardına kadar açılınca ister istemez ağlamaya başladı. Maze
kapıda beliren yüzü gözü örtülü Abhaz savaşçısının gırtlağına yolladığı bir
okla adamı kanlar içinde yere yıktığı sıra yayına başka bir ok daha
yerleştirdi. Kapıdan içeriye fırlayan bir adam onun üzerine yürümek istediyse
de karanlığın içinde Neguj ile Goşemef’in Çerkez kılıçlarının darbeleri altına
can verdi. Maze kapıya bir ok daha attıktan sonra karşıdan evin içine doğru
yöneltilen okları ve birkaç tüfengin parıltısını görerek yayını yere atıp
yanında bekleyen Bilana’yı duvara doğru iteledi. Evin içine atılan oklardan
ikisi ve birkaç tüfeng misketiyle gıkını bile çıkaramadan kanlar içerisinde
yere yıkıldı. Adamlardan birisi: “Kızı alacaktık! Be diye öldürdünüz?” diyerek
onlara kamçısıyla vurunca ateşi kesmek zorunda kaldılar. Neguj ile Goşemef,
kızlarının bu apansız ölümü üzerine dededen babadan yadigâr savaş naralarıyla
kapıdan dışarıya atılarak esircilerin tepesine ecel fırtınası gibi çöktüler.
Ecdatları misali dans edermişçesine kılıç savurma sanatına malik olduklarından
Abhazlar gibi savaşçı bir kavim olduklarından birkaç esircinin canını cehenneme
yolladılar.
Bu esnada Bilana evin içinde ablasının kanlı
cesedinden gözlerini ayıramadan ağlamaktaydı. Kıpırdamadan olduğu yerde
kalakalmıştı. Neguj ile Goşemef, Abhaz Bozoduku’nun adamlarıyla çarpışırken
köydeki adamlar da çarpışma seslerini duyarak oraya doğru seğirtmişlerdi. At
sırtında oldukları halde ok çeken kan davası kavası kaçkını birkaç Nogay atlısı
kulübeye doğru yanaşıp Neguj ile Goşemef’i oklarıyla vurup öldürdüler. Yaralanan
Abhazlar oldukları yere çöküp kirli bezlerle yaralarını sararlarken Nogaylar
atlarından inip kulübenin içine girdiler. Karanlığa alışkın gözleriyle Bilana’yı
görür görmez kızın ellerini ayaklarını bile bağlamaya gerek görmediler.
İçlerinden biri kızı alıp omzuna attığı gibi dışarı çıktı. Bir başkası yerde
yatan Maze’nin cesedine bakıp: “Yazık olmuş, daha gençmiş…” diye söylendi.
Bilana, dışarı çıkarıldığı Nogay’ın omuzu üzerinde
annesiyle babasının kanlar içinde yerde yattığını görünce yüzüne tokat yemiş
gibi kendine geldi. O anda gözüne kapının dışında duran babasının odun kestiği
baltalardan biri ilişti. Kaçak Nogay’ın omzunu sertçe ısırarak acı içinde
haykıran adamın kollarından kurtuldu. Adam bağırtıyla yere çökerken baltayı
hızla kapıp adamın kafasına doğru hamle yaptı. Ancak evin içinden çıkan bir
diğer Nogay baltayı sapından yakalayarak kızın elinden aldı. Bağıra çağıra
üzerine atılan kızın suratına attığı bir tokatla yere yıktı. Hıçkıra hıçkıra
ağlayan Bilana’nın ellerini ve ayaklarını ayrı ayrı bağladıktan sonra omuzuna
attı.
Kirli kalpaklı Abhazlardan biri at sırtında gelip:
“Köyün gençleri toparlanmadan dönelim! Alacağımızı aldık!” dediği sıra Bilana,
Nogaylardan birinin atının terkisinde buldu kendini. Geriden gelen ve
terkilerinde ağlayıp sızlayan kızlarla oğlanların bulunduğu başkaca atlıların
kendilerine katılmasıyla birlikte çoğunluğu Abhaz olan kafile ormandan geriye
doğru yöneldi. Bir süre sonra Bilana o karanlıkta uzaktan uzağa evini son kez
gördü. Obur Dağı’nı aşarlarken at üstünden kuyu ağzına benzer karanlık uçurum
diplerini görerek ürperdi. Atın sallantısında hafif uyur gibi oldu. Hava
alacaya dönüp Obur Dağı’nın uçurumları gerilerinde kaldığı sıra uzaktan uzağa
davul sesleri duyarak uyandı. Tepelerinde eli meşaleli Abhaz savaşçılarının
dolaştığı, gerisinde hayatında ilk defa gördüğü muazzam bir koyu mavinin
uzandığı denizin kıyısına kurulu Abhaz Bozoduku’nun yerleşkesini görmekteydi.
Uzaktan uzağa korkutucu dalga seslerini ilk defa duyduğundan canavar homurtusu
sanıp korkuyla gözlerini yummuştu. Uzaktan uzağa işittiği martı seslerini
yakından duyuyordu. Burnuna gelen tuzlu su kokusunu ilk defa duyumsamıştı.
Ahaliden bir atlı vaveyla kopararak yerleşkenin
tahtadan topraktan metrisine doğru dörtnala ilerledi. Bir yandan da
bağırıyordu: “Çerkezi vurduk da geldik! Güzel güzel kızlar, oğlanlar getirdik!
Açın kapıları! Açın biz geldik!” O an Bilana, annesinden babasından dinlediği hikâyeleri
ve türküleri hatırladı. Kendisi de işte o türkülerdeki hikâyelerdeki kızlar
gibi köyünden koparılıp bilmediği diyarlara getirilmişti. Üstünde bulunduğu
atın yanı sıra at süren bir Abhaz’ın atının terkisine attığı kendisinden birkaç
yaş büyük bir kızla göz göze geldi. O da kendisi gibi ağlıyor: “Ah anam Nefin!
Ah babam Kumefij!” diye söyleniyordu.
10 Mayıs 2014 İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder