6 Haziran 2015 Cumartesi

Kafkas Esircileri-Ateş Behiye 1

(Daha önce Gölge e-Dergi'de yayınlanmıştır)

Ucu bucağı yücelerde Kaf dağlarının eteklerinde sayısız kabilenin ve köyün bulunduğu devirlerdi. O tarihlerde Gürcü, Megrel, Abhaz, Çerkez ve başka başka kabilelerin birbirileriyle zaman zaman cenk etmeleri vakiydi. Bunlar birbirlerinin kızlarını, çocuklarını esir alırlar, Kuban Nehri’nden aşağıya inen Kırım Tatar ve Nogay atlılarına satarlardı. Yahut denizden gelen bezirgân gemilerinden gelen tuz, kap kacak ve silahlar karşılığında bu esirleri değiş tokuş ederlerdi.

Bu kabilelerden biri de Bozoduk aşireti aşiretiydi. On bin askeriyle deniz kıyısındaki iskelelerinde otururlardı. Kadim zamanda Bozoduk Beyi, Kırım hâkimi Mengi Giray Han’ın Ejderhan Seferi’ne üç bin askeriyle katılmış bir Abhaz beyiydi. Seferin ardından Ejderhan’ı almaya muvaffak olduklarından Mengli Giray Han onu Çerkez vilayetinde bulunan Obor Dağı’nın eteklerine yerleştirmişti. O tarihlerden itibaren Obor Dağı’nın beri yakasındakiler Abhaz Bozoduk’u, öteki yakasındaki Çerkes Bozoduk’u olarak bilinirdi. Bu iki aşiret birbirleriyle sürekli cenk eder, bir diğerini basmaya çalışarak insanlarını kaçırmaya çalışırlardı.

Çerkes Bozoduku aşiretine mensup ailelerden biri Obur Dağı’nın ormanlık kısmındaki tek göz kulübesinde yaşayan Oduncu Neguj’un ailesiydi. Oduncu Neguj, karısı Goşemef, büyük kızı Maze ve onun küçüğü Bilana ile birlikte yaşardı. En büyük çocuğu olan oğlu Bewıç, seneler önce kendi isteğiyle bir vakitler Mısır paşalarına bağlı Kölemen beylerinin askerleri arasına katılan amcası Mezan’ın yanına gitmişti. Neguj da kabile baskınlarından çekindiğinden ailesini oturdukları köyden uzağa, Obur Dağı’nın yücelerine doğru uzanan ormana taşımıştı. Yegâne endişesi güzelliklerini annelerinden alan kızlarının ki her biri ateş kızılı saçlarıyla en uzak yoldan dahi seçilirlerdi, bir baskın esnasında kaçırılmalarıydı. Onların kendisinden koparılması ihtimalinden korkarak köye inmelerine pek müsaade etmez, odun kesmeye giderken bir kızını da yanında götürürdü. Böylece hem Maze hem de Bilana güzellikçe öne çıksalar da kırda yabanda yaşaya yaşaya eli silah tutar Kafkas yiğitlerinden farksız hale gelmişlerdi. Maze babası gibi ok ve yay kuşanıp ava çıkabiliyor, Bilana ise küçük yaşına rağmen cüssesinden beklenmediği halde odun kırarken babasına yardım edebiliyordu. Her ikisi de tuhaf yaşayışlarından ve haşarı oluşlarından ötürü köyün erkekleri bunlara bakmaya pek yanaşamıyordu. Goşemef her ne kadar kızlarına köy adetlerini ve adabını öğretse de onlar yaradılış olarak babalarına çektiğinden başına buyruk hareket etmeyi tercih ediyorlardı. Ormanda onların ateş kızılı saçlarını uzaktan seçen erkekler belki bir anlığına hoşlanarak seyrederlerdi ancak onların ateş saçan gök gözleriyle karşılaşmamak için kısa sürede oradan uzaklaşırlardı.

Bilana babasıyla odun kesmeye giderken, ablası Maze ormanda avlanmaya çıkar, gün batımına yakın kulübeye dönerlerdi. Yiyip içerlerken babalarından kadim Nart savaşçılarının şarkılarını, uyumalarına yakın da annelerinden Kaf dağlarının sayısız masallarını dinlerlerdi. Kulübenin mazgal deliklerinden yıldızlı gökyüzünü ve karanlık ağaçlarını seyrederek uyurlardı. Bilana gece uyurken dağdan gelen uğultuları duydukça ürperirdi. Annesi ona dağın tepesinde fırtına cadılarının yaşadıklarını, tıpkı kendileriyle Abhazların çarpışmaları gibi Çerkez ve Abhaz cadılarının da birbirleriyle savaştıklarını, küplerine binip uçarlarken birbirlerini yakalayıp kanlarını içerek yere savurduklarını anlatırdı. Bilana karanlık gecede fırtına uğultularını işittikçe cadılardan birini göreceği korkusuyla gözlerini sıkı sıkıya yumar öyle uyuya kalırdı.

Yine böyle uğultulu bir gecede uykusunun en derin yerinde ablası Maze tarafından uyandırılmıştı. Kendine gelir gelmez ablası ağzını kapatıp susmasını fısıldamıştı. Kulübenin mazgallarından gelen ay ışığında annesiyle babasını ayakta görmüştü. Her biri eline ufak kalkanları ve uzun, sivri uçlu Çerkez kılıçları taşımaktaydı. Babasının üstüne giydiği kısa zırhlı gömleğin kuşak kısmında işlemesiz bir kincal yani Çerkez kaması da dikkatini çekmişti. Kulübenin etrafından bazı hayvan ve insan sesleri işitiliyordu. Bilana konuşulanları az çok anlıyorsa da daha önce hiç yakından duymamıştı, babası onlara dönüp: “Abhazlar! Abhaz Bozodukunun adamları!” fısıldadı. Muhtemelen köyü basmak için onların hiç beklemediği, dağların sarp kısmını aşıp gelmişlerdi. Köye buradan inen yol üzerinde de Neguj’un kulübesi bulunmaktaydı. Maze, ok kuburluğunu ve yayını kuşanarak kapının gerisine doğru diz çökmüştü. Babası yine fısıldadı: “Burayı göremezler! Aşağıya, köye inmeye geldiler. Köyü bastıktan sonra savuşup giderler!” Bilana korkuyla eteğinin dibine sindiği ablasına sormuştu: “Cadılar mı geldi? Cadılar mı geldi?” diye. Maze en az onun kadar korkulu bir sesle fısıldamıştı: “Daha kötüsü, esirciler!” Bilana bir kere daha korkuyla ürperdi. Esircileri annesinin anlattığı masallardan ve babasının sıklıkla uyardığı köy baskınlarından biliyordu. Annesinden köylerinden uzağa esir giden Çerkez, Megrel ve Gürcü kızlarının türkülerini dinlemişti. Köyünü, ailesini göremeden uzak memleketlerde ölüp gitmelerini anlatmaktaydı çoğu… Tepeden tırnağa silahlı, zalim kere zalim adamlar düşman oldukları köyleri basıp ahalisinden denk getirdiğini kaçırmaya çalışırlardı. Buraların töresi, kanunu buydu. Şanslı olanlar bu civardan Abhaz ve Gürcü beylerine satılır, memleketinden uzağa düşmezdi. Kendisi de annesi Goşemef’i bir başka Çerkez köyünden bir baskın esnasında kaçırıp karısı yapmıştı, öyle anlatmıştı Bilana ile Maze’ye.

Atların ve insanların sesine bu sefer köyden gelen çığlıklar ve bağrışmalar eklenmişti. Çarpışan kılıçların şıngırtıları altında ailelerinin, sevgililerinin adını çığıran insanların acı sesleri Bilana’nın kalp atışlarını hızlandırmıştı. Korkuyordu. Birden evlerinin kapıları gürültüyle kırılıp ardına kadar açılınca ister istemez ağlamaya başladı. Maze kapıda beliren yüzü gözü örtülü Abhaz savaşçısının gırtlağına yolladığı bir okla adamı kanlar içinde yere yıktığı sıra yayına başka bir ok daha yerleştirdi. Kapıdan içeriye fırlayan bir adam onun üzerine yürümek istediyse de karanlığın içinde Neguj ile Goşemef’in Çerkez kılıçlarının darbeleri altına can verdi. Maze kapıya bir ok daha attıktan sonra karşıdan evin içine doğru yöneltilen okları ve birkaç tüfengin parıltısını görerek yayını yere atıp yanında bekleyen Bilana’yı duvara doğru iteledi. Evin içine atılan oklardan ikisi ve birkaç tüfeng misketiyle gıkını bile çıkaramadan kanlar içerisinde yere yıkıldı. Adamlardan birisi: “Kızı alacaktık! Be diye öldürdünüz?” diyerek onlara kamçısıyla vurunca ateşi kesmek zorunda kaldılar. Neguj ile Goşemef, kızlarının bu apansız ölümü üzerine dededen babadan yadigâr savaş naralarıyla kapıdan dışarıya atılarak esircilerin tepesine ecel fırtınası gibi çöktüler. Ecdatları misali dans edermişçesine kılıç savurma sanatına malik olduklarından Abhazlar gibi savaşçı bir kavim olduklarından birkaç esircinin canını cehenneme yolladılar.

Bu esnada Bilana evin içinde ablasının kanlı cesedinden gözlerini ayıramadan ağlamaktaydı. Kıpırdamadan olduğu yerde kalakalmıştı. Neguj ile Goşemef, Abhaz Bozoduku’nun adamlarıyla çarpışırken köydeki adamlar da çarpışma seslerini duyarak oraya doğru seğirtmişlerdi. At sırtında oldukları halde ok çeken kan davası kavası kaçkını birkaç Nogay atlısı kulübeye doğru yanaşıp Neguj ile Goşemef’i oklarıyla vurup öldürdüler. Yaralanan Abhazlar oldukları yere çöküp kirli bezlerle yaralarını sararlarken Nogaylar atlarından inip kulübenin içine girdiler. Karanlığa alışkın gözleriyle Bilana’yı görür görmez kızın ellerini ayaklarını bile bağlamaya gerek görmediler. İçlerinden biri kızı alıp omzuna attığı gibi dışarı çıktı. Bir başkası yerde yatan Maze’nin cesedine bakıp: “Yazık olmuş, daha gençmiş…” diye söylendi.

Bilana, dışarı çıkarıldığı Nogay’ın omuzu üzerinde annesiyle babasının kanlar içinde yerde yattığını görünce yüzüne tokat yemiş gibi kendine geldi. O anda gözüne kapının dışında duran babasının odun kestiği baltalardan biri ilişti. Kaçak Nogay’ın omzunu sertçe ısırarak acı içinde haykıran adamın kollarından kurtuldu. Adam bağırtıyla yere çökerken baltayı hızla kapıp adamın kafasına doğru hamle yaptı. Ancak evin içinden çıkan bir diğer Nogay baltayı sapından yakalayarak kızın elinden aldı. Bağıra çağıra üzerine atılan kızın suratına attığı bir tokatla yere yıktı. Hıçkıra hıçkıra ağlayan Bilana’nın ellerini ve ayaklarını ayrı ayrı bağladıktan sonra omuzuna attı.

Kirli kalpaklı Abhazlardan biri at sırtında gelip: “Köyün gençleri toparlanmadan dönelim! Alacağımızı aldık!” dediği sıra Bilana, Nogaylardan birinin atının terkisinde buldu kendini. Geriden gelen ve terkilerinde ağlayıp sızlayan kızlarla oğlanların bulunduğu başkaca atlıların kendilerine katılmasıyla birlikte çoğunluğu Abhaz olan kafile ormandan geriye doğru yöneldi. Bir süre sonra Bilana o karanlıkta uzaktan uzağa evini son kez gördü. Obur Dağı’nı aşarlarken at üstünden kuyu ağzına benzer karanlık uçurum diplerini görerek ürperdi. Atın sallantısında hafif uyur gibi oldu. Hava alacaya dönüp Obur Dağı’nın uçurumları gerilerinde kaldığı sıra uzaktan uzağa davul sesleri duyarak uyandı. Tepelerinde eli meşaleli Abhaz savaşçılarının dolaştığı, gerisinde hayatında ilk defa gördüğü muazzam bir koyu mavinin uzandığı denizin kıyısına kurulu Abhaz Bozoduku’nun yerleşkesini görmekteydi. Uzaktan uzağa korkutucu dalga seslerini ilk defa duyduğundan canavar homurtusu sanıp korkuyla gözlerini yummuştu. Uzaktan uzağa işittiği martı seslerini yakından duyuyordu. Burnuna gelen tuzlu su kokusunu ilk defa duyumsamıştı.

Ahaliden bir atlı vaveyla kopararak yerleşkenin tahtadan topraktan metrisine doğru dörtnala ilerledi. Bir yandan da bağırıyordu: “Çerkezi vurduk da geldik! Güzel güzel kızlar, oğlanlar getirdik! Açın kapıları! Açın biz geldik!” O an Bilana, annesinden babasından dinlediği hikâyeleri ve türküleri hatırladı. Kendisi de işte o türkülerdeki hikâyelerdeki kızlar gibi köyünden koparılıp bilmediği diyarlara getirilmişti. Üstünde bulunduğu atın yanı sıra at süren bir Abhaz’ın atının terkisine attığı kendisinden birkaç yaş büyük bir kızla göz göze geldi. O da kendisi gibi ağlıyor: “Ah anam Nefin! Ah babam Kumefij!” diye söyleniyordu.

10 Mayıs 2014 İstanbul     

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder