(Daha önce Gölge e-Dergi'de yayınlanmıştır)
Her şey arkadaş arasında, metafizikten, paranormal olaylara ve bazı halk anlatılarından mülhem memoratlardan bahsetmemizle başlamıştı. Birbirimizi korkutmaktan ziyade birbirimize bir şeyleri kanıtlamaya çalışıyor gibiydik. İnsan algılarının ötesindeki varlıklardan, insanların yaşayabileceği tuhaf şeylerden bahsetmiştik. Ben mantık olarak bu tür şeylerin olabileceğini pek kabullenemeyen birisi olarak haliyle bunlara pek kulak asmazdım. Sohbetin ardından oradaki arkadaşlarımdan birisi, odama gelip bana bu tür şeyleri kanıtlayabileceğini söylediğinde bir hayli şaşırmıştım. Çünkü kendisi bir tıpçıydı. Bilimle bu denli haşir neşir olmuş birisinin hatta bir bilim insanının kalkıp böyle bir şey iddia etmesi ne kadar doğru olabilirdi ki?
Ona biraz da şaka yollu nasıl kanıtlayacağını
sorduğumda bana gördüğü şeyden kimseye bahsetmeme sözü verirsem bunu
anlatabileceğini söylemişti. Dediğine göre dünya çapında uygulanan, yıllardan
beri süregelen bir gizlilik protokolü söz konusuydu. Buna göre hastanelerin morguna
getirilen bazı cesetlerin, normal yollarla açıklanamayan ölüm şekilleri
mevcutsa gizli tutularak morgların ayrı bir kısmında tutulduklarını söylemiş,
bu bilginin ya da resimlerin sızmasının cezasının çok ağır olduğunu söylemişti.
İnsan aklına aykırı gelebilecek birçok şey, bu şekilde gizlenmekte olduğundan
basına da yansımadığını yansısa bile yalan haber türünden yansıtıldığını
söylemişti. İnanmam için bu tip yerlerden biri olan, eğitim gördüğü hastanenin
morguna beni de götürebileceğini söylemişti.
İnanmadığım halde sırf ne kanıtlamaya çalışıyor diye
çağırdığı zaman morga gitmeyi kabul ettim. Nöbetçi olduğu bir gece söylediği
gibi beni çağırdı. Vakit oldukça geçti. Bir süre morgun girişinde bulunan
nöbetçi odasında zaman geçirdikten sonra kimsenin gelip gitmeyeceğine emin
olunca birlikte morga indik. Morgun arka taraafın başka bir kapı vardı. Kapının
kilidini açıp içeriye girdikten sonra içerinin ışığını açmıştı. Birkaç morg
dolabının bulunduğu büyükçe bir yerdi. Kapıyı ardımızdan kapatıp dolapları göstererek
ilginç vakaların kurbanlarının bir süre burada tutulduğunu ardından incelenmek
üzere Ankara’ya gönderdiklerini söylemişti.
Bir dolap kapağının önüne gelip önünde yazılanları
okuduktan sonra açıp göstermişti. Bir insana ait gibiydi, yanmış bir bebek
cesedine benziyordu. Tuhaf bir şekilde erimişti ancak hiçbir yanık izi yoktu ve
gözleri sapasağlamdı. Birinin nazarı sonucunda eriyip bu hale geldiğini
söylemişti.
Bir başka dolabın kapağında yazanlara bakıp açmıştı.
Göğsü parçalanıp ciğerleri sökülmüş bir adamdı. Bir kilise mahzeninde define
arama bahanesiyle dolanırken uyandırmaması gereken bir şeye çatmış olmalıydı ki
ciğerlerinden olmuştu…
Bir başka dolabın kapağını okuyup açtığında yeşil
tenli, belden aşağısı yılan gibi olan bir bebek göstermişti. İstenmeyen, öte
alemlerden birine ait bir insanımsıydı…
En uçta kapağı zincirli duran bir dolap vardı. Onun
ne olduğunu sorduğumda dirilme ihtimali olan tehlikeli cesetler için
ayrıldığını söylemişti. Hatta kapakta yazılanlara göre içinde bir vampirin
kurbanı vardı.
Kilidi çevirip açtığında içinde boynunda iki ufak
yara taşıyan soluk renkli genç bir kadının yattığını gördüm. O sırada dışarıdan
ayak sesleri yaklaştığını zannederek gidip bakacağını söylemişti. Kapıyı da
dikkat çekmemek için kapatıp öyle çıkmıştı. Koca morgda, film setlerinden çıkma
tuhaf bir cesetle baş başaydım.
Yeterince korkutucu olan bu manzara önümde yatmakta
olan ölünün yavaş yavaş sedyeden doğrulması olmuştu. Sivri dişleriyle, loş
ışıkta parıldayan gözleriyle dünyamıza ait olmayan bu “şey” ağır ağır üzerime
yaklaşırken sinirlerime hakim olamadığımdan yere yığılıp kalmıştım.
Gözümü açtığımda parlak ışıklar altında bir sedyede
yattığımı, etrafımda gözlük camları parlayan, ameliyat gereçleriyle vücudumu
inceleyen doktorları gördüm. Birisinin hayal meyal ötekine: “İyi bir örnek.
Nasıl olsa ölmez de artık…” dediğini işittim. Arkadaşımın beni deney uğruna mı
orada bıraktığını yoksa vampir sandığım şeyin saldırısından ötürü bedenimi
“ziyan etmemek” isteyen doktorların isteğiyle mi oraya getirildiğimi hiç
bilemeyecektim…
8 Kasım 2014 – İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder