(Daha önce Gölge e-Dergi'de yayınlanmıştır)
Bilana, kaçak Nogay’ın atının terkisinde Abhaz Bozoduk’unun metrisindeki büyük tahta kapıya yaklaştığı zaman metris tepesinde dolaşan Abhazların gülüşerek kafileye baktığını gördü. Tahta kapılar ardına kadar açılınca en büyüğü iki katlı tahta kulübelere ve binlerce teknenin bulunduğu iskelelerine baktı, gürüldeme sesleri gelen denizin ihtişamına hayran kaldı. Abhazlar, esir aldıkları oğlanları ve kızları dar sokaklardan geçirip iskelelere yakın bir açıklığa getirdiklerinde Bilana da kaçak Nogay’ın atının terkisinden indirilerek diğer esirlerin yanına bırakıldı. Kendisine bakıp sırıtan Abhaz çocuklarını, küçümsemeyle bakan kadınları ve iştahla seyreden erkekleri görünce pek bir şaşırmıştı. Yabancısı olduğu, birkaç kelime hariç aşinası olmadığı bir dili konuşuyorlardı. Onlardan yana yüz çevirip köpükler saçan dalgalarıyla gürüldeyen denizi ve uçuşan martıları seyretti. Bir süre sonra esirlerin olduğu yere zırh kuşanmış adamlarıyla gelen Abhaz Bozoduk’u Beyi’yle oğlu gelmiş, bey hem kendine hem oğluna iki Çerkez kızını alarak gelen kafileden payını almıştı. Böylece esirleri satın almak isteyen kölecilere müsaade verilmişti.
Kafasındaki börkü ve üzerindeki
abasıyla, üzerindeki ziynet eşyaları tezat oluşturan bir Tatar esirci Bilana’yı
gözüne kestirmişti. Bu zengin esirci belli dönemlerde bizzat kendisi
Kafkasya’ya dek gelir, köylerden kendi seçtiği seçme kızları oğlanları satın
alıp Kefe’deki köle pazarına götürerek yüksek fiyata satardı. Bilana ile
birlikte onun köyünden kısmen tanıdığı kendi yaşlarında iki kızı, bir de oğlanı
satın aldı. Yaşları küçüldükçe bahaları da o nispette artardı çünkü konak, köşk
sahibi kimseler bunları ufak yaşlardan alıp kolayca yetiştirirler, makbul birer
köle olarak istifade ederlerdi. Bilana’nın bulunduğu kafile güneş tepeye
yükselmeden yerleşkeden ayrıldı. Zengin esirci, sırtlarında kürkleriyle ok ve
yaylarıyla mücehhez dokuz Nogay atlısıyla seyahat etmekteydi. Bilana ve diğer
esirler de yine elleri kolları bağlı olduğu hale Nogayların atlarının sırtında
seyahat ediyorlardı. Bilana’ya tamamen yabancı bir lisanda konuşuyorlardı.
Tatar esircinin maksadı birkaç köye daha uğramaktı. Bilana ise nereye
gideceğini bilmeden denizin sesini dinleyerek, uygun bulduğu anda kaçıp köyüne
geri dönmenin fırsatını arıyordu. O civardan çok uzaklaşmayacağını düşünerek,
annesi babası ölse bile kendi evinin insanlarının bulunduğu köyüne dönmeyi
istiyordu.
Esir kafilesi deniz kıyısını batı
yönünde takip ederek iki konaklık mesafede bir başka yerleşke olan German
Osoviş’e geldiler. Burası da Abhaz Bozoduk’u gibi iskeleler bulunan bir
yerleşkeydi. Deniz kenarında, yüksek kayalar üzerinde harabe ve oldukça eski
bir kalesinin dikili olduğu, duvarlarının dışında koyun sürülerinin bulunduğu
bu şehre girdiklerinde Bilana’nın dikkatini yerleşkenin sakinleri çekti. Bunlar
Osoviş Aşireti’ne mensup kimselerdi ve Abhaz dilinde konuştuklarından Bilana
bunların konuşmalarını birkaç kelime hariç pek anlamıyordu. Ardıç ağacından
okları ve yaylarıyla birlikte tüfekli üç bin kadar Osoviş’in koruduğu bu
yerleşkeye girer girmez, Osoviş Beyi at sırtında gelerek esircileri karşıladı.
Onları esirlerin tutulduğu iskele yakınındaki bir meydana götürerek koyun
kebabı ikram etti. Bunda maksadı esircilerin oraya sürekli gelerek
kendilerinden esirler ve diğer eşyalar alıp satmaları için teşvik etmek
istemesiydi. Esirler de bu yemekten yediler. Bilana meydanın yakınında yüksekçe
bir ağacın dalında asılı duran sanduka benzeri bir kutunun aşağıya
indirildiğini gördü. Baş tarafı delik sandukanın kapağı açıldığında içinde
koltuk altına ve apış arasında bal kovanları bulunan bir ceset olduğunu görerek
tiksindi. O aşiretin inançları gereği ölen beyleri sanduka içinde ağaca asıp,
cenneti görebilmesi için sandukaya açtıkları delikten içeriye giren yüzlerce
bal arasının yuva yapmasını sağlanırdı. Kıllı kıllı balları çıkarıp tulumlara
doldurup satmak üzere meydana indirdiler. Bir kısmını da esircilerin sofrasına
getirdiler ama hiç biri tiksinmekten yiyemedi. Ancak zengin esirci Abhaz balı
kıymetlidir, Kefe’de satarım diye birkaç tulum satın aldı. Esirlerin arasında
gözüne hoş gelen bir köle görmeyince kafileyi toplayarak yeniden yola çıkardı.
Yine batı yönünde ilerleyen kafile
iki gün boyunca deniz kıyısını takip etti. Akşam vakitlerinde dinlendi. Ertesi
gün sabaha karşı yine iskeleleri olan Aşga isimli bir yerleşkeye geldiler.
Aşpılı aşiretine mensup Abhazların bulunduğu bu yere girerken Bilana,
Nogayların Aşpılılara saldırıya hazır gibi tetikte ilerlerdiklerini gördü.
Bunlar beylerinin emri altında iki bin kadar savaşçıya sahip olsalar da
cesurlukları ve savaşçılıklarıyla meşhur bir aşiret olduğundan tüm Abhazlar ve
komşu halklar onların şerrinden korkardı, işte bu yüzden Nogaylar herhangi bir
tehlikeye hazır bekliyorlardı. Tepesinde bir başka yıkık kalenin beklediği Aşga
iskelesine geldiklerinde, esirci ilkin buradan doğruda Kırım’a gitmeye
niyetlendi. Zira Kefe, Kerç ve Taman gemilerinin iskelelerine gelip gittiği bir
yerdi. Kış mevsimi haricinde emniyetli bir iskeleydi. Az sayıda köleyle geri
dönmek istemediğinden buranın da esir pazarına bakındı. Görünüşleri hoşuna
giden iki Gürcü oğlanını satın aldıktan sonra oradan da çıktılar. Bir konak
mesafede yine batı yönünde bulunan Aşgılı aşiretine bağlı Atma köyüne geldiler.
Limanlara uzaktı ancak burada bir konak uzaklıktaki Çerkezlerle cenk eder
Müslüman Tophane Abhazları bulunduğundan belki ellerinde iyi köle vardır diye
oraya yönelmişlerdi. Dağlara yakın bu
köyden de güzel bir Çerkez kızı satın alındıktan sonra kafile geceyi orada,
mescidin yakınlarındaki açıklıkta geçirdiler.
Ertesi gün oradan da ayrılıp yeniden deniz kıyısına
inerek iki konak uzaklıktaki Haruna İskelesi’ne vardılar. Soğuksu aşiretinin
elinde bulunan bu yerde at sırtında gezer, beylerinin emrinde üç bin askerin
koruduğu iskelenin meşhur limanına geldiler. Burada Karadeniz’e dökülen bir
büyük ırmak vardı ki Soğuksu adıyla bilinen bu ırmak, aşiretin de isim
sahipliğini yapmaktaydı. Temiz ve ferah gelen bu sudan kana kana içip kırbalarını
dolduran kafile buradaki köle pazarını da ziyaret etti. Bir Gürcü kızını satın
alarak yine batı yönüne ilerleyerek gün batımına yakın iki konak ötedeki Kotasi
İskelesine vardılar. Dört bir yanı kale gibi bir çitle çevrili Kotasi
aşiretinin hükmü altındaki bu yerde, beylerinin emri altında yedi bin askerin
koruduğu bu iskelenin köyü, dağların ardında bulunmaktaydı. Esirciler iskelenin
tahtadan yapılmış hasır örtülü mahzeninin önüne gelerek buradaki esir pazarına
uğradılar. Burası limanında sayısız Kefe ve Taman gemileri bulunan, muazzam bir
ticaret merkeziydi. Ta Kırım’dan gelen atlıların alışveriş yaptığı bir yerdi ki
Bilana hem Abhazca konuşan ahailiyi hem de Kırım ve Nogay Tatarcası konuşan
atlıları görerek bir hayli şaşırdı. Bazı Nogayların, diğer atlılardan tanış
geldikleriyle selamlaşmalarını da bir anlam veremeden öylesine seyretti. Sazdan
tahtadan örtülü evlerinde yaşayan kimi buğday yetiştiren ahalinin tarladan
dönüşünü, kimi hayvancı ahalinin hayvan barınaklarının önünde kocaman
köpekleriyle nöbet beklediğini de gördü. Burası da ormanlara yakın olduğundan
bir başka Abhaz aşireti gelir baskın verir diye ötekilerden korkarak gece
gündüz nöbet tutmaları vakiydi. Bilana, ahaliden kendisine tanıdık Çerkez
dilinde konuşan bazı kimseler de gördü ki bunlar oraya bir konak uzaklıkta
oturan Jane Çerkezlerine mensup kimselerdi, bu nedenle Kotasi Abhazları
arasında da Çerkez dilini bilen çoktu. Hatta Çerkezler limana izin alıp kendi
mallarını getirip satabilirlerdi. Burada en son bir Abhaz ve bir Çerkez kızı
satın alan esirci, kafileyi iskeleye yönelterek bir gemiye bindirdiler.
Bilana ilk defa gemiye bindiği için sevinçliydi, suyun
üzerinde hareket etmesinden ilkin korkmuş sonradan hoşuna gitmişti. Gemi akşama
doğru limandan ayrıldığından en başta ona oyun gibi gelmişti. Bu geminin
Kefe’ye doğru yola çıktığını, bir daha memleketini belki de hiçbir zaman
göremeyeceğini bilemiyordu. Ancak kara uzaklaştıktan ve dağlar uzakta tamamen
yittikten sonra evinden çok uzakta olduğunu anladı. Gemideki esir Çerkezlerden
yaşı biraz daha büyük olan birisi, sıkça annesinden babasından duyduğu, köle
kızların hayat hikâyelerini anlatan acıklı bir şarkı okumaya başladı. Esirciden
ses çıkmayınca, Nogaylar da efendilerinin kızın şarkı söylemesine müsaade
ettiğine yorup kıpırdamadılar. Bilakis bu dilini anlamadıkları şarkıyı dinlemek
hem kendilerinin hem de efendilerinin hoşuna gitmişti.
Bilana, yanında oturdu diğer bir köle kızın omzuna
yaslanarak denize doğru dönüp dalgaları seyretmeye başladı. Çerkez kızı
köyünden ayrılan bir başka hemşiresinin ağıtını okurken o köyünü, kaybettiği
ailesini düşünerek ağlamaya başladı. Memleketinden mesafelerce uzağa gittiğini
bilmiyordu ancak hissedebiliyordu…
9 Haziran 2014 – İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder