6 Haziran 2015 Cumartesi

Kefe Köle Pazarı Yolunda-Ateş Behiye 2

(Daha önce Gölge e-Dergi'de yayınlanmıştır)

          Bilana, kaçak Nogay’ın atının terkisinde Abhaz Bozoduk’unun metrisindeki büyük tahta kapıya yaklaştığı zaman metris tepesinde dolaşan Abhazların gülüşerek kafileye baktığını gördü. Tahta kapılar ardına kadar açılınca en büyüğü iki katlı tahta kulübelere ve binlerce teknenin bulunduğu iskelelerine baktı, gürüldeme sesleri gelen denizin ihtişamına hayran kaldı. Abhazlar, esir aldıkları oğlanları ve kızları dar sokaklardan geçirip iskelelere yakın bir açıklığa getirdiklerinde Bilana da kaçak Nogay’ın atının terkisinden indirilerek diğer esirlerin yanına bırakıldı. Kendisine bakıp sırıtan Abhaz çocuklarını, küçümsemeyle bakan kadınları ve iştahla seyreden erkekleri görünce pek bir şaşırmıştı. Yabancısı olduğu, birkaç kelime hariç aşinası olmadığı bir dili konuşuyorlardı. Onlardan yana yüz çevirip köpükler saçan dalgalarıyla gürüldeyen denizi ve uçuşan martıları seyretti. Bir süre sonra esirlerin olduğu yere zırh kuşanmış adamlarıyla gelen Abhaz Bozoduk’u Beyi’yle oğlu gelmiş, bey hem kendine hem oğluna iki Çerkez kızını alarak gelen kafileden payını almıştı. Böylece esirleri satın almak isteyen kölecilere müsaade verilmişti.


            Kafasındaki börkü ve üzerindeki abasıyla, üzerindeki ziynet eşyaları tezat oluşturan bir Tatar esirci Bilana’yı gözüne kestirmişti. Bu zengin esirci belli dönemlerde bizzat kendisi Kafkasya’ya dek gelir, köylerden kendi seçtiği seçme kızları oğlanları satın alıp Kefe’deki köle pazarına götürerek yüksek fiyata satardı. Bilana ile birlikte onun köyünden kısmen tanıdığı kendi yaşlarında iki kızı, bir de oğlanı satın aldı. Yaşları küçüldükçe bahaları da o nispette artardı çünkü konak, köşk sahibi kimseler bunları ufak yaşlardan alıp kolayca yetiştirirler, makbul birer köle olarak istifade ederlerdi. Bilana’nın bulunduğu kafile güneş tepeye yükselmeden yerleşkeden ayrıldı. Zengin esirci, sırtlarında kürkleriyle ok ve yaylarıyla mücehhez dokuz Nogay atlısıyla seyahat etmekteydi. Bilana ve diğer esirler de yine elleri kolları bağlı olduğu hale Nogayların atlarının sırtında seyahat ediyorlardı. Bilana’ya tamamen yabancı bir lisanda konuşuyorlardı. Tatar esircinin maksadı birkaç köye daha uğramaktı. Bilana ise nereye gideceğini bilmeden denizin sesini dinleyerek, uygun bulduğu anda kaçıp köyüne geri dönmenin fırsatını arıyordu. O civardan çok uzaklaşmayacağını düşünerek, annesi babası ölse bile kendi evinin insanlarının bulunduğu köyüne dönmeyi istiyordu.

            Esir kafilesi deniz kıyısını batı yönünde takip ederek iki konaklık mesafede bir başka yerleşke olan German Osoviş’e geldiler. Burası da Abhaz Bozoduk’u gibi iskeleler bulunan bir yerleşkeydi. Deniz kenarında, yüksek kayalar üzerinde harabe ve oldukça eski bir kalesinin dikili olduğu, duvarlarının dışında koyun sürülerinin bulunduğu bu şehre girdiklerinde Bilana’nın dikkatini yerleşkenin sakinleri çekti. Bunlar Osoviş Aşireti’ne mensup kimselerdi ve Abhaz dilinde konuştuklarından Bilana bunların konuşmalarını birkaç kelime hariç pek anlamıyordu. Ardıç ağacından okları ve yaylarıyla birlikte tüfekli üç bin kadar Osoviş’in koruduğu bu yerleşkeye girer girmez, Osoviş Beyi at sırtında gelerek esircileri karşıladı. Onları esirlerin tutulduğu iskele yakınındaki bir meydana götürerek koyun kebabı ikram etti. Bunda maksadı esircilerin oraya sürekli gelerek kendilerinden esirler ve diğer eşyalar alıp satmaları için teşvik etmek istemesiydi. Esirler de bu yemekten yediler. Bilana meydanın yakınında yüksekçe bir ağacın dalında asılı duran sanduka benzeri bir kutunun aşağıya indirildiğini gördü. Baş tarafı delik sandukanın kapağı açıldığında içinde koltuk altına ve apış arasında bal kovanları bulunan bir ceset olduğunu görerek tiksindi. O aşiretin inançları gereği ölen beyleri sanduka içinde ağaca asıp, cenneti görebilmesi için sandukaya açtıkları delikten içeriye giren yüzlerce bal arasının yuva yapmasını sağlanırdı. Kıllı kıllı balları çıkarıp tulumlara doldurup satmak üzere meydana indirdiler. Bir kısmını da esircilerin sofrasına getirdiler ama hiç biri tiksinmekten yiyemedi. Ancak zengin esirci Abhaz balı kıymetlidir, Kefe’de satarım diye birkaç tulum satın aldı. Esirlerin arasında gözüne hoş gelen bir köle görmeyince kafileyi toplayarak yeniden yola çıkardı.

            Yine batı yönünde ilerleyen kafile iki gün boyunca deniz kıyısını takip etti. Akşam vakitlerinde dinlendi. Ertesi gün sabaha karşı yine iskeleleri olan Aşga isimli bir yerleşkeye geldiler. Aşpılı aşiretine mensup Abhazların bulunduğu bu yere girerken Bilana, Nogayların Aşpılılara saldırıya hazır gibi tetikte ilerlerdiklerini gördü. Bunlar beylerinin emri altında iki bin kadar savaşçıya sahip olsalar da cesurlukları ve savaşçılıklarıyla meşhur bir aşiret olduğundan tüm Abhazlar ve komşu halklar onların şerrinden korkardı, işte bu yüzden Nogaylar herhangi bir tehlikeye hazır bekliyorlardı. Tepesinde bir başka yıkık kalenin beklediği Aşga iskelesine geldiklerinde, esirci ilkin buradan doğruda Kırım’a gitmeye niyetlendi. Zira Kefe, Kerç ve Taman gemilerinin iskelelerine gelip gittiği bir yerdi. Kış mevsimi haricinde emniyetli bir iskeleydi. Az sayıda köleyle geri dönmek istemediğinden buranın da esir pazarına bakındı. Görünüşleri hoşuna giden iki Gürcü oğlanını satın aldıktan sonra oradan da çıktılar. Bir konak mesafede yine batı yönünde bulunan Aşgılı aşiretine bağlı Atma köyüne geldiler. Limanlara uzaktı ancak burada bir konak uzaklıktaki Çerkezlerle cenk eder Müslüman Tophane Abhazları bulunduğundan belki ellerinde iyi köle vardır diye oraya yönelmişlerdi.  Dağlara yakın bu köyden de güzel bir Çerkez kızı satın alındıktan sonra kafile geceyi orada, mescidin yakınlarındaki açıklıkta geçirdiler.

Ertesi gün oradan da ayrılıp yeniden deniz kıyısına inerek iki konak uzaklıktaki Haruna İskelesi’ne vardılar. Soğuksu aşiretinin elinde bulunan bu yerde at sırtında gezer, beylerinin emrinde üç bin askerin koruduğu iskelenin meşhur limanına geldiler. Burada Karadeniz’e dökülen bir büyük ırmak vardı ki Soğuksu adıyla bilinen bu ırmak, aşiretin de isim sahipliğini yapmaktaydı. Temiz ve ferah gelen bu sudan kana kana içip kırbalarını dolduran kafile buradaki köle pazarını da ziyaret etti. Bir Gürcü kızını satın alarak yine batı yönüne ilerleyerek gün batımına yakın iki konak ötedeki Kotasi İskelesine vardılar. Dört bir yanı kale gibi bir çitle çevrili Kotasi aşiretinin hükmü altındaki bu yerde, beylerinin emri altında yedi bin askerin koruduğu bu iskelenin köyü, dağların ardında bulunmaktaydı. Esirciler iskelenin tahtadan yapılmış hasır örtülü mahzeninin önüne gelerek buradaki esir pazarına uğradılar. Burası limanında sayısız Kefe ve Taman gemileri bulunan, muazzam bir ticaret merkeziydi. Ta Kırım’dan gelen atlıların alışveriş yaptığı bir yerdi ki Bilana hem Abhazca konuşan ahailiyi hem de Kırım ve Nogay Tatarcası konuşan atlıları görerek bir hayli şaşırdı. Bazı Nogayların, diğer atlılardan tanış geldikleriyle selamlaşmalarını da bir anlam veremeden öylesine seyretti. Sazdan tahtadan örtülü evlerinde yaşayan kimi buğday yetiştiren ahalinin tarladan dönüşünü, kimi hayvancı ahalinin hayvan barınaklarının önünde kocaman köpekleriyle nöbet beklediğini de gördü. Burası da ormanlara yakın olduğundan bir başka Abhaz aşireti gelir baskın verir diye ötekilerden korkarak gece gündüz nöbet tutmaları vakiydi. Bilana, ahaliden kendisine tanıdık Çerkez dilinde konuşan bazı kimseler de gördü ki bunlar oraya bir konak uzaklıkta oturan Jane Çerkezlerine mensup kimselerdi, bu nedenle Kotasi Abhazları arasında da Çerkez dilini bilen çoktu. Hatta Çerkezler limana izin alıp kendi mallarını getirip satabilirlerdi. Burada en son bir Abhaz ve bir Çerkez kızı satın alan esirci, kafileyi iskeleye yönelterek bir gemiye bindirdiler.

Bilana ilk defa gemiye bindiği için sevinçliydi, suyun üzerinde hareket etmesinden ilkin korkmuş sonradan hoşuna gitmişti. Gemi akşama doğru limandan ayrıldığından en başta ona oyun gibi gelmişti. Bu geminin Kefe’ye doğru yola çıktığını, bir daha memleketini belki de hiçbir zaman göremeyeceğini bilemiyordu. Ancak kara uzaklaştıktan ve dağlar uzakta tamamen yittikten sonra evinden çok uzakta olduğunu anladı. Gemideki esir Çerkezlerden yaşı biraz daha büyük olan birisi, sıkça annesinden babasından duyduğu, köle kızların hayat hikâyelerini anlatan acıklı bir şarkı okumaya başladı. Esirciden ses çıkmayınca, Nogaylar da efendilerinin kızın şarkı söylemesine müsaade ettiğine yorup kıpırdamadılar. Bilakis bu dilini anlamadıkları şarkıyı dinlemek hem kendilerinin hem de efendilerinin hoşuna gitmişti.

Bilana, yanında oturdu diğer bir köle kızın omzuna yaslanarak denize doğru dönüp dalgaları seyretmeye başladı. Çerkez kızı köyünden ayrılan bir başka hemşiresinin ağıtını okurken o köyünü, kaybettiği ailesini düşünerek ağlamaya başladı. Memleketinden mesafelerce uzağa gittiğini bilmiyordu ancak hissedebiliyordu…

9 Haziran 2014 – İstanbul

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder