23 Ağustos 2017 Çarşamba

Tepedeki Bar-5. Kısım

(1890’lar…)
            Bekir, paşanın suratına şaşkın şaşkın bakıyordu. Paşa bir kere daha gürledi: “Ahraz mı oldun! Mahzene taşıyacağız. Urganla sıkı sıkıya bağladım güç bela.”
            Bekir güçlükle toparlayabildi kendini. Suratına bakmaya korktuğu o şeyi bir de aşağıya mı taşıyacaktı? Paşanın kızgın bakışlarından daha ziyade ürpererek aklına gelen ilk şeyi sordu: “Mahzende ne vardır more paşa hazretlerı?”
            Paşa urganlarını koparmaya çalışan kızının üzerinden doğrulup Bekir’in üzerine yürüdü: “Emri yerine getirmemek de nereden çıktı?”
            “Paşa hazretlerı ben demem sana yapmam. Emret yapayim. Emret dahi cinayet işleyım. Lakin de bana maksadın nedır?”
            Paşa, sinirleri harap olmuş bir şekilde gülmeye başladı. Kafasını iki yana sallayarak kızını gösterdi: “Demek istiyorsun ki neden öldürüp kurtulmuyoruz…” Yüzü bir anda ciddileşti: “O benim en kıymetli varlığım. Ölmesine müsaade edemiyorum. Ne olduğunu bildiğim halde… Onu hapsedeceğim. Duvar arkasına. Bir babanın son isteği olarak telakki et…”
            Bekir’e bu sözler hayli dokunmuştu ancak paşanın kızından hala çekiniyordu. Paşa alaylı bir ifadeyle bakıp söylendi: “Arnavutun korkağını da ilk defa görüyorum zannederim!” Bu söz Bekir’i tüm korkusuna rağmen harekete geçirdi. Aklına gelen bir nice duayı okuya mırıldana sıkı sıkıya bağlandığı halde olduğu yerde yılan gibi kıvrılan kızı bir hamlede sırtına vurdu. Ağzı da urganla sıkı sıkıya bağlandığından Bekir’e bir zarar veremiyor ancak boyne hareket ederek kendini kurtarmaya çalışıyordu. Tam odadan çıkacakken paşa kahyasına seslendi: “Kahya! Senin imamlığın vardır, nikah kıyabilir misin?”
            Paşa böyle deyince Bekir bir an duraksayıp gerisingeri döndü: “Ne nikahi more?”
            “Bekir bana bir iyilik daha yapacaksın. Bu iyilik senin de menfaatinedir. Kızımla nikahlayacağız seni şahitlerin huzurunda, belge akdedeceğiz.”
            “Ben neçın nikahıma alayim kızi? Duvara gömmeyecek miyız?”
            “Biraz karışık bir mesele. Bu köşk ve arazisi kızımın üzerine, anneannesi daha doğduğu vakit ona hediye etmişti, vefat etmeden bir yıl önce. Ben paşalığa sonradan yükseldim, malım mülküm belli. Kızım ortadan kaybolursa, öz kızına kıyıp evi üstüne geçirdi diye laf çıkarır, kuyumu kazarlar. Ki olacak olan bu kız kaybolacak, buradan uzaklaşmaları için bize bir nikah lazım. Kızım nikâha razı gelmedi kaçtı, nereye gitti bilmiyoruz, şerefimizi iki paralık etti diyeceğiz. Sen de damadım olarak burada yaşamını sürdüreceksin.”
            “Bana nasıl bu ka itimat edersın paşa hazretlerı?”
            “Evvela hovarda adamsın. Cebine parayı koydukça öteye göz koymazsın.”
            “Doğru dedın.”
            “İkincisi… Bana şayiaların önüne geçecek bir yabancı lazım. Aile dışından biri. Uşak falan da olmaz millet daha beter kuşkulanır niye aile içinde kızını uşağına verdi diye, laf çıkar. Evi üzerine mi geçirecek diye.”
            “E ben da bekçinim?”
            “Artık değilsin. Baş kabadayım yaptım seni. Paran da benden, kendi çetemizi kurar takılırız. Namın yürür. Bak bana paşalık lazım, sana kabadayılık… Ama her şey kızımla nikâh etmene ve bedenini mahzene taşımana bağlı…”

(2010’lar…)
            Vedat, Kenan’la Pelin’e aniden dönüp: “Gelin içeri bakın bi…” diyerek önden dazlak badigartla konuşa konuşa köşke girdi. Pelin de içeri girmeye hamle edeceği sırada Kenan tıpkı eski günlerindeki gibi kolundan tutup çekti. Ağzından jilet gibi çıktı: “Sen biraz gelsene şöyle…”
            Pelin sertçe çekti kolunu: “N’apıyorsun be?”
            “Ben yokken ne geçti lan aranızda?”
            “Sana hesap mı vericem? Sen kimsin? On iki ay önce bırakıp gittin şimdi gelmiş bana hesap mı soruyorsun?”
            “Soruma cevap ver, ne geçti Vedat’la aranızda?”
            “Çok umrunda olsa çekip gitmezdin!”
            “Kızım beni delirtme. Adam akıllı konuş.”
            Pelin’in bakışlarındaki öfke bir anda yerini hayal kırıklığına bırakmış gibiydi: “Oldu bir şeyler. Sen gitmiştin. Yalnızdım. Zaten senden dolayı kimse yanaşmıyordu.”
            “Sende gittin Vedat’ın altına girdin…”
            “Terbiyeni bozma lan ağzını topla! Hala hayvansın!”
            “Ya… Tamam kusuruma bakma. Sinirden bir an. Sonra ne oldu?”
            “Birlikte olduk. Ama bir seferlik bir şeydi. En azından öyleymiş o söyledi. O da bıraktı. Senin gibi.”
            Kenan’ın boyun damarları gözle görülür olmaya başlamıştı, sinirden yumruklarını sıkıyordu: “Ben gidip o pezevengi yatırır doğramaz mıyım şimdi?”
            “Beni bırakıp gittiğinde ben ne olacağım dedim ne bileyim dedin gittin. Şimdi mi umrundayım?”
            “O başka mevzu kızım. İnsan arkadaşının eski manitasıyla nasıl yatar ulan?”
            “Kenan abartma bir seferlik bir şeydi…”
            Kenan bir anda kemerine sıkıştırdığı sustalı çakıyı çıkardı: “Ama ben o ibneyi defalarca deşecem!”
            “Lan manyak mısın hapislerde çürüyeceksin, bir aklını başına topla!”
            “Fark etmez bana kızım. Askerden geldim ben, içeriden yeni çıkmış say. Tıpış tıpış girerim cezaevine. Bana içerisi de bir dışarısı da. Dışarıda bir bok yokmuş zaten onu içeri girince anladım.”
            “Bu kadar delikanlıydın askere giderken niye bıraktın beni lan?”
            “Korkmuştum. Söyleyemedim. Korktum harbiden. Aileden, sorumluluktan. Benim gibi adamdan nasıl baba olur. Ben doğru dürüst aile hayatı yaşamadım, ya sokakta ya izbede işte mahallede. Ben de babam gibi olurum sandım.”
            “Ama şimdi cinayetten korkmuyorsun…”
            “Korkunun ecele faydası yok!”
            “Çakma Polat laflarına sıçayım…”
            “O sahte ben harbiciyim. Göreceksin şimdi!”
            Kenan bıçağı açıp köşke doğru hamle ettiği esnada Pelin, Kenan’ı bıçağı tutan elinin bileğinden yakaladı. Kenan’ın pazısından daha tesirliydi. Kenan duraksayınca Pelin boğazından hırıltılı bir ses geldi: “Ben artık yaşamak istiyorum…” Dönüp Pelin’in yüzüne bakan Kenan adeta çarpılmış gibiydi, kızın gözlerinden yaşlar akıyor siyah makyaj boyalarına karışıp yanağına doğru süzülüyordu. O an aklına ne nam, ne namus ne de intikam kaldı. Daha farklı bir histi…
            O esnada köşkün içinden Kenan’ın: “N’OLUYOR LAN BURDA!” diye bağırdığını işittiler…
DEVAM EDECEK
            Mehmet Berk Yaltırık

29 Mayıs 2016 – Edirne

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder