(1890’lar…)
Bekir, paşanın suratına şaşkın
şaşkın bakıyordu. Paşa bir kere daha gürledi: “Ahraz mı oldun! Mahzene
taşıyacağız. Urganla sıkı sıkıya bağladım güç bela.”
Bekir güçlükle toparlayabildi
kendini. Suratına bakmaya korktuğu o şeyi bir de aşağıya mı taşıyacaktı? Paşanın
kızgın bakışlarından daha ziyade ürpererek aklına gelen ilk şeyi sordu:
“Mahzende ne vardır more paşa hazretlerı?”
Paşa urganlarını koparmaya çalışan
kızının üzerinden doğrulup Bekir’in üzerine yürüdü: “Emri yerine getirmemek de
nereden çıktı?”
“Paşa hazretlerı ben demem sana
yapmam. Emret yapayim. Emret dahi cinayet işleyım. Lakin de bana maksadın
nedır?”
Paşa, sinirleri harap olmuş bir
şekilde gülmeye başladı. Kafasını iki yana sallayarak kızını gösterdi: “Demek
istiyorsun ki neden öldürüp kurtulmuyoruz…” Yüzü bir anda ciddileşti: “O benim
en kıymetli varlığım. Ölmesine müsaade edemiyorum. Ne olduğunu bildiğim halde…
Onu hapsedeceğim. Duvar arkasına. Bir babanın son isteği olarak telakki et…”
Bekir’e bu sözler hayli dokunmuştu
ancak paşanın kızından hala çekiniyordu. Paşa alaylı bir ifadeyle bakıp
söylendi: “Arnavutun korkağını da ilk defa görüyorum zannederim!” Bu söz
Bekir’i tüm korkusuna rağmen harekete geçirdi. Aklına gelen bir nice duayı
okuya mırıldana sıkı sıkıya bağlandığı halde olduğu yerde yılan gibi kıvrılan
kızı bir hamlede sırtına vurdu. Ağzı da urganla sıkı sıkıya bağlandığından
Bekir’e bir zarar veremiyor ancak boyne hareket ederek kendini kurtarmaya
çalışıyordu. Tam odadan çıkacakken paşa kahyasına seslendi: “Kahya! Senin
imamlığın vardır, nikah kıyabilir misin?”
Paşa
böyle deyince Bekir bir an duraksayıp gerisingeri döndü: “Ne nikahi more?”
“Bekir bana bir iyilik daha yapacaksın.
Bu iyilik senin de menfaatinedir. Kızımla nikahlayacağız seni şahitlerin
huzurunda, belge akdedeceğiz.”
“Ben neçın nikahıma alayim kızi?
Duvara gömmeyecek miyız?”
“Biraz karışık bir mesele. Bu köşk
ve arazisi kızımın üzerine, anneannesi daha doğduğu vakit ona hediye etmişti,
vefat etmeden bir yıl önce. Ben paşalığa sonradan yükseldim, malım mülküm
belli. Kızım ortadan kaybolursa, öz kızına kıyıp evi üstüne geçirdi diye laf
çıkarır, kuyumu kazarlar. Ki olacak olan bu kız kaybolacak, buradan uzaklaşmaları
için bize bir nikah lazım. Kızım nikâha razı gelmedi kaçtı, nereye gitti
bilmiyoruz, şerefimizi iki paralık etti diyeceğiz. Sen de damadım olarak burada
yaşamını sürdüreceksin.”
“Bana nasıl bu ka itimat edersın
paşa hazretlerı?”
“Evvela hovarda adamsın. Cebine
parayı koydukça öteye göz koymazsın.”
“Doğru dedın.”
“İkincisi… Bana şayiaların önüne
geçecek bir yabancı lazım. Aile dışından biri. Uşak falan da olmaz millet daha
beter kuşkulanır niye aile içinde kızını uşağına verdi diye, laf çıkar. Evi üzerine
mi geçirecek diye.”
“E ben da bekçinim?”
“Artık değilsin. Baş kabadayım
yaptım seni. Paran da benden, kendi çetemizi kurar takılırız. Namın yürür. Bak
bana paşalık lazım, sana kabadayılık… Ama her şey kızımla nikâh etmene ve
bedenini mahzene taşımana bağlı…”
(2010’lar…)
Vedat, Kenan’la Pelin’e aniden
dönüp: “Gelin içeri bakın bi…” diyerek önden dazlak badigartla konuşa konuşa
köşke girdi. Pelin de içeri girmeye hamle edeceği sırada Kenan tıpkı eski
günlerindeki gibi kolundan tutup çekti. Ağzından jilet gibi çıktı: “Sen biraz
gelsene şöyle…”
Pelin sertçe çekti kolunu:
“N’apıyorsun be?”
“Ben yokken ne geçti lan aranızda?”
“Sana hesap mı vericem? Sen kimsin?
On iki ay önce bırakıp gittin şimdi gelmiş bana hesap mı soruyorsun?”
“Soruma cevap ver, ne geçti Vedat’la
aranızda?”
“Çok umrunda olsa çekip gitmezdin!”
“Kızım beni delirtme. Adam akıllı
konuş.”
Pelin’in bakışlarındaki öfke bir
anda yerini hayal kırıklığına bırakmış gibiydi: “Oldu bir şeyler. Sen
gitmiştin. Yalnızdım. Zaten senden dolayı kimse yanaşmıyordu.”
“Sende gittin Vedat’ın altına
girdin…”
“Terbiyeni bozma lan ağzını topla!
Hala hayvansın!”
“Ya… Tamam kusuruma bakma. Sinirden
bir an. Sonra ne oldu?”
“Birlikte olduk. Ama bir seferlik
bir şeydi. En azından öyleymiş o söyledi. O da bıraktı. Senin gibi.”
Kenan’ın boyun damarları gözle
görülür olmaya başlamıştı, sinirden yumruklarını sıkıyordu: “Ben gidip o
pezevengi yatırır doğramaz mıyım şimdi?”
“Beni bırakıp gittiğinde ben ne
olacağım dedim ne bileyim dedin gittin. Şimdi mi umrundayım?”
“O başka mevzu kızım. İnsan
arkadaşının eski manitasıyla nasıl yatar ulan?”
“Kenan abartma bir seferlik bir
şeydi…”
Kenan bir anda kemerine sıkıştırdığı
sustalı çakıyı çıkardı: “Ama ben o ibneyi defalarca deşecem!”
“Lan manyak mısın hapislerde çürüyeceksin,
bir aklını başına topla!”
“Fark etmez bana kızım. Askerden
geldim ben, içeriden yeni çıkmış say. Tıpış tıpış girerim cezaevine. Bana
içerisi de bir dışarısı da. Dışarıda bir bok yokmuş zaten onu içeri girince
anladım.”
“Bu kadar delikanlıydın askere
giderken niye bıraktın beni lan?”
“Korkmuştum. Söyleyemedim. Korktum
harbiden. Aileden, sorumluluktan. Benim gibi adamdan nasıl baba olur. Ben doğru
dürüst aile hayatı yaşamadım, ya sokakta ya izbede işte mahallede. Ben de babam
gibi olurum sandım.”
“Ama şimdi cinayetten korkmuyorsun…”
“Korkunun ecele faydası yok!”
“Çakma Polat laflarına sıçayım…”
“O sahte ben harbiciyim. Göreceksin
şimdi!”
Kenan bıçağı açıp köşke doğru hamle
ettiği esnada Pelin, Kenan’ı bıçağı tutan elinin bileğinden yakaladı. Kenan’ın
pazısından daha tesirliydi. Kenan duraksayınca Pelin boğazından hırıltılı bir
ses geldi: “Ben artık yaşamak istiyorum…” Dönüp Pelin’in yüzüne bakan Kenan
adeta çarpılmış gibiydi, kızın gözlerinden yaşlar akıyor siyah makyaj
boyalarına karışıp yanağına doğru süzülüyordu. O an aklına ne nam, ne namus ne
de intikam kaldı. Daha farklı bir histi…
O esnada köşkün içinden Kenan’ın:
“N’OLUYOR LAN BURDA!” diye bağırdığını işittiler…
DEVAM EDECEK
Mehmet Berk Yaltırık
29
Mayıs 2016 – Edirne
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder