(1890’lar…)
Bekir, paşanın bu teklifini hiç
düşünmeden kabul etti. Paşa damadı bir kabadayı olarak Beyoğlu’nu nasıl kasıp
kavuracağını hayal etti. Fakat her şeyden önce sırtında debelenmekte olan öte âlemlere
karışmış paşa kızının varlığından duyduğu korkuyu bastırmalıydı. Kızı usulca
yere bırakıp bir yandan da hareketlerini zapt etmeye çalıştı.
Paşa’nın emriyle köşk ahalisinden şahitler
toplandı. Uşaklar pencerelerden sızan rüzgârda alevleri salınan kandillerle
odaya geldikleri esnada dışarıda gök gürültüleri işitilmeye başlamıştı. Bekir
dışarıda kararmış bulutlar pek dikkatini çekmemişken birden patlayan fırtınaya
bir anlam veremedi. Akabinde hemen aklına hortlaklaşmış paşa kızının malik
olabileceği tabiatüstü hadiseler geldi. İhtiyar ninesi hep anlatmamış mıydı
kara bulutları fırtınaları çekip sürüyen lügatların, kukuthilerin hikâyelerini?
Paşa’nın ihtiyar kâhyasının
imamlığında oracıkta ecinnilerin hükmündeki paşa kızıyla Bekir’in nikâhı
kıyıldı. Ardından paşa Bekir’in verasetiyle alakalı ne iktiza ediyorsa oracıkta
imzalayıp mühürledi. “Artık damadımsın.
Şimdi onu mahzene indirebiliriz…”
“Daha da fenalaşır more paşa
hazretlerı. Peymanzer, kilerde var midır sarımsak? Getiresın demet demet
saralım etrafına, durulmaz bu başka türlü…”
Bekir bunu son anda hatırlamıştı.
Peymanzer hemen kilere koşturup ne kadar sarımsak varsa topladı. Daha odaya
yaklaşır yaklaşmaz sarımsaklar tesirini göstermişti. Paşa kızı urganlarını bir
boğaymışçasına gerip olduğu yerde yılan gibi kıvrılıyor, korkunç çığlıklarıyla köşkü
inletiyordu. Oradakiler dışarıdan gelen gök gürültüleri ve yıldırımların
şavkımasında hayli dehşetli bir sahneye tanıklık etmektelerdi.
Paşa kızını zor bela zapt ederek
sarımsakları urganların üzerine bağlamaya başladılar. Paşa kızı görece
dinginleşip durulunca Bekir yeniden kızı sırtına vurdu. Paşa ile kâhyanın
ardına takılıp ahşap merdivenlerden mahzene indi. Merdiven gıcırtılarıyla gök
gürültülerinden başka herhangi bir ses duyulmuyordu. Küf kokulu ve hayli tozlu
mahzene indikten sonra mahzenin kömürlükten hallice bir bölmenin önüne
geldiler. Bekir paşa kızını bölmeye boylu boyunca uzattı. Paşa’nın önceden
hazırlattığı harcı hizmetkârlarla birlikte karıp duvarı örmeye başladılar, Paşa
gözlerinde yaşlarla onların hummalı çalışmasını seyrediyordu. Son taşı da en
tepeye yerleştirip yegâne deliği kapattılar. Fırtına çoktan dinmiş, mahzenin
ufak pencerelerinden inceden havanın aydınlanmaya yüz tuttuğu ayan olmuştu.
Bekir, Paşa’ya döndü: “Çift kat ördük paşa hazretlerı. Urganlar
bir gün çürür, sarımsaklar toz olur ama istediği kadar bağırsın, tırmalasın
yıkamaz bu duvari. Dualarla ördük taşlarıni!”
Paşa: “Ben ölünceye kadar bu sır aramızda kalacak. Ben öldükten sonra duvarı
kırdırıp kızımı öldürebilirsiniz… Bu sır asla buradan dışarıya çıkmayacak!”
(2010’lar…)
Vedat’ın bağırması üzerine Kenan
merakına yenik düşüp, Pelin’e: “Senle
sonra konuşucaz!” diyerek köşke doğru koşturdu. Bu sefer Pelin arkasından
bağırmaya başlamıştı: “Ne konuşucaz ulan? Ne kaldı konuşacak?” Kenan köşke
gireceği esnada bu sefer Pelin koşturup koluna yapıştı Kenan’ın. Kenan şaşkın
şaşkın yüzüne bakarken imkân bulsa bir kaşık suda boğacak gibiydi: “Ben senin
istediğin zaman hesap soracağın, kafana estiğinde de çekip gideceğin biri
değilim artık!”
Kenan kolunu sertçe çekti: “Kavganın
sırası mı kızım? Adam niye bağırdı ona bakacağım!”
Pelin’in suratında manalı bir
ifadesizlik hasıl oldu: “Peki, bak. Ben Vedat’ın odasına çıkıyorum dinleneceğim
biraz…” diyerek bir hışımla merdivenlere doğru yürüyüp topuklarını vura vura
yukarıya çıkmaya başladı.
Kenan sesindeki tınıdan tiksinmişti,
hırsından saldırabilirdi ama kendisini sinir etmek için kasten yaptığını kendi
kendine telkin ederek sakinleşti. Kel badigardla Vedat’ın tartışma seslerini
dinleye dinleye onların olduğu yere doğru ilerledi.
Taş merdivenlerden mahzene indiği
esnada küf kokusunun genzini doldurmasıyla yüzünü ekşitti. Tavandan sarkan
tozlara, sağda solda yığılmış üstü neredeyse toprakla kaplı üstü örtülü eski eşyalara
bakına bakına ilerledi. Vedat’la kel badigardı bir duvarın önünde tartışırken
gördü:
“Oğlum buradan gelen ses neydi?
Tadilatta temizlikte hiç mi bakmadınız lan?”
“Abi sana ses geliyor deyince
kızıyordun ne yapalım?”
“Ulan kauçuk insan gibi çağır burayı
göster o zaman. Gelip kontrol etmesem, millet gelip gitmeye başlayınca sesten
rahatsız olsa batıracaksınız beni demek?”
Kenan: “Sesiniz ta yukarıya geliyor,
ne oldu?”
Vedat: “Duvardan hakikaten ses
geliyor ama boru sesi falan değil. Bildiğin çığlık sesi.”
“Kedi sıkışmıştır o zaman.”
“Tamam da nereden girecek?”
“Kedi aga bu, pencereden falan
girmiştir. Hem burada duvar olması saçma, diğer bölmeler açık burası sonradan
kapatılmış gibi. Ardında cam falan olan bir bölme var demek ki?”
“Manyak mı lan bunlar niye
kapatsınlar duvarı?”
“Ben nereden bileyim senin dedenden
kalmış, git ona sor!”
Badigard: “Abi günah olmasın da bu
kendi kendine ölür bence içeride…”
Vedat hızla dönüp kel badigartın
karnına yumruk attı. Tadilatçılardan kalma büyükçe bir balyozu gösterip
tükürükler saçarak haykırdı: “Senin bok yemen lan! Ben kedi medi istemiyorum.
Yık duvarı çıkar hayvanı! Hadi lan!”
Kenan’ın şaşkın, Vedat’ın öfkeli
bakışları altında kel badigard tadilattan kalan araç gerecin durduğu köşeye
koşturdu. Kenan tepedeki ışıkları gösterdi: “Tesisatı siz mi döşediniz?”
Vedat gergince kafasını salladı:
“Komple. Elektriği de biz çektik. Burada uzun süre oturan olmamış, oturan da
elektrik çektirmemiş niyeyse.”
Badigard elinde balyozla koşturup
duvarın yan tarafına geçti. Besmele çekip ilk darbeyi duvara indirdi. Darbenin
sertliğinden duvarda bir çatlak oluşturmayı başarsa da pek etkilenmemiş
gibiydi. Vedat’a seslendi: “Abi çift kat örmüşler galiba?”
Kenan bağırdı: “Sıçarım katına
kutuna lan! Yık çabuk çıkar hayvanı! Gözüm üstünde!”
Kel badigard bir kere daha bu sefer
patronuna karşı beslediği öfkeyle savurdu. Duvarda ilk delik açıldıktan sonra ağrıyan
kollarına rağmen birkaç darbe daha indirdi. Neredeyse bir insanın sığabileceği
genişlikte bir delik açılmıştı. Tam bir lahza soluklanıp balyozu tekrar
kaldıracağı esnada dışarıda bir yerlere aniden yıldırım düştü. Köşkün duvarları
yıldırımın tesiriyle zangırdarken bir anda ortalık zifiri karanlığa gömüldü.
Üçü cep telefonlarını çıkarıp
ışıklarını açtılar.
Vedat: “Ulan dışarıda bulut falan da
yoktu ne ara geldi bu yıldırım?”
Kenan: “Sigortalar attı. Barın
elektrik tesisatına ben bakardım yine bir kurcalayım?”
Badigart: “Gidip açayım mı abi?”
Vedat: “Sen buradan bir yere ayrılma
lan! Kenan sigortaların yerini bilmiyor gidip göstereyim, sen burada kalıp o
kediyi çıkar. Hadi!”
Kenan’la Vedat’ın elindeki
telefonların ışıkları hızlı adımlarla mahzenin taş merdivenlerinin olduğu yerde
gözden yiterken kel badigard kendi kendine küfürler ederek telefonunu ışığı
yanar vaziyetteyken ufak pencerelerden birinin önüne bıraktı. Sırtını karanlığa
vererek balyozu kaldırmak üzere tekrar kavradı ama bir şey kaldırmasına neden
oldu. Korkudan ayaklarının uyuştuğunu, sol koluna neredeyse inme indiğini fark
etti. Yürümek istiyordu ama yürüyemiyordu. Bağırmak istediğinde boğazından
sadece zayıf bir soluk sesi çıktı, boğazı kurumuştu.
Örümcek misali bembeyaz ince
parmaklı iki elin deliğin içinden uzandığını ve kedi gözü gibi iki parlak gözün
kendisine baktığını görmüştü…
DEVAM EDECEK
Mehmet Berk Yaltırık
27 Haziran
2016 – Edirne
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder