23 Ağustos 2017 Çarşamba

Tepedeki Bar-6. Kısım

(1890’lar…)
            Bekir, paşanın bu teklifini hiç düşünmeden kabul etti. Paşa damadı bir kabadayı olarak Beyoğlu’nu nasıl kasıp kavuracağını hayal etti. Fakat her şeyden önce sırtında debelenmekte olan öte âlemlere karışmış paşa kızının varlığından duyduğu korkuyu bastırmalıydı. Kızı usulca yere bırakıp bir yandan da hareketlerini zapt etmeye çalıştı.
            Paşa’nın emriyle köşk ahalisinden şahitler toplandı. Uşaklar pencerelerden sızan rüzgârda alevleri salınan kandillerle odaya geldikleri esnada dışarıda gök gürültüleri işitilmeye başlamıştı. Bekir dışarıda kararmış bulutlar pek dikkatini çekmemişken birden patlayan fırtınaya bir anlam veremedi. Akabinde hemen aklına hortlaklaşmış paşa kızının malik olabileceği tabiatüstü hadiseler geldi. İhtiyar ninesi hep anlatmamış mıydı kara bulutları fırtınaları çekip sürüyen lügatların, kukuthilerin hikâyelerini?
            Paşa’nın ihtiyar kâhyasının imamlığında oracıkta ecinnilerin hükmündeki paşa kızıyla Bekir’in nikâhı kıyıldı. Ardından paşa Bekir’in verasetiyle alakalı ne iktiza ediyorsa oracıkta imzalayıp mühürledi. “Artık damadımsın. Şimdi onu mahzene indirebiliriz…”
            “Daha da fenalaşır more paşa hazretlerı. Peymanzer, kilerde var midır sarımsak? Getiresın demet demet saralım etrafına, durulmaz bu başka türlü…”
            Bekir bunu son anda hatırlamıştı. Peymanzer hemen kilere koşturup ne kadar sarımsak varsa topladı. Daha odaya yaklaşır yaklaşmaz sarımsaklar tesirini göstermişti. Paşa kızı urganlarını bir boğaymışçasına gerip olduğu yerde yılan gibi kıvrılıyor, korkunç çığlıklarıyla köşkü inletiyordu. Oradakiler dışarıdan gelen gök gürültüleri ve yıldırımların şavkımasında hayli dehşetli bir sahneye tanıklık etmektelerdi.
            Paşa kızını zor bela zapt ederek sarımsakları urganların üzerine bağlamaya başladılar. Paşa kızı görece dinginleşip durulunca Bekir yeniden kızı sırtına vurdu. Paşa ile kâhyanın ardına takılıp ahşap merdivenlerden mahzene indi. Merdiven gıcırtılarıyla gök gürültülerinden başka herhangi bir ses duyulmuyordu. Küf kokulu ve hayli tozlu mahzene indikten sonra mahzenin kömürlükten hallice bir bölmenin önüne geldiler. Bekir paşa kızını bölmeye boylu boyunca uzattı. Paşa’nın önceden hazırlattığı harcı hizmetkârlarla birlikte karıp duvarı örmeye başladılar, Paşa gözlerinde yaşlarla onların hummalı çalışmasını seyrediyordu. Son taşı da en tepeye yerleştirip yegâne deliği kapattılar. Fırtına çoktan dinmiş, mahzenin ufak pencerelerinden inceden havanın aydınlanmaya yüz tuttuğu ayan olmuştu.
            Bekir, Paşa’ya döndü: “Çift kat ördük paşa hazretlerı. Urganlar bir gün çürür, sarımsaklar toz olur ama istediği kadar bağırsın, tırmalasın yıkamaz bu duvari. Dualarla ördük taşlarıni!”
            Paşa: “Ben ölünceye kadar bu sır aramızda kalacak. Ben öldükten sonra duvarı kırdırıp kızımı öldürebilirsiniz… Bu sır asla buradan dışarıya çıkmayacak!”

 (2010’lar…)
            Vedat’ın bağırması üzerine Kenan merakına yenik düşüp, Pelin’e: “Senle sonra konuşucaz!” diyerek köşke doğru koşturdu. Bu sefer Pelin arkasından bağırmaya başlamıştı: “Ne konuşucaz ulan? Ne kaldı konuşacak?” Kenan köşke gireceği esnada bu sefer Pelin koşturup koluna yapıştı Kenan’ın. Kenan şaşkın şaşkın yüzüne bakarken imkân bulsa bir kaşık suda boğacak gibiydi: “Ben senin istediğin zaman hesap soracağın, kafana estiğinde de çekip gideceğin biri değilim artık!”
            Kenan kolunu sertçe çekti: “Kavganın sırası mı kızım? Adam niye bağırdı ona bakacağım!”
            Pelin’in suratında manalı bir ifadesizlik hasıl oldu: “Peki, bak. Ben Vedat’ın odasına çıkıyorum dinleneceğim biraz…” diyerek bir hışımla merdivenlere doğru yürüyüp topuklarını vura vura yukarıya çıkmaya başladı.
            Kenan sesindeki tınıdan tiksinmişti, hırsından saldırabilirdi ama kendisini sinir etmek için kasten yaptığını kendi kendine telkin ederek sakinleşti. Kel badigardla Vedat’ın tartışma seslerini dinleye dinleye onların olduğu yere doğru ilerledi.
            Taş merdivenlerden mahzene indiği esnada küf kokusunun genzini doldurmasıyla yüzünü ekşitti. Tavandan sarkan tozlara, sağda solda yığılmış üstü neredeyse toprakla kaplı üstü örtülü eski eşyalara bakına bakına ilerledi. Vedat’la kel badigardı bir duvarın önünde tartışırken gördü:
            “Oğlum buradan gelen ses neydi? Tadilatta temizlikte hiç mi bakmadınız lan?”
            “Abi sana ses geliyor deyince kızıyordun ne yapalım?”
            “Ulan kauçuk insan gibi çağır burayı göster o zaman. Gelip kontrol etmesem, millet gelip gitmeye başlayınca sesten rahatsız olsa batıracaksınız beni demek?”
            Kenan: “Sesiniz ta yukarıya geliyor, ne oldu?”
            Vedat: “Duvardan hakikaten ses geliyor ama boru sesi falan değil. Bildiğin çığlık sesi.”
            “Kedi sıkışmıştır o zaman.”
            “Tamam da nereden girecek?”
            “Kedi aga bu, pencereden falan girmiştir. Hem burada duvar olması saçma, diğer bölmeler açık burası sonradan kapatılmış gibi. Ardında cam falan olan bir bölme var demek ki?”
            “Manyak mı lan bunlar niye kapatsınlar duvarı?”
            “Ben nereden bileyim senin dedenden kalmış, git ona sor!”
            Badigard: “Abi günah olmasın da bu kendi kendine ölür bence içeride…”
            Vedat hızla dönüp kel badigartın karnına yumruk attı. Tadilatçılardan kalma büyükçe bir balyozu gösterip tükürükler saçarak haykırdı: “Senin bok yemen lan! Ben kedi medi istemiyorum. Yık duvarı çıkar hayvanı! Hadi lan!”
            Kenan’ın şaşkın, Vedat’ın öfkeli bakışları altında kel badigard tadilattan kalan araç gerecin durduğu köşeye koşturdu. Kenan tepedeki ışıkları gösterdi: “Tesisatı siz mi döşediniz?”
            Vedat gergince kafasını salladı: “Komple. Elektriği de biz çektik. Burada uzun süre oturan olmamış, oturan da elektrik çektirmemiş niyeyse.”
            Badigard elinde balyozla koşturup duvarın yan tarafına geçti. Besmele çekip ilk darbeyi duvara indirdi. Darbenin sertliğinden duvarda bir çatlak oluşturmayı başarsa da pek etkilenmemiş gibiydi. Vedat’a seslendi: “Abi çift kat örmüşler galiba?”
            Kenan bağırdı: “Sıçarım katına kutuna lan! Yık çabuk çıkar hayvanı! Gözüm üstünde!”
            Kel badigard bir kere daha bu sefer patronuna karşı beslediği öfkeyle savurdu. Duvarda ilk delik açıldıktan sonra ağrıyan kollarına rağmen birkaç darbe daha indirdi. Neredeyse bir insanın sığabileceği genişlikte bir delik açılmıştı. Tam bir lahza soluklanıp balyozu tekrar kaldıracağı esnada dışarıda bir yerlere aniden yıldırım düştü. Köşkün duvarları yıldırımın tesiriyle zangırdarken bir anda ortalık zifiri karanlığa gömüldü.
            Üçü cep telefonlarını çıkarıp ışıklarını açtılar.
            Vedat: “Ulan dışarıda bulut falan da yoktu ne ara geldi bu yıldırım?”
            Kenan: “Sigortalar attı. Barın elektrik tesisatına ben bakardım yine bir kurcalayım?”
            Badigart: “Gidip açayım mı abi?”
            Vedat: “Sen buradan bir yere ayrılma lan! Kenan sigortaların yerini bilmiyor gidip göstereyim, sen burada kalıp o kediyi çıkar. Hadi!”
            Kenan’la Vedat’ın elindeki telefonların ışıkları hızlı adımlarla mahzenin taş merdivenlerinin olduğu yerde gözden yiterken kel badigard kendi kendine küfürler ederek telefonunu ışığı yanar vaziyetteyken ufak pencerelerden birinin önüne bıraktı. Sırtını karanlığa vererek balyozu kaldırmak üzere tekrar kavradı ama bir şey kaldırmasına neden oldu. Korkudan ayaklarının uyuştuğunu, sol koluna neredeyse inme indiğini fark etti. Yürümek istiyordu ama yürüyemiyordu. Bağırmak istediğinde boğazından sadece zayıf bir soluk sesi çıktı, boğazı kurumuştu.
            Örümcek misali bembeyaz ince parmaklı iki elin deliğin içinden uzandığını ve kedi gözü gibi iki parlak gözün kendisine baktığını görmüştü…
DEVAM EDECEK
            Mehmet Berk Yaltırık

27 Haziran 2016 – Edirne

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder