23 Ağustos 2017 Çarşamba

Tepedeki Bar-8. Kısım

(2010’lar)
            Kadın suretindeki dehşet kollarını kel badigarttan çektiğinde adamın çuval misali yere yığıldığını gördü Vedat. Badigartın yüzündeki korku ve şaşkınlık ifadesi kadından daha ürkütücüydü. Bir anlığına badigartın ayağa kalkacağını zannetti ancak adamın kıpırtısızlığı karşısında boğazı kurudu. Karşısındaki kadına benzeyen şey parıltılı gözlerini gözlerine dikmişti. Çarpık sivri dişleri Vedat’ın telefonunun ışığında ayan beyan görülüyordu.
            Telefonu tutan elinin titremesine engel olamayan Vedat, içinden türlü çeşit duaları hatırlamaya çalışarak ağır adımlarla gerilemeye başladı. Karşısındaki varlık ses çıkarmadan kendisini seyrediyordu. Kafasını hafif hafif kıpırdatarak Vedat’ın üzerine yürümeye başladı. Aklına dua gelmediğinden sadece besmele çekerek gerileyen Vedat, bir eliyle de arkasını yokluyordu düşmemek veya sütunlara çarpmamak için. Gözlerini o korkunç şeyden ayırmaya cesaret edemiyordu. Sanki bunu yaparsa karanlıklar içerisinde kaybolup ummadığı yerden saldıracaktı.
            Vedat taş merdivenlere ulaştığı esnada kadına benzeyen varlığın yüzünün sanki kızmış gibi kaşlarını çattığını, suratını öfkeyle çarpıttığını fark etti. Kadının boğazından yeryüzünde dolaşırken asla işitmediği türden bir ses yükseldi. Ulumaya dönüşen korkunç bir böğürtüydü bu. Duvarların içinden yükselen o acayip sese benziyordu. Vedat insanı dehşete düşüren o ürkünç ayrıntıyı fark ettiğinde çoktan kapıya ulaşmıştı. Bodrumun kapısını çarpıp kapatmadan önce kadının bu sefer krize tutulmuş birinin çığlığına benzer bir ses çıkarak üzerine atıldığını gördü. Kapıyı örttüğü esnada o şeyin ahşaba çarptığını ve kapıyı zorladığını hissetti. Ürkünç varlığın fiziki temasını bu şekilde bile olsa hissettiğinden ayakları inceden titremeye başlamıştı. İçerideki böğürtü kesilmişti ancak kapı sanki arkasında göze görünmez esrarlı bir güç varmışçasına her bir ucundan itiliyor gibiydi.
            Kapı kolunun hayaletli ev hikâyelerindeki gibi sürekli hareket ettiği ve durmadan zorlanan kapının ardından ağlamaklı bir kadın sesi duydu Vedat: “Lütfen… Lütfen açın! Yalvarırım! Korkuyorum!” Ses normal geliyordu ama çıkaran şeyin ne olduğunu tahmin ettiğinden kıpırdayamıyordu. Kadın kapı kolunu oynatmayı sürdürüyor, histerik bir şekilde kapıyı zorlamaya devam ediyordu. Vedat ses vermeyince kadının sesi bu sefer öfkeyle yükseldi: “Oradasın! Biliyorum, oradasın! Kokunu alıyorum! Aç kapıyı! Aç! Aç!”  Vedat kapının anahtarını konağın duvarlarında çınlayan bir şangırtıyla yere düşürünce kadının yine o tuhaf böğürtüyle ancak insan gibi konuştuğunu işitti: “Buranın türlü yerlerini bilirim! Ben de başka yerden çıkarım! Geliyorum! Geliyorum!”
            Kapı şiddetle sarsılmaya başlayınca Vedat korkudan ayaklarını hissedemez olmuştu. Sinirlerine güç bela hâkim olmaya çalışarak merdivenlerden yukarıya tırmanmaya koyuldu. Ayakları balçığa batmış gibiydi, korkusundan zar zor yürüyordu. Kapının zorlanması bitince bir an duraksayıp tırabzanlardan aşağıya baktı. Konak ürkütücü bir sessizliğe bürünmüştü. Ancak duvarların içerisinden yükselen ve derinden gelen bir çığlık sesi işitince neredeyse kalbi sıkıştı. O şey başka bir taraftan geliyordu.
            Merdivenleri tırmanırken duvarların içinden gelen fare tıkırtılarının da arttığını işitti Vedat. Onlar da kaçıyorlardı o şeyden. Sanki duvarların içinden sürünerek geliyordu. Üçüncü kata soluk soluğa ulaştığında Kenan’la Pelin’in şiddetli bir kavganın ortasında olduğunu gördü ve bu sahneye rağmen ilk kez rahatladı.
            “Kızım bak beni delirtme şurda birlikte iş yapıcaz neticede!”
            “Yine kendini düşünüyosun işte! Bencilsin!”
            Vedat artık takat kalmamış dizleriyle birkaç adım atıp odanın girişinde yere yığılınca kavgayı kesip ona doğru döndüler. Pelin oturduğu yerden fırlayıp Vedat’ın yanına koşturunca Kenan’ın içinde yine birkaç kıskançlık kurdu oynadı. Pelin, Vedat’ın koluna girip kaldırmaya çalışırken bir an dönüp Kenan’a çemkirdi: “Yardım etsene, ne dikiliyorsun orada öyle?” Kenan istemeye istemeye Vedat’ı koltuk altlarından tutarak odadaki tekli koltuklardan birine oturttu. Odanın camın dışından vuran ay ışığı aydınlığında betinin benzinin kireç gibi olduğunu fark ettiler. Dehşetten büyümüş gözleri ve hızla nefes alıp vermesi karşısında şaşkınlıkla karışık bir korku yaşadılar. Pelin hemen çantasına koşturup getirdiği kolonya şişesini Vedat’ın bileklerine ve suratına boca etti. “Vedat ne oldu? İyi misin Vedat?”
            Kenan bu sahneyi ölümüne kıskanarak Vedat’a dalga geçer gibi baktı. Ancak içten içe o da tedirgin olmuştu. Uzun süre sonra ilk defa Vedat’ı patron tavırlarından bu kadar uzak görmüştü. Esasında ilk defa korktuğunu görmüştü. Zira Vedat’ın bar badigartlığı işine girmesi tesadüfi değildi. Gençlik yıllarında karate salonlarından semt kavgalarına, bar önlerinde torbacılıktan mafya tetikçisinin kapısında topukçuluk yapmaya ömrü hep karanlıklarda geçmişti. Vedat’ı ilk defa karanlıktan bu denli korkarken görmüştü Kenan. Onun bu zayıf hali içindeki kıskançlığı körükledi. Alay etmek ve Pelin’in karşısında küçük düşürmek istedi.
            “Ne oldu lan betin benzin atmış?”
            “A… Aşa… Aşağıda… Aşağıda bi şey var oğlum.”
            “Bi şey ha? Çok enteresan!”
            Pelin gözlerini devirerek Kenan’a bakınca alay etmekten vazgeçti.
            “Ne gördün? Ne oldu?”
            “Oğlum aşağıda bi şey varmış.”
            “Sokucam şeyine ha!”
            “Ya duvarın ardında… Duvarın ardında bi şey varmış. O sesi çıkaran şey.”
            “Kedi?”
            “Ne kedisi lan! İnsana benziyor ama değil… Bizim kel badigartın yıktığı duvarın içinden çıktı…”
            “Haplandın mı lan manyak mısın?”
            “Lan ne hapı sövdürcen şimdi! Gözümle gördüm lan kapıyı zorladı. Kel badigartı öldürmüş, bizim de ağzımıza sıçacak. Duvarı açtıran aklıma sıçayım ben!”
            “Ne çıktı ki? Bana bak yatır felan mı? Eski konaklarda monaklarda olurmuş ya hep böyle dalgalar?”
            “O aşağıdaki yatırsa bütün mahalle benim üstümden geçsin. Değil lan değil. Üç harfli felan herhalde. Ağzı yamulmuş, çarpık dişli bir şey bağırıp duruyor.”
            “Dalga geçmiyorsun di mi lan?”
            “Sen benim şaka yaptığımı ne zaman gördün p.şt! Aşağıya kilitledim, kapıyı zorladı manyak! Buraya doğru geliyordur, görürsün!”
            “Delirdin mi lan? Kafanı kör karanlıkta bi yere mi vurdun? Nasıl gelecek kapıyı kilitlediysen?”
            “Duvarın içinden yürüyor kaltak sesini duydum.”
            “Duvarın içi?”
            “Aynen. Ses kablolarını falan geçirdiğimiz yer, eski sistem. Osmanlı zamanında da kendi elektrik altyapısını döşetmişler o dönemden.”
            O esnada kablolar bahsinin üzerine koridordaki birkaç ses kablosunun sanki birisi asılıp yere vururmuş gibi çıkardığı sesler üzerine her biri sessizleşti. Kablolar sanki yılanmışçasına kuyruklarını “Pat! Pat!” sesleriyle yere vuruyorlardı. Üçü birbirlerinden cesaret bularak telefon ışıklarını açıp koridora çıktılar. Ses sistemlerinin olduğu ve Vedat’ın dans pisti olarak dizayn ettirdiği ikinci kattan geliyordu. Vedat onlara yalvarır gibi bakıp: “Kaçalım! Burada durmayalım!” dedi. Ama Kenan yine içindeki kıskançlık kurtlarının kımıldanmasıyla Pelin’in önünde onu küçük düşürebilmek için zıttına gitti: “Ne kaçıcam lan. Çok istiyorsan sen kaç!”
            Kenan, arkasına bile bakmadan onların önünden hızla inerek ikinci kata indi. Pelin’le Vedat arkasından takip ediyordu. Kenan’ın rahatlığı kabloların çıkış yaptığı büyük deliği görene kadar sürdü. Duvar boşluğuna açılan delik genişlemiş, kireç parçaları etrafa saçılmıştı. Kabloların üzerinde kıpırdayan, delikten çıkmayan şeyi o anda fark etti. Korkunç varlık Kenan’ı fark edince boğazından yükselen ürkütücü bir böğürtüyle ona hamle yaptı. Delikten çıkmaya çalışırken parıltılı gözlerinin karanlığın içinde kendisine dikildiğini gördü. Can havliyle Vedat’a bağırdı:
            “Çek silahını vur şunu! Çek silahını!”
            Vedat elinin titremesine olduğu kadar engel olmaya çalışarak varlığını arkadaşının hatırlattığı silahını çıkardı. Elindeki telefonu Pelin’e uzattı. Pelin her iki elindeki telefon ışıklarını yaratığa doğru tuttu. Şarjörünü çekip iki eliyle yaratığa doğrulttu. Nişan alıp tetiğe basarken besmele çekti. Silah konağın duvarlarında yankılanan korkunç bir gürültüyle yaratığa isabet edince başından vurulan yaratığın kıpırtısız düştüğünü gördüler. Tam rahatladıkları esnada yaratık birden kafasını kaldırarak böğürmeye başladı. Vedat ile Pelin merdivenlerden inerek hızla birinci kata inmek üzere bir alttaki merdivenlere yöneldiler. Kenan da onların peşine takıldı.
            Birinci katta iki kapılı bir odaya kendilerini zor atarak kapıları kilitlediler. Pelin korkuyordu: “Ne yapıcaz ya?” Her biri telefonlarına bakıp çekip çekmediklerini kontrol ettiler. Vedat telefonu tuşlamaya başladı: “Polisi arıyorum.”
            Kenan sinirle karşılık verdi: “Ne diycen? Abi duvarı yıktık, içinden bi şey çıktı bize saldırıyo mu diycen? Ondan sonra narkotiği göndersinler koduğumun keşleri diye?”
            “Ne yapıcaz lan başka?”
            “Semtten çocukları arayalım gelsinler.”
            “Onlara ne diycez?”
            “Kavga var deriz.”
            “Neyle gelcekler lan buraya koşarak mı? Mevcut tek Beyaz Şahin’e doluşarak mı? Öyle olsa kavga var diye polisi çağırırız baştan.”
            Tam o esnada Vedat’ın telefonu çalmaya başladı. Ekranda görünen “Patron” yazısı yanıp sönüyordu. Üçünün de kanı çekildi. Vedat: “Şimdi tam sıçtık. Patron arıyor. Tam arayacak zamanı buldu.”
            “Daha iyi oğlum aç işte. Mekanı bastılar de gelsin kurtarsın bizi.”
            Vedat telefonu korkarak açtı: “Evet abi. Evet. Evet. Biz de mekândaydık zaten. Hı hı. Tepedeki bar aynen. Misafirler mi? Abi yalnız şöyle bir pürüz çıktı. Burayı bastılar. Kel badigartı indirmişler. Biz iyiyiz. Sen ne zaman gelirsin abi? Tamamdır. Boş gelmeyin abi çok sakat burası. Estağfurullah abi.” Telefonu kapatınca Kenan sordu: “Ne diyo?”
            “Ya Allah’ın şanslı kullarıyız ya da Allah belamızı verdi. Patron buraya geliyormuş tam. Misafirlerine mekânı gösterecekmiş. Ben de bastılar diye yalan söyledim.”
            “Ne dedi?”
            “Ağzıma sı.tı. ‘Ulan hergeleler iki elinizle bir s.ki doğrultamazsınız zaten. Kim basabilir lan Arnavut’un mekânını!’ dedi. Bizi sordu. Geliyormuş hemen. Dışarıda bekleyelim, yakınmış. Boş gelmeyin dedim küfür etti.”
            “Yılların Arnavut’u lan bu boş gezer mi? Anasına söv daha iyi.”
            “Ne bileyim ulan korkudan ne dediğimin farkında mıyım? Bu işte başımıza bir bela geleceği belliydi ama. Çok ah aldık. Bu ev aslında patronun. Ama vergi bokuna falan heralde evi benim üstüme yaptırdı. Kaç adamı tehdit ettim sırf şu iş olsun diye. Topukçulukta tahsilatçılıkta ben bu kadar adam tehdit etmedim. Tapudaki memurlardan birini bile çocuğuyla karısıyla tehdit ettim. Bu pislik bir işti Allah belamızı verdi.”
            İçinde bulundukları odanın kapısı birden gürültüyle sarsılmaya başlayınca Vedat sustu. Üçü pencereye doğru gerileyerek kapı kolunun hızla sarsıldığı, dört bir yanından zorlanarak menteşelerinden fırlayacakmış gibi görünen kapıyı korkuyla seyretmeye başladılar. Panik vücutlarını ele geçirmişti. Kapının ardından o korkunç böğürtü işitiliyordu…
DEVAM EDECEK
Mehmet Berk Yaltırık
27 Ağustos 2016 – Edirne


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder