23 Ağustos 2017 Çarşamba

Tepedeki Bar-9. Kısım

(2010’lar)
            Odanın kapısı zorlanıp kadın suretli dehşetin böğürtüsü kulaklarında çınlarken bir anlığına hareketsiz kaldılar. Ahşap kapılar pençe darbelerine dayanamayarak ardına kadar açıldığı esnada kanlı beyaz elbisesi ve çarpık dişleriyle arz-ı endam eden dehşetle göz göze geldiler. Vedat: “Öbür kapıdan!” diye bağırınca bir anda kapıya hamle edip hızla başka bir odaya geçtiler. Vedat da arkalarından girip kapıyı örttüğü esnada yaratığın kafasını kapının arasından sokarak kapıyı ittiğini gördüler. Vedat’ın zorlandığını görünce var güçleriyle kapıyı itmeye başladılar. Kadından yükselen boğucu küf kokusu yüzlerine çarpıyordu. Işıltılı gözleri ve dişleri oldukça yakınlarındaydı. Bedeninin olanca gücüyle kapıyı itmeye çalışan dehşet arada bir böğürerek konuşmaya başladı: “Ben de... Ben de… Ben de sizler gibiydim. Bana… Bana bir şey oldu. Susadım! Susuyorum! Susuzluğumu dindirmem lazım! Lazım! Lazım!”
            Vedat hengâme esnasında beline sıkıştırdığı silahını yeniden çekerek olanca gücüyle yaratığın suratına indirmeye başladı. Yaratık böğürdükçe kapıyı daha da şiddetli itiyordu. Kenan: “Bana ver baba silahı benim sağım kuvvetlidir!” deyince Vedat tereddüt etmeden silahı ona verdi. Kenan, silahın kabzasını söve söve dehşetin suratına indirmeye başladı. Koyu renge sahip bir kan yaratığın suratını kaplamış, daha da korkutucu hale gelmişti. Kenan odanın diğer ucundaki kapıyı Pelin’e gösterip kafasıyla işaret ettikten sonra tüm gücünü toplayıp yaratığın suratına tekrar vurdu. Yaratık kafasını çekince Vedat kapıyı tamamen kapatarak kilitledi. Pelin’in eşiğinde dikilmekte olduğu kapıya atılarak: “Beni takip edin aşağıya inmemiz lazım!” diye bağırdı. Kadının böğürtüsü daha da şiddetlenmişti ve duyulabiliyordu.
            Odalardan hızla geçip konağın öbür ucundaki merdivene doğru yürürken Kenan bir yandan elde silah söyleniyordu: “Ulan böyle temiz iş olmasından kıllanmalıydım. Senle girdiğimiz hangi iş sağlam oldu ki bu olsun? İnşaattan geçilmeyen, yakılmamış ormanın olmadığı İstanbul’da sen git böyle bir ev bul anasını satayım…”
            Vedat müstehzi bir ifadeyle karşılık verdi: “İyi yönden bak! Arazi mafyasıyla da kapışabilirdik!”
            “S.ktir git lan! Mafyaya en azından sıkabiliyorsun. Bu ölmüyor!”
            Merdivenlerden koştura koştura aşağıya inip birinci kata vardıklarında zemin kata inen merdivenlerin olduğu yere geçebilmek için uzunca bir koridora saptılar. Vedat bir yandan yürürken bir yandan Kenan’a bakıyordu: “Patron geliyor. Eli kulağında!”
            “Patron ne yapacak? Bizdeki silahsa ondaki de silah. Roket mi sıkacak karıya?”
            Vedat bir anlığına geri dönüp Kenan’ın üzerine yürüdü: “Ne bileyim ulan! Ne yapacak! Ne yapacak! Uğursuzluk abidesi! Her işin uğurunu kaçırırsın zaten…”
            Kenan gerilemek yerine tam karşısına dikilmişti Vedat’ın: “Öyle mi oldu şimdi? Senin yüzünden hayatım kaydı lan benim. Hangimiz uğursuzuz acaba?”
            Pelin ikisinin arasına girdi hemen: “Ya durun Allah aşkına sırası mı? Çıkalım şuradan önce…”
            Vedat, Pelin’i bir kenara itti: “Bir dakika Pelin anlayayım bir beyefendinin hayatını nasıl kaydırmışım?”
            Kenan: “Buraya getirmen bile başlı başına bela lan nasılı mı var?”
            “Hayır! Onu kastetmedin çıkar ağzındaki baklayı!”
            “Kızın yanında konuşmayalım istersen.”
            “Konuş ulan bu saatten sonra bir şey olmaz…”
            “Ben askere gitmeden önce yaptığımız o toz işi işte. Tek iş ama hayatımı kaydırmaya yetti…”
            “Kafana silah dayamadım.”
            “Paraya ihtiyacım olduğunu biliyordun. Pelin’le evlenecektim!”
            “Pisliğe girmekse hepimiz girdik. O işte beraberdik.”
            “Pis tarafını yapan bendim. Benle Kadir. Sana bir bok olmadı!”
            “Konuş konuş susma….”
            “Ne konuşayım lan biliyorsun işte. Toz işi yapılacak dedin. Tek seferde muazzam miktarda canlı indiragandi dedin. Kadir’le birlikte “he” dedik. Demez olaydık. Bildiğin gibi o işi takip eden başka bir lavuk varmış, tepemize çöktü. Kadir’i kurşunladılar. Ben askerliği tecil ettirmek yerine askere gitmeyi tercih ettim.”
            “Benimle ne alakası var bunların peki? Talihsizlik işte satış olmadı. Mafyayla papaz olduk. Sen askere gittin kurtuldun tüm bok bana kaldı ben de hepimizi sıyırdım işte.”
            “Paramı alamadım. Arkadaşlarımdan biri öldü. Saçlarımı kaybettim. Pelin’i kaybettim. Hala ne alakam var diyorsun!”
            “Ben mi yedim lan paranı? Satış işinden geleni mafyaya vermesem seni kışladan çıktıktan sonra beni de çok öncesinde Kadir’in yanına yollayacaklardı! Kadir’in vadesi dolmuş onun için elimden bir şey gelmezdi. Pelin’in de bildiğim kadarıyla kalbini kırıp askere kaçan sendin…”
            “Zarar verirler diye korktum lan! Benimle ayrılırsa mafya peşine düşmez diye düşündüm.”
            “Ben vardım. Ben korurdum. Gittin kafana göre iş yaptın!”
            “O zamanlar kıytırık badigarttın lan ne yapacaktın koca mafyaya? Hem emanet etsem ne olacak. Ne bok yediğinizi bilmiyor muyum?”
            Pelin bu sözü duyunca beyninden vurulmuşa döndü. Dengesini yitirdiği esnada yanında durduğu pencereye yaslandı. Elleri titriyordu. Vedat, ceketinin cebinden sigara paketi çıkarıp Pelin’e uzattı. Titreyen elleriyle sigarasını güç bela yakan Pelin zonklayan şakaklarını ovuşturmaya başladı. Vedat küfreder gibi baktı Kenan’a: “Ne bok yemişiz?”
            “Ben yokken yaptığınızı diyorum. Gerçi sen buna da bir bahane bulmuşsundur. Nasıl olsa ayrıydık di mi?”
            “Senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu lan?”
            “Ben kızı bırakıp askere gittim sen de fırsattan istifade… Konuşturma beni!”
            “Arkadaşım olmasan, başkası dese şunu ölüsü çıkardı burdan! O olay sandığın gibi değil…”
            “Nasıl sandığım gibi değil lan arkadaşın manitasına bakmak delikanlılığa sığar mı?”
            “Ben öyle bir eşeklik yaptım, yaptım ama Pelin masum lan. Bir gece barda kaldık yağmur bastırdı. Kafam da iyiydi. Yanaştım o halde… Ama Pelin… Pelin istemedi. Kız yaptığın eşekliğe rağmen istemedi.”
            “Yalan!”
            “Kızı üzme Kenan. Bilsem böyle olacağını vallahi konuşalım demezdim.”
            “Yalan olduğu belli işte…”
            Vedat bir anda Kenan’ın yakasına yapıştı: “Ne yalanı lan! Yalan olsa sana bu imkânı sağlar mıydım? Parayı alır mafyaya paranın sende olduğunu söylerdim!”
            Tam o esnada Pelin’in önünde durduğu camın korkunç bir şangırtıyla parçalandığını işittiler. Pelin cam kırıklarından korunmak için bir anlığına başını yüzünü örtüp eğildi. Kenan’la Vedat o esnada camdan baş aşağı sarkan dehşeti fark edebildiler.  Yaratık Pelin’i bir anda kucaklayarak yukarı doğru çekti. Pelin’in canhıraş çığlıkları konağın dört bir yanında çınlarken ellerini pencerenin pervazına dayayarak direnmeye çalıştı. Vedat bir anda Pelin’in ayaklarına atılıp kızı kendine çekmeye başladı. Kenan da kendine gelince Pelin’i belinden tutup çekmeye başladı. Kadın suretli dehşetin böğürtüsü Pelin’in çığlıklarını dahi bastırıyordu.
            Kenan bir anlığına Pelin’le göz göze geldi. Yalvarır gibi bakıyordu: “Kenan! Beni ona canlı teslim etmeyin! Beni ona bırakmayın! Öldürün beni!”
            “Kurtarıcaz seni!”
            Pelin’in gözlerinden yaşlar süzülüyordu: “Öldür beni! Yalvarırım öldür!”
            Yaratık Pelin’i yukarıya doğru insan ötesi bir güçle çekiyordu. Vedat dahi bir müddet sonra haykırmaya başladı. Sesi ağlamaklıydı: “Onu böyle bırakma. Dediğini yap! Ben bırakamıyorum sen yap!”
            Kenan ellerinin titremesine hâkim olmaya çalışarak istemeye istemeye kıza doğrulttu. Boğazında düğümlenen hıçkırıklara aldırmayarak nişan aldı. Tetiğe basarak Pelin’i başından vurdu. Pelin’in gözlerinin donuklaştığını ve kana bulanan yüzünü görür görmez olduğu yere yığılıverdi. Vedat, Pelin’i bırakır bırakmaz yaratık kızın cesedini yukarıya çekti.
            Kenan yığıldığı yerde çökerek sarsıla sarsıla ağlamaya başladı. Vedat’ta çöktüğü yerde ağlıyordu. Kenan’a bakarak bir anda ayağa fırladı: “Sağ kalmamız lazım. Onun için!” Kenan onu duymazdan geldi. Vedat üzerine atıldığı esnada namluyu kendi kafasına dayadı: “Artık benim için dünya yok…” Tetiğe basar basmaz patlayan gürültünün ardından yere düştü Kenan.
            Vedat gözyaşlarını silerek koridorda koşmaya devam etti. Merdivenlere ulaştığında korkudan yine ayaklarını güç bela hissedebildiğini fark etti. Yine o bataklıkta, çamurlara bata çıka yürüyormuş hissi… Zemin kata ulaştığında kapıya yöneldi. Kapıya varmadan kapının iki kanadının da muazzam bir gürültünün ardından açıldığını gördü. Patron kapıdaydı. Ona doğru koştururken bir yandan da kurtulmuş gibiydi:
            “Patron! Seni Allah gönderdi abi yetiştin!”
            Patron mağrur bir ifadeyle poz keserek elindeki silahı hazırda tuttu: “Kim basabilir lan Arnavut’un mekanını? Nerede o pezevenkler?”
            Vedat patronun yanına varınca bu sefer başka bir korkuya kapılarak boynunu büktü: “Patron ben sana olayı tam aktarmadım.”
            “Nasıl aktarmadın?”
            “Baskın değildi. Bir kişi. Dahası bir şey. Duvardan çıktı. Sonra…”
            “Bir dakika. Duvardan mı çıktı?”
            “Evet abi. Ses geliyordu sürekli. Ben de kedi sıkışmıştır sandım bizim kel badigarta yıktırdım. Ölmesini bekleyene kadar sesi keseriz diye düşündüm. Kenan’la Pelin’i bir de bizim badigartı öldürdü işte…”
            “Ulan beyinsiz herif! Burası zaten bar olacak o müzikte kim neyi duyacak? Su borusu der geçerdiniz. Bok mu vardı o duvarı kıracak?”
            Patron böyle deyince Vedat duraksadı. Onun duvardan çıkan dehşeti garipsemediğini görmek şaşırtıcıydı. O esnada patronun ardında ikisi kadın beş kişinin daha olduğunu gördü. “Misafirleri…” diye düşündü zira her birinin giyimi jantiydi. Patron misafirlerine şöyle bir baktıktan sonra Vedat’a döndü. Şaşkın bakışlarını görünce alaycı bir ifadeyle gülümsedi: “Burasını çok özel partiler için yaptırmıştım. Ancak bu kadar erken bir organizasyon beklemiyordum!” Patronun bunları söylerken bir anlığına sırıtmasıyla bunca zamana kadar fark etmediği bir detay onu dehşete düşürdü. Yahut yaşadığı olayların tesiriyle hayal gördüğünü sandı. Zira patronun köpek dişleri gözlerine biraz fazla uzun gibi gelmişti.
            Patronun misafirlerinden biri içeriye girerek konağa göz gezdirdi. Ağzını açtığı sırada Vedat onun da dişlerini olağandan uzun gibi görmüştü. Gözlerini ovuşturduğu esnada adam sakin bir ses tonuyla konuşmaya başladı: “Bekir’ciğim bence tıpkı eski Beyoğlu günlerimiz gibi olacak!”
            Patron: “Pek huyum değil ama biraz aperatife ben de hayır demeyeceğim sanırım. Aç gelmiştik zaten…”
            Vedat bu konuşmalarına bir anlam vermeye çalışırken dışarıdaki insanlara daha dikkatli baktı. Gözlerinin tıpkı o kadın suretli dehşet gibi ışıldadığını gördü. Vedat şaşkınlıkla Bekir’e baktığı sırada patronunun da gözlerinde aynı korkunç ışıltıyı fark etti.
            “Patron… Sen bu duvardaki şeyi biliyor muydun?”
            Bekir gülümsedi. Ardından ağır adımlarla konağa giren misafirlerine döndü: “Hatırlarsınız sizlere eski yaşadıklarımı anlatmıştım. İttihatçılar konağı sarınca ben gündüzden ne olur ne olmaz diye duvarda bir küçük delik açtırmıştım. Elime sımsıkı bağladığım bir kamayla birlikte kolumu delikten içeri soktuğumda kendimi ısırttırabildim. Baygın düşmeden evvel hem onu yaraladım hem de kolumu kurtardım. Eski halk ananelerini iyi bilirim! Kamayı yaladığımda onun kanı ve ısırığı bana hayat vermişti yeniden!” Daha sonra Vedat’a baktı: “Eğer o duvarı kırmasaydın buradan elinizi kolunuzu sallayarak çıkabilirdiniz. Sonuçlarına katlanacaksın…”
            O esnada Vedat kafayı yiyip yemediğini düşünürken merdivenlerden aşağıya doğru o kadın suretli dehşetin indiğini gördü. Yanında Pelin ve Kenan’ın cesetlerini çuval misali sürükleyerek aşağıya iniyordu. Kadının ağzı kana bulanmıştı ancak beslendiği için silueti insanı ziyadece andırıyordu.
            Bekir onu görünce misafirlerine geleni takdim etti: “Paşa kızı ama çok hamarat. Bakın bize elleriyle ziyafet hazırlamış!” Kadın suretli dehşet ona bakıp sırıttığı esnada Bekir de aynı korkunç sırıtışla ona karşılık verdi: “Seni uzun süre ihmal ettim muhterem refikam. Lakin artık öte hayatın tadını çıkarabiliriz! Afiyet olsun!”
            Vedat tam ortasına düştüğü dehşeti fark ettiği sırada Bekir’in misafirlerinin bir anda üzerine atılıp kollarından ve boynundan kendilerini dişlediklerini gördü. Çığlıkları konağın duvarlarında çınlıyordu…
SON
Mehmet Berk Yaltırık

15 Eylül 2016 – Edirne

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder